"Her Alevi muhtarın sümeninde bir cami talep dilekçesi bulunur!"
Yanlış okumadınız. Anadolu'da Alevilerle sorunları üzerine konuşurken birkaç Alevi muhtardan duyduğum bir sözdü. Köylerine altyapı ulaşması, okula gidecek çocukların servisinin köye kadar gelmesi, kanalizasyon borularının onarımının gecikmemesi gibi konuların sihirli formülü köye cami yaptırma talebinde bulunmak. Oysa, cami Alevilerin hepsi için geçerli bir ibadet mekânı değil. Ancak, yasal olarak halen ibadethane statüsünde kabul edilmeyen cemevi, köylerde dedevi, Pirevi, meydanevi ve doğadaki kutsal ziyaretler inancın vazgeçilmezlerinden. Aleviliğin nesilden nesile aktarımını sağlayan ocak sistemi oldukça zarar görmüş durumda, dergâhlar ise 1925 Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile kapatılmış hâlde. Kısaca, Alevi inancının temel mekân ve kurumları bugün siyasi nedenler, kentleşme ve doğayı hiçe sayan neo-liberal dönüşüm projelerinden dolayı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Aleviliğin kurumlarının böylesine zarar gördüğü bir ortamda mevcut eğitim sistemi de Alevilerin ya inançlarını gizlemesine ya da inancın nesilden nesile aktarımının zorlaşmasına neden oluyor.
"Zorunlu din dersinin kalkması" talebi Alevilerin en çok gündeme geldikleri konulardan biri. Aleviler gerek Türkiye'deki mahkemelerde, gerekse AİHM'de (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) konuyla ilgili birçok dava kazandılar. Ancak, zorunlu din dersleri kalkmadı. Üstelik, seçmeli dersler arasına "Kur’an-ı Kerim", "Hz. Peygamberimizin Hayatı", "Temel Din Bilgileri" dersleri eklendi. Bugünkü uygulamada sadece Aleviler değil, bu seçmeli dersleri seçmek istemeyen diğer öğrenciler de mağdur. Zira, genelde felsefe, sosyoloji gibi diğer seçmeliler "öğretmen yetersizliği” gerekçesi ile açılmazken, öğrencilerin seçmeli din derslerine yönlendirildiği birçok velinin dile getirdiği bir durum.
Son iki yıldır mahalle okullarının imam-hatip lisesine dönüştürülmesi ise sadece Alevilerin değil, çocuğuna seküler ya da kendi din anlayışı doğrultusunda eğitim vermek isteyen tüm velilerin temel sorunlarından. Hatta bununla ilgili yaşadığım son örnek Alevilerden değil, AKP seçmeni, yazları çocuğunu Kur-an'ı Kerim kursuna gönderen bir tanıdığımdan. Mahalle okulunun gelecek sene imam-hatip lisesi olacağını öğrenince soluğu yanımda alıp, ne yapacağını danışalı henüz bir ayı geçmedi. Aleviler, bu sıkıntıların kendilerinin olduğu kadar Sünnilerin ve tüm yurttaşların sıkıntısı olduğunu da vurguluyorlar.
Bu sayfadaki doğa fotoğrafı herhangi bir fotoğraf değil. Fotoğrafın karşı kıyısında, sağ taraftaki ağacın hizasına düşen suların altında bir kutsal mekân var: Hızır Mekânı Gole Çhetu veya toplum arasındaki adıyla Gola Çetu. Munzur Irmağı ve Pülümür Çayı'nın kesişiminde, kadim zamanlardan bu yana gelen kutsal mekân, Uzunçayır Barajı’nın yapımıyla sular altında kaldı. Üstelik bu birçok kutsal mekânın da kaderi olacak gibi. Müzisyen kardeşler Metin-Kemal Kahraman ve gazeteci Şerif Karataş'ın 2010 yılında gösterime giren Gola Çhetu belgeseli Dersimliler için mekânın anlamını ve hissettikleri yoksunluğu gözler önüne seriyor. Üstelik bu sadece Alevilerin yoksunluğu değil. Belgeseli Getronogan Ermeni Lisesi'ndeki öğrencilerimle seyrederken mekânın ve ritüellerinin anıldığı yeni yıl anlamına gelen "gağan(t)" gibi Kürtçe birçok kelimenin Ermeniler için de kutsal olduğunu keşfettik. Belgesel yapımcıları Hızır'ın Mekanı'nın önemini şöyle açıklıyor:
"Türkçe’de ırmakların çatıştığı gölet anlamına gelen Gole Çhetu, kadim zamanlardan bu yana Hızır’ın mekânı olarak kabul ediliyor ve Dersim inancında özellikle halk arasında Hawtemale Pil, Kara Çarşamba, Newroz ve Mart Dokuzu olarak da adlandırılan 21 Mart kutlamalarının merkeziydi. Dersim Alevi inancında Hızır, ta yaradılışta Tanrı’nın büyük meziyetler bahşettiği tek ölümsüz peygamberdir ve sonra gelen 124 bin peygamberin rehberidir. 21 Mart sabahı Dersim halkı ırmakların kıyısında Hızır’ın nişangâhlarında ibadetlerini yapar. Bugün önü tutulan Uzunçayır (Merkez), Seyrantepe (Mazgirt) barajlarının yanı sıra hâlen yapımı devam eden veya yapılması planlanan altı baraj Munzur ve Pülümür vadileri boyunca bulunan onlarca kutsal mekânı sular altında bırakacak."
Çorum’da Alevi köylerine cami yapımının hâlâ devam ettiğine dikkat çeken dede Adıgüzel Erbaş, dergâhların nasıl Alevilerin ellerinden çıktığına da dikkat çekiyor:
“1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla Alevilerin eğitim kurumlarından Hacıbektaş ve buna bağlı Şahkulu Abdal, Musa Sultan, Karaca Sultan veya bugün AKP il binasının yerine yapıldığı Sütlüce’deki Karaağaç dergâhları kapatılarak Aleviliğin kılcal damarları kesildi. 1950’de Demokrat Parti iktidarla birlikte din derslerini getirdi ve 1980 darbesi ile zorunlu din dersleri ve uygulamalı namazlarla Alevi köylerine cami yapımı başladı, devam ediyor. Örnek, Çorum’a bağlı merkez Turgut Köyü cemevinin 50 metre karşısına 2009 yılları civarında cami yaptırıldı. Köye hizmet gitmediğinden köylüler istemek durumunda kaldılar. Muhtar devletten hizmet alacaksa cami istemek zorunda. Bu hizmeti devlet bürokrasisi dayatıyor. Çorum’a 20 kilometre mesafede Çayatap, Alevilerin yaşadığı bu köyde cami var. Sadece imam camiye namaza gidiyor. Yakın zamanlara kadar Çorum, Amasya ve Tokat’ta Alevi köylerinde ezan okunuyordu ve cuma selaları veriliyordu. Biz Aleviliğimizi gördüğümüz, bildiğimiz gibi yaşamak istiyoruz. Devlet erkinin Aleviliği tarif etmesini istemiyoruz. Rahatsız oluyoruz.”
Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı avukat Fevzi Gümüş cemevi meselesinin çözülmemesinin geçerli nedenlerinin olmadığını şu şekilde özetliyor:
"Cemevleri meselesinin çözülememesinde iki gerekçe sunuluyor. Birincisi ‘cemevi ibadethane midir’ yaklaşımı, diğeri de tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla ilgili kanun. Cemevi meselesi teolojik tartışmayla yaklaşılacak bir sorun değildir. Bir kesimin kendi inançlarını gerçekleştirdiği yer olduğuna göre, hâliyle tartışmaya açık değildir. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanun anayasanın 90. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi dolayısıyla, bugün yürürlükte değildir. Yani, özellikle Aleviler açısından bir yasaklar manzumesi halinde olan bu yasa yakın zamanda Yargıtay’ın vermiş olduğu ‘cemevlerinin ibadethane olup olmadığı yargının konusu değildir’ yönündeki kararıyla da çok açık biçimde ‘Tekke ve Zaviyeler Yasası yürürlükte değildir’ denmiştir. Bu kanun da bahane gösterilerek cemevi meselesi ötelenemez. Dolayısıyla bu konuda küçük bir yasal değişiklikle mesele çözülebiliyor. Ayrıca bu yönde bir yasama iradesi de vardır. Bugün CHP de, HDP de, MHP de bu meseleyle ilgili Meclis’te sorun çıkarmaktan ziyade sorun çözme yönünde tavır alıyorlar."
Kıblesi İnsan Olanlar köşesinin yazarı Mersin'den dede Hasan Kılavuz'un ise baskı ile yapılan camilerle ilgili bir önerisi var:
“Türkiye'de eşitlikten söz eden bir iktidar ve hükümet var, eğer eşitlik olacaksa Alevi köylerindeki camileri cemevlerine çevirsin. Nasıl ki devlet Sünni vatandaş için cami yeri ayırtıp yaptırıyorsa, bir köyde birkaç Alevi aile varsa, Alevi vatandaşa da arsa tahsisi yapıp cemevleri yapsın.”
Din dersleriyle ilgili iki temel sorun var. Dersin içeriği bir inanç olarak Aleviliği tam anlamıyla yansıtmıyor, dahası ders işlenirken Alevilere karşı ayrımcılık yapılıyor. Amasyalı, Cumhuriyet Gazetesi Yurt Haberleri Servisi Muhabiri Mehmet Menekşe ile konuyla ilgili yaptığı onlarca haberi konuşurken, kendisinin de yıllardır süregiden bu ayrımcılığa maruz kaldığını öğrendim:
“1976’da ortaokulu okumak için geldiğim Sivas Cumhuriyet Ortaokulu’nda din dersinde öğretmenin verdiği yıllık ödevini yapıp öğretmene verdikten sonra en büyük kırılmayı yaşadım. Ödevin konusu ‘Veda hutbesi’ idi. Dedeme sordum ve o söyledi, ben yazdım. Bir hafta sonra din dersi öğretmenin hışımla sınıfa girip ‘Mehmet Menekşe kim’ diye sorduğunu, gözlerinden çıkan kıvılcımları hiç unutmuyorum. Ödev, dedem yazdırdığı için tam puan alacağımı beklerken sıfır puan almış, bir sürü azar işitmiş, öğretmen ‘Yoksa sen Alevi misin’ diye sorduğunda ‘Evet ben Aleviyim’ diyememiştim. Adeta orada değerlerim, inandıklarım, doğru bildiğim her şey sıfırlanmıştı. Dedemin yazdırdığı ödeve bağırıp çağıran, aşağılayanın öğretmen değil, sistemin, devletin, egemen Sünni inanışının olduğunu yıllar sonra anladım. Ve Alevi çocuklarının bir şekilde buna benzer durumları yaşadığını yaşadıklarımdan biliyorum. Suçlanmak, öteki olmak, kendini gizlemek, Sünni gibi görünmek; gelinen noktada bunun devam ettiğine yaşayarak ve bir gazeteci olarak tanıklık etmeye devam ediyorum. En son 2013 yılında Amasya’nın Gümüşhacıköy ilçesinde Mehmet Paşa Ortaokulu’nda bir din dersi öğretmeninin Alevilere yönelik nefret söylemi sonrasında ilçe karışmış, olaylar yaşanmış, haberini yapmıştım. Olay mahkemeye taşınmıştı. İlçe kaymakamının öğretmene nefret suçundan değil de görevi kötüye kullanmaktan soruşturma izni vermesiyle, devletin bir kez daha Alevileri yok sayışını hissettim. Bu tür nefret suçu işleyen öğretmenin de, imamın da, devlet görevlisinin de ceza almadıkları gibi ödül gibi ‘sürgün’ edildiklerine her seferinde tanıklık ettim. 15 yıldır yaptığım gazetecilikte Alevilere yönelik yaşanan onlarca hak ihlali, ayrımcılık, nefret suçu haberi yaptım. Ve gördüm ki suç işleyenler her seferinde ödüllendirildiler.”
Mehmet Menekşe ayrıca, Alevi öğrencilerin yurtlarda yaşadıkları sıkıntıların eğitim hayatlarına mal olduğuna da değiniyor:
"2007 yılında Amasya’nın Böke köyünden kızını yurda kayıt ettirmek için getiren babaya yurt müdiresi kızının oruç tutup tutmadığını sormuş, baba da ‘Tutuyor’ diye cevap vermiş, sonra da kızım burada yapamaz diye alıp köyüne geri götürmüştü. Aileyle defalarca görüşmüştüm ve Cumhuriyet Ortaokulu’nda yaşadığım kırılmayı tekrar yaşamıştım."
İskenderun'dan Alevi Kültürünü Araştırma Derneği Başkanı Nihad Yenmiş de eğitimin tektipleştiğine değinirken siyasasallaşmış dini yaklaşımın eğitime etkisine dikkat çekiyor. Sünnilerin de özgür olmadığını belirten Yenmiş, “15-20 yıl sonra, bugün Milli Eğitim Bakanlığı politikalarının ceremesini çekeceğimizden, eğitimin meyvesinin uzun sürede yetiştiğinden" bahsediyor.
Sürecek...