Diyarbakır
Geçen hafta İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Demokratik Gelişim Enstitüsü ve Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Merkezi’nin düzenlediği ‘Dilin, Kimliğin ve Medyanın Çatışma Çözümündeki Rolü’ konulu panelde özellikle barış süreçlerinde dilin önemi üzerine verimli tartışmalar yapıldı.
Haiti, Priştina, Doğu Timor, Latin Amerika, Bosna gibi savaş bölgelerinde Birleşmiş Milletler adına Barış Koruma Gücünde çeşitli görevler üstlenen David Harland toplantıda Türkiye için de önemli olabilecek bir şey söylüyordu: Barış süreçlerinde bazen “neyi yapmayacağımızı” belirlemek de çok önemli olabilir.
Savaş içindeki toplumlarda siyasiler tarafından verilen nefret mesajları barış sürecinden sonra da toplumların bir arada yaşamasını zorlaştırıyor. Nefret mesajları ile sürekli yaratılan “korku”, medya eliyle de beslenerek, karşı toplumun karakterini kötü bir dil üzerinden biçimlendiriyor. Ve tarih bu dil üzerinden şekilleniyor.
Harland barış süreçlerinde “dil”in nasıl korkunç bir şekilde kullanıldığını, bugün her iki tarafın da tarihle aklını bozduğu, sürekli bir tarafın sinsi bir plan yaparak diğer toplumu ortadan kaldırma düşüncesi olduğu inancına göre şekillenen bir tarih ve dil ile karşı karşıya olunan Bosna örneğinden veriyor. Bu son derece çılgınca yapay manipüle edilmiş kimlik politikasını anlamak için, her 2 toplumun sürekli olarak diğer tarafla ilgili nefret mesajları veren liderlerinin söylemlerine bakmak yeterli.
Öte yandan Tunus ise “dil” konusunda başta Türkiye olmak üzere çatışmalı toplumların birçoğunda örnek alınacak bir deneyime sahip. Tunus’ta 2011 yılında demokratik seçimlerin ikinci turunda, iki büyük parti bir araya gelerek kamuoyu önünde hangi dili kullanacaklarını belirliyorlar. Nelerde uzlaşıp, nelerde uzlaşmadıklarını kendi aralarında belirledikten sonra, bunu kamuoyu ile de paylaşıyorlar. Bunların içerisinde en önemli nokta “dil” meselesi. Onur Anlaşması da denilen bu anlaşma ile her iki taraf kendi seçmenlerine muhalefeti tanımlarken kullanacağı dili belirliyor. Her 2 parti de birbirinden hiç hoşlanmıyor, birçok konuda da uzlaşmıyorlar. Ancak topluma nefret tohumları ekmemek ve iç savaş tehdidi altındaki Tunus’un geleceği adına, muhalefeti tanımlarken “terörist” gibi yıkıcı, toplumdaki ayrışmaları derinleştirici kelimeleri kullanmayacaklarını karşılıklı taahhüt ediyorlar.
Toplantının hemen ertesi günü CNN Türk’te Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan’ı dinlerken, bir kez daha dil meselesini düşündüm. Akdoğan’ın barış masasına oturmayı planladığı (en azından böyle olduğunu umduğumuz) Kürtler ve temsilcileri ile ilgili söylediklerine bakalım:
“Sahabe-i Kiram* ile görüşmüyoruz. Ortada elinde bir silah oraya buraya saldıran bir örgüt var"**
“Sürecin bir ayağı da terörün son bulmasıdır.”
“Kobane bahanesiyle yapılan şiddet…”
HDP’yi kastederek “Böyle bir sahtekarlık olmaz…”
PKK’yi kastederek “biz Kürtleri kimseye ezdirmeyiz”
“Terör örgütü yoksa niye barış süreci var”
“1500’e yakın PKK’lı etkisiz hale getirildi”
İnsan bu söylemleri dinleyince sormadan edemiyor:
Siz hangi örgütle masaya oturmayı planlıyorsunuz?
Eğer barış masasına oturmayı planladığınız örgüt PKK,HDP ise, ki Kürtlerin büyük çoğunluğunun görüşlerini temsil ettiği konusunda herkes hemfikir sanırım, bu durumda kendi toplumunuza “terörist” diye sürekli anlattığınız bir örgütle masaya nasıl oturacaksınız?
Her gün “terörist” dediğiniz örgütle masaya oturmaya seçmenlerinizi ikna edemeyeceğiniz açık.
“Etkisiz hale getirmekle” övündüğünüz, barışmayı planladığınız Kürtlerin çocukları.
Kürt toplumu açısından işkence edilen, dili yasaklanan, mağaralarda zehirlenen, katledilen, köyü yakılan, bok yedirilen halkının hakları ve onurunu korumak için mücadele etmeye dağa çıkan insanlar bunlar. Barışmayı planladığınız toplumun değerlerini bu kadar az mı tanımaktasınız?
Bir barış süreci gerçekten yürütülmek isteniyorsa, diğer tarafı karakterize ederken, muhakkak kaçınılması gereken kelimeler olmalı. Nefret dili üzerine inşa edilen barış süreci yürümez, yürüse de sonuçta bu topluma gerçek bir barış gelmez!
Bu söylemlerle, barışı bu ülkede bir ihtimal olmaktan bile çıkarabilirsiniz, farkında mısınız?
Nurcan Baysal
* İslam literatüründe Peygamber’i fiziken de gören saygın insanlara ithafen kullanılan sözcük.
** Bu cümleye Fehim Işık güzel bir yanıt verdi: "Akdoğan'ın görüştükleri Sahabe-i Kiram değil de PKKnin görüştükleri mi Sahabe-i Kiram?" http://www.evrensel.net/yazi/72711/cozum-surecine-ucuncu-goz-gerekli-mi#.VGMFAX6TK7o.facebook