Türkiye’nin stratejik konumu, enerji hatları üzerinde oluşu, bölgede artan rolü, AB’nin stratejik hedefleri ile uyuşmakta, AB’nin son yıllarda tam üyelik kavramını pek kullanmadan Türkiye’nin stratejik önemine vurgu yapılması, müzakere sonuçları ne olursa olsun, güçlü bağlarla Avrupa kurmlarına bağlı kalınması isteği AB’nin tercihini ortaya koymaktadır.
Giriş
Bu yazıda, Türkiye’nin katılımının AB’nin stratejik hedefleriyle ne ölçüde uyumlu olacağı, AB’nin Türkiye’nin olası üyeliğine ilişkin değerlendirmeler ve müzakerelerin güçlükleri özetlenekerk ortaya konması amaçlanmakta.
Türkiye’nin 1959’da yaptığı başvuru, 1963 yılında, ilişkilerin genel çerçvesini belirleyen temel Ankara Anlaşması ile sonuçlandı. Ankara Anlaşması ile öngörülen takvime uygun olarak 1971’de imzalanan ek protokolle, AB ülkeleri ülkemiz sanayi ürünlerine gümrükleri sıfırladı, gümrük birliğinin ilk aşamasına geçilmiş oldu. Türkiye’nin de 22 yıllık bir zaman dilimi içinde gümrükleleri sıfırlaması ve gümrük birliğinin tamamlanması öngörüldüğünden, 1995 yılı itibariyle AB konusu ülke gündemine girmiş oldu.
Hükümet tarafından yönlendirilen bir kampanya ile, gümrük birliğinin esas itibairyle ne olup olmadığı konusunda kamuoyuna bilgi verilmezken, enflasyonun düşeceği, ucuz Avrupa otomobillerinin ülkeye gümrüksüz gireceği gibi haberlerle, konunu teknik boyutları ihmal edilerek siyasi başarı olarak sunuldu.
Ülke sanayinin AB standartlarında gelişimi için gerekli olan gümrük birliği hazırlık sürecinde , kamuya açık yeterli tartışmalar olmaması nedeniyle, imza döneminde öngörülmeyen, düşünülmeyen bazı konular, bir süre sonra yakınma konusu olarak gündeme geldi. Burada, gümrük birliği ikinci aşamasına geçiş döneminde Türkiye’nin sahip olduğu pazarlık gücü avantajını kullanmadığı görülmekte. En azından, malların serbest dolaşımı ilkesi kabul edilirken, maların sahibi iş adamlarının vizesiz Avrupa’ya gidişlerinin düzenlenmemesi, önemli bir müzakere ihmali oldu.
Diğer yandan, aday ilan edildiğimiz 1999 yılında gelinceye kadar AB’nin genişleme sürecini yakından izlediğimiz de söylenemez. Özellikle günümüzde önemli br sorun oluşturan Güney Kıbrıs-AB ilişkilerinin ülke gündeminde hemen hiç yer almaması önemli bir ihmal oldu. Aday ilan edildiğimiz 1999 Helsinki Zirvesi kararları ülkemizde coşkuyla karşılanırken, Kıbrıs’ta çözüm olmaması halinde katılımaşamasına gelmiş olan Güney Kıbrıs’ın alınabileceğini söyleyen paragraf hem siyasi liderler hem de medya tarafından hemen hiç dikkate alınmadı.
Adaylık sonrası katılım görüşmelerine başlayabilmek için 2005 yılına kadar beklemek gerekti. Katılım görüşmelerine başlamayı gündemin ilk sıralarına alan AK Parti Hükümeti’nin başlattığı diplomasi atağı ile 17 Aralık 2004’te katılım müzakerelerin 3 Ekim 2005’te başlanması kararlaştırıldı.
Ancak, sıkı pazarlıklar sonrası alınan bu kararın hayata geçmesinin kolay olmadığı , müzakerlerin nasıl olacağını açıklayan müzakere çerçeve belgesinin yayımlanması ile anlaşıldı.
Bu arada, 1 Mayıs 2004 itibariyle; Güney Kıbrıs’ın AB’ye tam üye olarak katılmış olması Türkiye’nin önünde ciddi bir sorun olarak ortaya çıktı. Brüksel’de yapılan görüşmeler sonunda, Türkiye Gümrük Birliği’ni Güney Kıbrıs dahil yeni 10 üyeye teşmil eden Ankara Anlaşması ek protokolünü Temmuz 2005’te imzalama durumunda kaldı. Türkiye, aynı zamanda, ayrı bir bildiri yayımlayarak, bu protokolü imzalamanın, Güney Kıbrıs’ı herhangi bir biçimde tanıma anlamına gelmediğini ilan etti. Ancak, 22 Eylül 2005’te, AB bir karşı bildiri ile Türkiye’nin bildirisinin geçerli kabul edilemeyeceğini ilan etti.
Burada, katılım müzakerelerinin Türkiye ile 28 AB üyesi arasında yürütüldüğünü, müzakerlerin her aşamasında, AB’ye üye tüm ülkelerin evet oyunun gerektiği hatırlanarak,
Güney Kıbrıs’ın süreci engellleme gücünün, küçümsenemeyeceğini, 2006 yılındaki girişimi ile askıya alınan 8 başlığın halen beklediği hatırlanmalıdır.
Komisyon’un katılıma ilşkin değerlendirmeleri
Müzakere Belgesi’ne bakmadan önce, Komisyon’un Türkiye’nin olası katılımına ilişkin 06. 10. 2004 tarihli değerlendirmelerinin yaklaşık on yıl öncesine ait olsa da, büyük öçüde geçerliliğini koruduğu görülmekte. Değerlendirmeler, özetle şöyle:
Belgenin hemen başında, Türkiye’nin Birliğe katılımının gerek AB gerek Türkiye açısından zorlu olacağı, iyi yönetildiği takdirde, katılımın her iki taraf için önemli fırsatlar sunabileceği ifade edilmekte.
Ardından; nüfusu, boyutu, coğrafi konumu, ekonomik, güvenlik ve askeri potansiyelinin yarattığı etki nedeniyle, Türkiye’nin katılımının önceki genişlemeden farklı olacağı vurgulanmakta. Türkiye’nin bu özelliklerinin,Türkiye’ye bölgesel ve uluslar arası istikrara katkıda bulunma gücü verdiği de eklenmekte.
Türkiye; düşük orta gelir düzeyine sahip bir ülke olarak değerlendirilerek; Türkiye’nin katılımının, genişlemiş bir AB’de yakın zamanda gerçekleşen genişlemeye benzer şekilde, bölgesel ekonomik farklılıkları artıracağı, ve uyum politikası açısından büyük zorluk yaratacağı da ifade edilmekte.
Bu değerlendirmeye bağlı olarak; Türkiye’nin katılım halinde, yapısal ve uyum fonlarından kayda değer miktarda uzun süreli destek almak durumunda olacağı, bu nedenle de üye devletlerde yapısal fon desteğinden yararlanan bazı bölgelerin, mevcut kurallara göre destek alma için uygunluk krtierlerini kaybedebilecekleri belirtilmekte.
Daha sonra, Türkiye’nin katılımını takiben beklenen ek göçe ilişkin değişik tahminlerde bulunulmakta. AB işgücü piyasasında olabilecek ciddi çalkantılardan kaçınmak için, işgücünün serbest dolaşımını önleyecek uzun geçiş dönemleri ve kalıcı önlem öngören hükümler düşünülebileceği ifade edilmekte.
Bu arada, özgürlük, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü gibi temel ilkelere bağlılığıyla, Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu bir ülke olarak Türkiye’nin önemli bir model ülke olabilceğine işaret edilmekte.
Ayrıca, Türkiye’nin katılımı AB için daha iyi enerji arzı yollarının sağlanmasına yardımcı olacağı, sınır ötesi önemli etkilerinden dolayı, Türkiye’nin çevre, ulaştırma, eneri ve tüketicinin korunması alanlarındaki AB politikalarını iyi bir şekilde uygulamasının AB vatandaşları açısında kayda değer olumlu etkileri olacağı ifade edilmekte.
Türkiye’nin olası üyelik halinde Avrupa Parlamentosu, Konsey gibi AB kurumlarındaki yerine ilişkin değerlendirmede, özellikle orta ve büyük ülkeler olmak üzere mevcut üye devletlerin Avrupa Parlamentosu’ndaki sandalye sayılarını belirgin bir şekilde etkileneceği ve Konsey’de karar alma sürecinde önemli bir ağırlığı olacağı belirtilmekte.
Son bölümde, sonucunun ne olacağı önceden garanti edilemeyen ucu açık bir süreç olacağı, müzakerelerin sonuçlarına bakılmaksızın, Türkiye’nin Avrupa değerlerine ve kurumlarına tamamıyla bağlı kalmasınının sağlanması önerilmekte (http://ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/key_documents/2004/issues_paper_en.pdf)
Katılım Müzakere Çerçeve Belgesi
Katılım müzakelerine ilişkin husuları düzenleyen belge ise, müzakere sürecinin güçlüklerini ortaya koyması nedeniyle önem taşımakta. Müzakerelere ilişkin hususlar da şöyle özetlenebilir:
İlk maddede, müzakerelerin ilerleme hızının, Türkiye’nin üyelik gereklerini yerine getirme hızına bağlı olacağı vurgulanmakta.
İkinci madde, üyeliğin hedef olmakla birlikte, garanti edilmediğini ifade edilmekte. ‘’Müzakerelerin ortak hedefi üyeliktir. Müzakereler, doğası gereği sonuçları önceden garanti edilemeyen açık uçlu bir süreçtir. Birliğin Türkiye’yi hazmetme kapasitesi de dahil olmak üzere tüm Kopenhag kriterleri bütünüyle göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin üyeliğin tüm gereklerini tam olarak üstlenecek durumda olmaması halinde, Türkiye’nin Avrupa yapılarına mümkün olan en kuvvetli bağlarla bağlanması sağlanmalıdır.’’
Ardından, Avrupa’nın bütünleşme ivmesini koruması istenirken, Birliğin Türkiye’yi hazmetme kapasitesinin dikkate alınmasının hem Birliğin hem Türkiye’nin genel çıkarları açısından önemli olduğu ifade edilmekte.
Sonra gelen maddede, Türkiye’den reform sürecini sürdürmesini, Kopenhag kritelerini geliştirme yönünüde çalışması ; özellikle ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, kadın hakları, sendikal hakları içeren ILO standartları ve azınlık haklarına ilişkin hükümleri uygulamasını beklediği ifade edilmekte.
Ardından, Birliğin temelini oluşturan, özgürlük, demokrasi, insan haklarına saygı, temel hak ve özgürlükler ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin ciddi ve sürekli ihlal edilmesi halinde, Komisyon’un girişimi ya da üye ülkelerin üçte birinin talebiyle müzakerelerin askıya alınabileceği hatrlatılmakta.
Ayrıca, Müzakerelerin ilerlemesi için yukarıda sözü edilen, Güney Kıbrıs’ı kapsayan Ek Protokol kapsamındaki yükümlülüklerinin yerine getirilmesi de istenmekte.
Bu arada, üyeliğin getireceği ekonomik yükler vb dikkate alınarak, uzun geçiş dönemleri, istisnalar, özel düzenlemeler ya da kalıcı koruma önlemleri alınabileceği belirtilmekte. Bu yaklaşım içinde, Komisyon’un, uygun gördüğü hallerde, kişilerin serbest dolaşımı, yapısal politikalar ya da tarım destekleri gibi alanlarda söz konusu önlemlere yer vereceği ifade edilmekte.
Son bölümde, Türkiye’nin AB mevzuatını katılımdan önce etkili bir şekilde uygulayacak duruma gelmek için, kurumlarını, yönetim ve adli sistemini, Birliğin standartlarına uygun hale getirmesi gerektiği hatırlatılmakta, etkin, tarafsız işleyen istikrarlı bir kamu yönetimi ve bağımsız ve etkin bir adli sistemi gereği vurgulanmakta. (http://ec.europa.eu/enlargement/pdf/turkey/st20002_05_tr_framedoc_en.pdf)
Değerlendirme notları
50 yıl sonra gelinen aşamada, AB’nin Türkiye’yi istemediği kanısı giderek daha çok yandaş bulurken, Türkiye’nin de artık AB’ye katılımı istediği konusunda ciddi soru işaretleri bulunmakta, dahası Türkiye’nin yön değiştirip değiştirmediği tartışılmakta.
AB-Türkiye ilişkilerini değerlendirirken, katılım süreci sorunlarla uzun yıllar sürmesine karşılık, tarafları birbirine yaklaştıran ekonomik ve sosyal bağların giderek güçlendiği görülmekte. Bilindiği gibi, Türkiye toplam ticaretinin yarıya yakını AB ülkeleri ile yapılmakta, AB en çok dış yatırım ve teknoloji transferi yapan partner olarak ülke ekonomisinde özel bir yer tutmakta. AB ülkelerinde yaşayan Türk asıllı nüfusun giderek aktif posisyonlara gelmeleri, binlerce öğrenci ve öğretmenin her yıl sürdürdüğü çalışma ziyaretleri, AB ülkelerinden ülkemize olan turist akını, giderek genişleyen sosyal bağlar yaratmakta..
Müzakerelerde yeni, bir başlık açılması ilişkilerde sınırlı bir etkisi olacağı kabul edilmelidir. Ayrıca, 2014'ün hem Türkiye için hem de AB için seçim yılı olması nedeniyle kullanılacak politik söylem itibariyle olumlu bir katkı yapma olasılığı düşük. Mart 2014’te yapılacak yerel seçimlerin AB ile ilişkiler ve Kıbrıs sorununu ikinci plana itilme olasılığını güçlendirmektedir. 2014 Mayıs sonunda yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de Türkiye’nin aleyhte sloganlarla kampanya malzemesi olması de beklenmekte.
AB’nin gecikmeler nedeniyle suçlandığı günümüze, yukarıda özetle verilen yaklaşık on yıl önceye ait bilgiler, son ilerleme raporuyla karşılaştırıldığında AB’nin istaediği öncelikli reformların halen yerine getirlmediği hatırlanmalıdır.
Katılım müzakerelerinde bir veya iki başlık açılmasının olumlu gelişme olarak, kamuoyunda umut canlanmasına neden olmasının, sorunun boyutları yanında küçük adımlar olacağı kabul edilmelidir. Gerçekten bir gelişme sağlanabilmesi için, AB’nin uzun yıllardır yinelediği reformlar ve Kıbrıs’ta çözüme ulaşılması öncelikli konu olarak ortaya çıkmaktadır.
Stratejik ortaklık
Yukarıda Komisyon tarafından yaklaşık on yıl önce yapılan değerlendirmelerde, Türkiye’nin büyüklüğü ve ekonomik durmunu öne çıkmakta, Birliğin Türkiye’yi hazmetme kapasitesine vurgu yapıldığı görülmektedir. Kendi içinde genişleme ve derinleşme sorunları taşıyan AB’nin son yıllarda yaşadığı mali krizin boyutları da dikkate alındığında, Türkiye’yi hazmetme kapasitesinin yakın vadede gelişmeyeceği de kolaylıkla tahmin edilebilir.
Diğer yandan, özetlenen değerlendirmeler, kritelerleri yerine getirmede önemli reformlar yapılsa da, üyeliğin kolay olmayacağını ortaya koymakta, uzun geçiş dönemlerine ihtiyaç duyulabileceği ifade edilmektadir. Yapısal politikalar ve tarım destekleri kapsamında çok fon çekme olsılığı ayrıca sınırlayıcı düzenlemeler yapılmasını; işsizlik, işçilerin serbest dolaşımını önleyici önlemleri gündeme getirebilecektir.
Özetle ifade edilecek olursa, üyeliğin zorluğunu dolaylı yollardan ifade eden AB değerlendirmelerinde, Türkiye’nin bölgede artan rolü ve stratejik önemine vurgu yapıldığı görülmektedir.
Türkiye’nin stratejik konumu, enerji hatları üzerinde oluşu, bölgede artan rolü, AB’nin stratejik hedefleri ile uyuşmakta, AB’nin son yıllarda tam üyelik kavramını pek kullanmadan Türkiye’nin stratejik önemine vurgu yapılması, müzakere sonuçları ne olursa olsun, güçlü bağlarla Avrupa kurmlarına bağlı kalınması isteği AB’nin tercihini ortaya koymaktadır.