Bir ülkede servet vergisi gibi "fincancı katırlarını ürkütecek" bir vergiyi uygulayabilmek için ülkenin buna acil ihtiyacının olması yeterli değil.
Ayrıca bunu mümkün kılacak, yani verginin matrahını oluşturacak bir servet birikiminin de olması ve bunun da çok adaletsiz dağılması gerekiyor. Keza bu vergiyi hayata geçirecek bir siyasal iradenin var olup olmadığı da son derece önemli.
Böyle bir verginin mevcut siyasal iktidar tarafından gündeme getirilmeyeceği aşağı yukarı kesin gibi. Çünkü ülkeyi yönetenler, dayandığı sosyal sınıflar ve benimsedikleri ideolojilerinin gereği, Covid-19 salgını gibi sağlam bir gerekçe olmasına rağmen, büyük servetleri vergilendirmeyi düşünmüyorlar.
İhtiyaç duydukları geliri ise artırdıkları Özel İletişim Vergisi'nden, uygulamaya başlayacakları Değerli Konut Vergisi'nden ve iki yeni vergi düzenlemesinden sağlamayı amaçlıyorlar.
Bu yeni iki düzenleme sırasıyla (1); işletmelerin kullandığı yabancı kaynağın öz sermayeyi aşan kısmına ilişkin yapılan masrafların (faiz gibi) yüzde 10'unun gider olarak kabul edilmeyeceği ve birden fazla yıla yaygın inşaat işlerine ilişkin hakediş ödemelerindeki kesilen peşin vergi oranının yüzde 3'ten yüzde 5'e yükseltilmesi biçiminde. Kısaca ancak pansuman niteliğinde önlemler alınıyor.
Ülkedeki muhalefet partilerinden de servet vergisi konusunda ses çıkmıyor. Belli ki büyük servet sahiplerini, sermayedarları karşılarına almak istemiyorlar. Çünkü bu partilerin çok büyük bir kısmı eşitsizlikler, adaletsizlikler üreten, sömürüye dayalı düzeni değiştirmekten yana değil, sadece kapitalizmin mevcut ekonomik ve politik krizleri ile ilgili olarak kendilerinin mevcut iktidardan çok daha iyi çözümler üretebileceklerini, daha iyi yönetebileceklerini iddia ediyorlar.
Oysa bu ülkenin insanları, emekçileri, kadınları, gençleri, ekonomisi, kamu maliyesi ve demokrasisi için paradigma değişikliğine ve buna uygun radikal reformlara ihtiyaç var.
Bu bağlamda, öncelikle yeniden bölüştürücü vergi politikalarını hayata geçirmek, bunun için de büyük sermaye ve servet sahiplerini gerçek anlamda vergilendirilmek gerekiyor.
Çünkü ülkedeki gelir ve servet dağılımı adaletsizliği her geçen gün daha da kötüleşirken, yoksulluk giderek yaygınlaşıyor, derinleşiyor, kitleselleşiyor. Buna karşılık, ülkede hatırı sayılır miktarda dolar milyoneri ve milyarderi ve gayrimenkul, arazi zengini mevcut.
Bu da zenginin gelirlerinin yeterince vergilendirilmediği, verginin yükünün halkın sırtına bindirildiği bir ortamda, servet vergisi alınabilmesi için yeterli vergi tabanının varlığı demek oluyor. Ayrıca aşağıda özetlediğimiz eşitsizlikler dikkate alındığında böyle bir verginin adil bir vergi olduğu da ortaya çıkıyor.
Gelir dağılımından başlayalım. Özellikle de Covid-19 Salgını ile birlikte Türkiye'de gelir dağılımı çok daha kötüleşti. Bunu Salgın sonrasında yapılan bir akademik çalışmanın bulgularından görebilmek mümkün.
Bu çalışmada (2) iki değişik senaryo altında Covid-19'un etkileri tahmin ediliyor. Milli gelirden yüzde 6,5 oranında pay alan en alttaki (en yoksul) yüzde 20'lik grubun gelir kaybı her iki senaryoya göre yüzde -13,8'i buluyor. Buna karşılık milli gelirden yüzde 47,5 pay alan en üstteki (en zengin) yüzde 20'nin payı ilk senaryoya göre yüzde 1,1 ve ikincisine göre yüzde 1,5 artıyor. Bunun sonucunda da en üst yüzde 20 ile en alt yüzde 20 arasındaki gelir farkı (her iki senaryo altında da) 7,3 kattan 8,6 kata çıkıyor (yüzde 17,8'lik bir artış). Böylece Gini Katsayısı her iki senaryo altında da 0.40'tan 0.42'ye yükseliyor.(3)
Credit Suisse adlı bir uluslararası kuruluş her yıl dünyadaki servet dağılımını gösteren bir araştırma raporu yayınlıyor. Kurumun Salgın öncesini içeren 2019 yılı raporunda, aynı yıl itibarıyla Türkiye'deki servetin büyüklüğü ve bunun dağılımına ilişkin çarpıcı veriler yer alıyor.
Buna göre (4); Türkiye'nin 2019 yılındaki toplam finansal serveti 1,355 trilyon dolar. Bu haliyle ülkenin küresel servet içindeki payı binde 4. Bu durum (2002 yılı sonunda da bu payın binde 4 olduğundan hareketle), geçen 17 yıl boyunca ülkenin toplam finansal zenginliğinin gerçek anlamda artmadığını gösteriyor.
Rapora göre; ortalama kişi başı brüt servet (55,5 milyon yetişkine ait) 24,398 dolar. Ancak eşit bir dağılım söz konusu olmadığından, medyan servet sadece 6,568 dolardan ibaret. Kişi başı borç ise 1,740 dolar.
Yetişkinlerin yüzde 62,3'ünün (34,6 milyon) 10,000 dolar ve altında bir servete sahip olduğu dikkate alındığında, finansal servetin asıl olarak çok küçük bir azınlığın elinde toplandığı görülüyor. Nitekim raporda Türkiye'nin Servet Gini Katsayısı 0.794 olarak belirlenmiş.
Aşağıda Tablo 1 servetin yetişkin nüfusun onluk yüzdelerine göre dağılımını gösteriyor.(s. 168). Buradan da anlaşılabileceği gibi, yetişkin nüfusun en zengin yüzde 1'i toplam finansal servetin yüzde 42,5'ine; en zengin yüzde 5'i yüzde 60,6'sına ve en zengin yüzde 10'u yüzde 70,3'üne sahip.
Tablo 2 ise dolar milyoner ve milyarderlerinin sayısını gösteriyor (s. 128). Buradan da görülebileceği gibi; ülkede 1-5 milyon dolarlık serveti olan 80,944 zengin, 5-10 milyon dolarlık serveti olan 7,453 zengin, 10-50 milyon dolarlık serveti olan 4,779 zengin, 50-100 milyon dolarlık serveti olan 440 zengin, 100-500 milyon dolarlık serveti olan 282 süper zengin ve 500 milyon dolar ve üzerinde serveti olan 45 ultra süper zengin var.
Bu servetlerin sadece finansal serveti gösterdiğinin altını bir kez daha çizelim. Zira rapor Türkiye'yi finansal olmayan servetler konusunda bilgi edinemediği 25 ülke arasında sayıyor.
Diğer yandan raporda; Türkiye'deki (2019 yılı ortası itibarıyla) finansal servetin toplam servetin sadece yüzde 21'ini oluşturduğu, yüzde 79'unun ise finans dışı (emlak-gayrimenkul, fiziki sermaye gibi) servetlerden oluştuğu belirtiliyor. (s.110). Finansal servetler içindeki likit varlıkların payının (2018 yılı verisi) yüzde 76,4; borsadan edinilen servetlerin payının yüzde 10,3 ve diğer finansal varlıkların payının yüzde 13,3 olduğu vurgulanıyor (s.155).
Türkiye'deki finansal servete ilişkin resmi veriler ise şöyle: 1 Şubat 2021 itibarıyla Türkiye'de yerleşiklerin toplam finansal servetlerinin yüzde 52'si banka mevduatlarından, yüzde 16'sı hazine bonosu ve devlet tahvillerinden (DİBS) ve yüzde 32'si borsadaki (BİST) pay senetlerinden oluşuyor. .
Sırasıyla: Türkiye'de (Kasım 2020 itibarıyla) yerleşiklere ait bankalarda toplam 3,26 trilyon TL'lik mevduat var. Bu parasal servetin 1,484 trilyon TL'lik kısmı TL cinsinden mevduat hesaplarında (yüzde 45,4), 1,498 trilyon liralık kısmı ise (bugünkü kur ile 211 milyar dolar) döviz tevdiat hesaplarında (yüzde 46,7) ve kalan kısmı kıymetli maden depo hesaplarında tutuluyor.
TL mevduat hesaplarında, resmi kurumlar dışındaki kişi ve kurumların 1 milyon TL ve üstü mevduatlarının, resmi kurumlar dışındaki yerleşiklerin toplam mevduatlarının içindeki payı yüzde 49,4. Aynı pay döviz tevdiat hesaplarında yüzde 66,8. (5)
Yani TL cinsi hesaplarda mevduatların yaklaşık yarısı 1 milyon TL'nin üzerindeki, döviz cinsi hesaplarda ise yaklaşık yüzde 67'si bir milyon TL'nin üzerindeki hesaplardan oluşuyor.
Kuşkusuz bu rakamlar brüt rakamlar. Bunlardan gerçek kişi ve kurumların borçlarının (servet vergisinin matrahını hesaplayabilmek açısından) düşülmesi gerekiyor. Ancak bu haliyle bile bankalarda mevduat biçiminde tutulan servetin ortalama yüzde 58'inin 1 milyon TL ve üzerinde olduğu anlaşılıyor.
Bir habere göre ise yurt içinde ve dışında yerleşik Türkiyeli milyonerlerin toplam sayısı geçen yıl Ağustos ayının sonu itibarıyla (son 8 ayda 69 bin 13 kişi artarak) 294 bin 454 oldu. (6)
Kuşkusuz servet sadece mevduatlarla sınırlı değil. Hazine kâğıtları olarak da adlandırılan DİBS stok tutarı (22 Ocak 2021 itibariyle) 1 trilyon TL'nin (145 milyar dolar) biraz üzerinde. (7)
Son olarak, Borsa İstanbul'da (BİST) işlem gören şirketlerin toplam piyasa değeri (28 Ocak 2021 itibarıyla) yaklaşık 1, 98 trilyon TL (279 milyar dolar) olarak hesaplanıyor. (8)
Servet dağılımının adaletsizliğine ilişkin veriler ortada iken, ülkede finansal servetleri vergilendirecek bir servet vergisi önerisi konuşulmadığı gibi, bu servetlerin daha da büyütülmesini sağlamaya yarayan bir uygulamanın, Gelir Vergisi Kanunu Geçici 67. Maddesinde yer alan vergisel kolaylıkların, 2025 yılına kadar devam ettirilmesine karar verildi. Buna karşılık, Özel İletişim Vergisi oranı üçte bir oranında yükseltilerek, halkın üzerindeki verginin yükü daha da ağırlaştırıldı.
Bu arada, yasası geçen yıl çıkartılan Değerli Konutlar Vergisi'nin Uygulama Genel Tebliği 15 Ocak 2021 tarihinde yayınlandı. (9) Bir tür servet vergisi gibi de tanıtılan bu vergi, matrah büyüklüğü ortalama 6,5 milyon TL olan toplam 25 bin konutu ilgilendiriyor ve bu vergiden bu yıl 350 milyon TL, 2022'de 389 milyon TL ve 2023 yılında 423 milyon TL gelir bekleniyor.
Verginin konusunu Türkiye sınırları içinde bulunan ve bina vergi değeri 2021 yılı için 5,250,000 TL'yi aşan mesken nitelikli taşınmazlar oluşturuyor. Mesken niteliğinde tek taşınmazı bulunanlar, taşınmazın değeri her ne olursa olsun bu vergiden muaf tutuluyor. Ayrıca asıl faaliyet konusu bina inşası olanlar, ilk satışa, devir ve temlike konu edemedikleri konutları için vergiden muaf tutuluyor (ancak bu konutların kiralanması veya sair suretle kullanılması halinde verginin mükellefi oluyorlar).
Verginin matrahının belediyelerce tespit edilen emlak vergisine tabi değer olduğu bu vergi, üç basamaklı olmak üzere artan oranlı olarak uygulanacak. Buna göre vergi (2021 yılı için);
5.250.000 TL ile 7.875.000 TL arasında olan konutlarda (bu tutar dâhil), 5.250.000 TL'yi aşan kısmı için (binde 3); 10.500.000 TL'ye kadar olanlarda (bu tutar dâhil) bunun 7.875.000 TL'si için 7.875 TL, fazlası için (binde 6) ve 10.500.000 TL'den fazla olan konutlarda bunun 10.500.000 TL'si için 23.625 TL, fazlası için (binde 10) olarak uygulanacak.
Bu vergi ihtiyaç duyulan vergi gelirini yaratma konusunda yetersiz bir vergi olduğu gibi, inşaat-emlak rantından elde edilen servetin vergilendirilmesini de hedeflemiyor.
Çünkü örneğin bir zengin müteahhidin ya da inşaat şirketinin 100 adet ve 5.250.000 TL'nin altında değeri olan emlaki varsa bunlardan vergi alınmayacak. Böylece sanki "emlak rantı üzerinden alınan bir vergi" imiş gibi bir algı yaratılsa da, bu düzenleme ile mevcut birikim rejiminin kazananlarından biri konumundaki büyük inşaatçılar, emlak zenginleri korunmuş oluyorlar.
Ayrıca bu verginin gelirlerinden yerel yönetimlere her hangi bir pay verilmeyecek olması da, bu verginin yerel yönetimleri güçlendiren değil, daha da zayıflatan, merkezileşmeyi artırmaya hizmet edecek bir vergi olduğunu gösteriyor.
Devam edecek: Vergilemede yeni bir perspektife ihtiyaç var!
Dipnotlar