Yakınlarda R. Wigglesworth adlı bir yazarın Financial Times Gazetesi'nde bir makalesi yayımlandı. (1)
Buna göre, George Mason Üniversitesi'nde iktisat profesörü A. Tabarrok, T. Cowen ile birlikte yürüttüğü bloğunda, ChatGPT adlı yeni bir yapay zekâ (AI) programının, yakın zamanda yapılan ekonomi ve hukuk alanındaki bir test sınavından başarı ile geçtiğini açıkladı. Özetle ChatGPT, özellikle de sınavda sorulan telif ve patent gibi entelektüel mülkiyet hakları ve kamusal alandaki işlerle ilgili sorulara, doğru yanıtlar vermiş ve sınavı (sınırda da) olsa geçmiş.
ChatGPT, ABD San Francisco’da yerleşik bir teknoloji şirketi olan OpenAI tarafından geçen Kasım ayında ücretsiz kullanımlı bir araç olarak piyasaya sürülen bir sohbet robotu (2).
“İnsanın ürettiğine benzer metinler oluşturma yeteneğine, böylece doğal dil konuşmalarına katılma becerisine sahip güçlü bir dil modeli ve bilgisayarlarla etkileşim şeklimizde devrim yaratma potansiyeli bulunan bir ileri teknoloji” olarak tanımlanıyor.(3)
Makalede, finans alanında çalışan akademisyenlerin bu gelişmeleri yakından izlediği de ileri sürülüyor. Öyle ki, makalenin yayınlanmasından bir hafta önce M. Dowling ve B. Lucey adlı iki akademisyen ChatGPT’nin finansal araştırma raporları yazmaya yardımcı olup olamayacağını araştıran bir çalışma yayınladılar. Bu çalışmada yazarlar, ChatGPT'nin çıktısını tipik araştırma sürecinin dört aşamasında test edip karşılaştırdılar: ‘Fikir oluşturma’, ‘literatür taraması’, ‘veri tanımlama’ ve ‘işleme ve ampirik test’.
Yazarlara göre, muhtemelen sezgisel olarak, ChatGPT özellikle fikir üretmede başarılı oldu, ancak literatür taraması ve çerçeveleri test etme gibi şeylerde zorlandı. Buna rağmen sonuçlar genel olarak umut vericiydi.
Bu gelişmenin, “gelecekteki olası bazı ileri gelişmelerin bir işareti olabileceği gibi, büyük olasılıkla ana akım iktisadın gerçekle ilgisi olmayan, hayata dair açıklamaları son derece kısıtlı olan bir şey olduğunu gösteren bir kanıt olduğunu” düşünenler de mevcut. (4)
Bu arada ‘Şeytan ayrıntıda gizlidir’ misali, ChatGPT, Microsoft tarafından milyarlarca dolara satın alınmış ve şirket binlerce kişiyi işten çıkarmaya başlamış. Böylece yapay zekânın insanları işsiz bırakma işlevinin bir örneği daha ortaya çıkmış bulunuyor.
Ayrıca ChatGPT örneğinde olduğu gibi, böyle programların yükseköğrenimde kullanılması halinde (öğrenci ödevlerine veya sınavlara not vermek gibi), belirli öğrenci gruplarına karşı önyargılı olma olasılığı var.
Şöyle ki, ChatGPT’nin daha aşina olduğu bir tarzda yazan öğrencilere daha yüksek notlar verme olasılığı daha yüksek olabilir, bu da haksız not uygulamalarına yol açabilir. Ek olarak, ChatGPT eğitimcilerin yerini almak için kullanılırsa, belirli çalışma alanlarında belirli kimliklerin (örneğin kadınlar ve siyahiler gibi M.D.) yetersiz temsil edilmesi gibi eğitim sistemindeki hali hazırdaki mevcut eşitsizlikleri devam ettirebilir. Keza bu uygulamanın sınavlarda veya ödevlerde kopya çekmek için kullanılma potansiyeli de mevcut. İnsanın ürettiğine benzer metinler oluşturabildiğinden, tüm öğrenci ödevleri veya makaleler bu uygulama ile yazılabilir. (5)
Nitekim şimdiden bazı üniversiteler ve yayıncılar, akademik makalelerin ve araştırmaların geleceği hakkında endişe duymaya başladılar bile. Hali hazırda dört yayında ortak yazar olarak görünen ChatGPT’ye karşı önlem almaya çalışıyorlar. ChatGPT gibi yapay zekâların bilimsel makalelerin içeriği ve bütünlüğü konusunda sorumluluk alamadıkları için ‘çalışma yazarı’ kriterlerini karşılamadığını, bu nedenden dolayı da akademik bir çalışmanın yazarı olarak bu yapay zekâlara yer verilemeyeceğini ileri sürüyorlar. (6)
Teknolojik gelişmeler yapay zekâ ile sınırlı değil. Geçen yıl UNCTAD, Endüstri 4,0 ile otomasyon teknolojisi ve gelişmiş internet iletişimindeki hızlı değişiklikler olarak da bilinen ‘Yaratıcı Ekonominin’ kesişimine odaklanan “Yaratıcı Endüstri 4,0: Yeni Küreselleştirilmiş Yaratıcı Ekonomiye Doğru” başlıklı yeni bir rapor yayınladı. (7)
Rapora göre, Yaratıcı Endüstri 4,0’ın “yeni teknolojilerin sunduğu fırsatlardan yararlanarak daha fazla etkileşimle verimliliği artırması, sınırsız bir yaratıcılık ve esneklik sağlaması ve küresel hasılayı yüzde 3 artırması” bekleniyor. Bu katkının asıl olarak, Yaratıcı Endüstri 4,0’ı karakterize eden “dijitalleşme ve ileri teknolojilerdeki artıştan geleceği” öngörülüyor. Bu bağlamda Yaratıcı Endüstri 4,0’ın “ teknoloji transferini hızlandırabileceği ve iç pazarın küçüklüğünün artık sorun olmayacağı” ileri sürülüyor.
Geçtiğimiz son 10 yılda, enformasyon ve iletişim teknolojisinde yaşanan devrim ve internet kullanımı sayesinde UBER ve AIRBNB gibi dijital emek platformlarında ciddi bir artış söz konusu oldu. Bu platformlar, ekonominin muhtelif sektörlerinde radikal değişim ve dönüşüme yol açıyor, bu da emek gücü piyasasının geleneksel temellerini sarsıyor.
Öyle ki günümüzde artık GIG Ekonomisi adlı bir kavram yaygın olarak kullanılıyor. Dilimize ‘Kısa süreli, Geçici İşler ya da Çevrimiçi Hizmet Ekonomisi’ olarak çevrilebilecek olan GIG Ekonomisi, esasen ‘dijitalleşme’ ve telekomünikasyondaki eş zamanlı ilerlemelerle mümkün oldu.
Öyle ki dijital platformlar, yalnızca dünyanın her yerindeki müşterilerin ve yüklenicilerin uzaktan bağlanmasına izin vermekle kalmıyor, aynı zamanda organizasyonun ve iş tesliminin maksimum standardizasyonunu da sağlıyor. İşi etkileyen kararlar algoritmalar aracılığıyla alındığından, insan faktörüne olan ihtiyaç azalıyor. ‘Dijital gözetleme’ algoritmik yönetimin önemli bir bileşeni olarak işlev görüyor. Tek bir gözetleyicinin aynı anda tüm mahkûmları izleyebildiği ve mahkûmların bu durumun farkında olarak (bu durumu içselleştirerek) davrandığı bir hapishane metaforu ile açıklanabilecek böyle bir dijital gözetim güçlü bir kontrol yaratarak emekçilerin verimliliğini artırıyor. (8)
ILO’ya göre, 2010 yılından bu yana küresel çapta GIG Ekonomisi içinde yer alan platformlar beş kat büyüdü. Böyle platformlar ya online web (serbest çalışma gibi) ya da lokasyon temelli olarak (taksi, evde bakım hizmetleri gibi) kendilerini gösteriyor. 2010 yılında bu platformların sayısı 142 iken 2020 yılında 777’nin üzerine çıktı. Bunlar arasında taksi hizmetleri en hızlı büyüyen, aynı zamanda en fazla fonlanan ve tekelleşen platform oldu. (9)
ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, aşağıdaki yollardan en az biriyle böyle bir çevrimiçi bir GIG emek platformu gerçekleşti:
“Araç çağırma uygulaması için sürüş; market alışverişi veya ev eşyaları için alışveriş yapmak veya teslim etmek; birinin evini temizlemek, mobilya monte etmek gibi ev işlerini yapmak, kuru temizlemeyi almak gibi ayak işlerini yapmak; bir restorandan veya mağazadan teslimat yapmak, Amazon Flex gibi bir mobil uygulama ya da web sitesi aracılığıyla başkalarına paketleri teslim etmek için kişisel bir araç kullanmak”. (10)
Bu çerçevede UBER, AIRBNB, TASKRABBIT veya DOORDASH gibi şirketlerin ortaya çıkması, insanların para kazanma biçimini genişletti ve işgücüne başka bir boyut ekledi. ABD’de Hispanik kökenli emekçiler giderek daha fazla bu alanda çalışıyorlar. Siyahi yetişkinlerin yüzde 20’si, Asyalı yetişkinlerin yüzde 19’u ve Beyaz yetişkinlerin yüzde 12’si ile karşılaştırıldığında, Hispaniklerin yüzde 30’unun bu şekilde hayatlarını kazandığı görülüyor.
Yapay zekâ (AI), robotların artan kullanımı ve dijital platformların yaygınlaşması gibi olguların gelip geçici olmadığı çok açık. Kaldı ki bunların insan hayatını zorlaştırıcı olduğu kadar, kolaylaştırıcı olduğu da kabul edilmeli.
Örneğin yapay zekânın tarımda, biyotıpta, kişiselleştirilmiş sağlık hizmetlerinde, eğitim uygulamalarında ve muhtemelen siyasette çok hızlı, dönüşümsel ilerlemeler sağlama olasılığı oldukça yüksek. Diğer yandan böyle bir teknoloji yanlış ellerde tehlikeli bir araca dönüşebilir (örneğin, sosyal medyanın otoriter devletlerce kullanılması gibi). (11)
Keza, yapay zekâ, kısa vadede işsizliği tetikleyebilir. Diğer yandan sosyal olarak gerekli emek süresini azaltarak, kıtlık sonrası bir toplum için ön koşul da oluşturabilir. Bu bağlamda bu tür endişeleri dengeleyen politik olarak ilerici bir yapay zekâ stratejisinin geliştirilmesi gerekecektir. Ayrıca biyo mühendislik alanında yer alan GDO’lara izin verilecek midir? Çünkü artık her ne kadar endüstriyel tarımdan agro ekolojik bir modele geçmemiz gerekse de, bu geçisin artan dünya nüfusunun beslenme ihtiyaçlarını karşılayıp karşılayamayacağı bugünden bilinemez. Son olarak, dijital ekonomi alanında yer alan blok zincirleri (blockchain) ve kripto para birimi (Bitcoin gibi) yalnızca yeni finansal ve ekolojik zararın habercisi midir, yoksa bazılarının iddia ettiği gibi post kapitalist bir ekonominin gelişini hızlandırma aracı mıdır?
Bu bağlamda, teknolojik gelişme ile sosyal evrim arasındaki etkileşim üzerinde düşünmek durumundayız. Yani teknoloji, sosyal değişimi belirleyerek tarihe yön verir mi? Yapay zekâ ve robotlara dirensek de, gelmeleri kaçınılmaz olduğundan, onlara uyum sağlamalı mıyız? Yoksa bir ‘sosyal inşacılık’ yaklaşımı altında, teknolojinin özerk bir güç olduğu fikrini esas alan teknolojik determinist indirgemeciliği reddedip, bunun yerine onu toplumda yerleşik ve bireysel ve kolektif seçimlere tabi bir olgu olarak mı ele almalıyız? Diğer yandan ‘sosyal inşacılık’(tarihin teknolojiyi yönlendirdiğini görüşünü benimsediğinden), teknolojik gelişme ve doğa yasaları tarafından dayatılan nesnel kısıtlamaları göz ardı etmez mi? (12)
Bu soruların henüz tam olarak yanıtlanmamış sorular olduğu gerçeğinden hareketle, teknolojik gelişmeye, yapay zekâya, robotlara ilişkin yaklaşımımızda basit bir kriteri esas almak mümkün. Bunlar, insanlığın ve doğanın, toplumun hizmetinde mi olacaktır yoksa onlara karşı mı kullanılacaktır? Yani “teknolojinin kimin hizmetinde olması” gerektiği sorusu asıl soru olmalıdır?
Bu soruları gerçek hayattan bazı örneklerle açmak mümkündür. Örneğin, insansız hava araçları (İHA), bugün olduğu gibi, daha çok insanları öldürmek için, doğaya da zarar vererek, ölümden yana kullanılabileceği gibi, doğal felaketlerde erişilmesi zor yerlerde bulunan insanların yerini tespit edip onları kurtarmak için yani yaşatmaktan yana da kullanılabilir.
Bu arada dünyadaki robot sayısı hızla artıyor. Covid-19 salgını öncesinde üretimde kullanılan robot sayısının 3 milyonu aştığı tahmin ediliyor. Bu robotların üçte ikisinden fazlası otomotiv, elektrik ve elektronik, metal ve makine sanayinde kullanılıyor.
Örneğin dünyanın en büyük elektronik montajcı firması olan Foxconn Technology Group, 2012-2016 arasında çalıştırdığı işçi sayısını 1,3 milyondan 874 bine düşürerek yerlerine robotları kullanmaya başladı. Çinli bir kredi araştırma firması ise artık kredi verirken kredi uzmanı bankacıları ve hukukçuları değil, robotları kullanıyor. (13)
Böylece, robot kullanımı giderek artan bir biçimde işçilerin yerini alıyor, bu da özellikle de imalat sanayinde ciddi istihdam kaybına ve reel ücret azalmasına neden oluyor. Öylece ki hem ABD’de hem de Britanya’da bazı sektörlerde istihdam bu sebeple de azalmış durumda. ABD’deki robot kullanımının sonucunda, her 1,000 kişi başına düşen 1 robot toplam istihdam oranını binde 18 ile binde 34 arasında ve işçi ücretlerini de binde 25 ile iki binde 50 arasında düşürdü.
ABD’de 1990-2016 arasında imalat sanayi hasılasında ciddi bir düşüş olmazken, imalat sanayi istihdamı yüzde 31 azaldı. Bunun asıl nedeni Marx’ın yaklaşık 160 yıl önce ortaya attığı kavram olan ‘sermayenin organik bilişiminin’ artması, yani bugünkü ifadesi ile otomasyon olgusu. Öyle ki 25 AB ülkesinde işlerin yüzde 47’si otomasyona hassas durumda ve önümüzdeki 10 yıl içinde bunların yüzde 35’i tamamıyla otomasyona uğrayacak. Ayrıca Endüstri 4,0’da hem düşünce biçimi ve hem de insan becerileri çok ön plana çıkacak. (14)
Üretimde robot kullanımının yoğunluğu arttıkça emeğin milli gelirden aldığı payın da azaldığı görülüyor. Öyle ki 1993-2015 yılları arasında dünyadaki artan robot kullanımı karşısında emekçilerin milli gelirden aldığı pay yüzde 23’ten yüzde 15’e geriledi. (15)
Kısaca, yapay zekâ ve robotlar mevcut işlerimizi elimizden alabilir. Alternatif olarak, kapitalizm sonrası bir başka toplumda (örneğin sosyalist bir toplumda), ücretlerimizi düşürmeksizin çalışma saatlerimiz düşürülürken, bizim yapmayacağımız en riskli ya da en kötü işleri (kanalizasyon temizliği ve çöp toplama işleri gibi) yapmada kullanılabilirler. Hatta bizler evde kahvemizi içerken, robotlar ev işlerini yapabilir.
Teknoloji insanlığın hizmetinde olmalı
Bu nedenle de, “teknolojinin insan ve toplumun hizmetinde kullanılıp kullanılmadığı” sorusu buradaki asıl soru olmalıdır. Bu bağlamda içinde yaşadığımız emek ve doğa sömüründen kâr, sermaye ve servet birikimini sağlayan bir sistemde teknolojinin ya da yapay zekânın, robotların genel olarak insanlığın hizmetinde kullanılabilmesi mümkün değil.
Bunlardan yarar sağlayacak insanlar kuşkusuz olacaktır ama (sağlık alanında bazı cerrahi operasyonların gelişkin robotlarla yapılması örneğinde olduğu gibi), bu yarar bu hizmetin maliyetini karşılayabilecek servete sahip insanlarla sınırlı olacaktır. Eğer böyle bir hizmetin maliyetini devlet ödemezse, böyle bir operasyona ihtiyaç duyan bir yoksulun bundan faydalanabilmesi mümkün değildir.
Sonuç
Kısaca kâr amaçlı üretim ile toplumsal fayda amaçlı üretim birbirine zıt iki üretimdir. Yani hem kâr elde edip hem de toplumsal yarara hizmet etmek mümkün değildir. Emek sömürüsünün ve doğa tahribatının ortadan kaldırılabilmesi ise ancak bunları esas alan bir sosyal sistem olan kapitalizme son verilmesiyle mümkün olabilir. Kâr ve emek sömürüsü ortadan kaldırılmadığı sürece ne bilim ne de teknoloji insan ve toplum hizmetinde kullanılabilir.
Kaldı ki, bizim gibi insan hayatının ve emeğin bu kadar ucuz olduğu ülkelerde patronlar yüzbinlerce dolarlık robotlara yatırım yapmak yerine, insanları robotlaştırmayı tercih ederler. Resmi eğitim de, dinsel inançlar da, son tahlilde, bu amaca hizmet eder.
O. Solon’un dediği gibi: “İnsanların robot gibi davranmalarını sağlamak, robotların insan gibi davranmasını sağlamaktan çok daha az maliyetlidir. Bu nedenle de Apple, Microsoft, Facebook gibi dev teknoloji firmaları ve Yapay Zekâ firmaları robotlar yerine düşük ücretli işçileri kullanıyor ve bu durumu kamuoyundan gizliyorlar.” (16)
Bu yüzden de, bizim gibi ülkelerde yapay zekâ ve teknolojideki gelişmelerin emek ve emek hareketi üzerindeki etkileri üzerinde kafa yormak elbette gereklidir. Ancak yakıcı olan şey, insanları robotlara çevirmeye çalışan kapitalist sistemin ve onun koruyucusu otoriter rejimin, ideolojik arka planını oluşturan resmi eğitim ve dinsel inanç sistemlerinin sorgulanmasıdır.
Dip notlar: