Diyarbakır
1 ay sonra yeniden Cizre’deyim. Yasak kalktığından beri ayda bir Cizre’ye gidiyorum. Aslında sokağa çıkma yasağı birçok yerde olduğu gibi Cizre’de de kısmen kalkmış durumda. Gece yasak devam ediyor.
Cizre’ye 2 ayrı kontrol noktasından giriyorum. Cizre genel olarak sakin görünüyor. Kentteki dükkanların yarısı halen kapalı.
Sabah saatleri olmasına rağmen sürekli panzerler geçiyor. Yanımdaki Cizreli arkadaşım nehir kenarındaki parkta yaya yolundan bile panzerlerin geçtiğini söylüyor. “Maksat taciz etmek” diye ekliyor.
Cizre Belediye binasına giden sokağın giriş çıkışları kapatılmış durumda. Sokağın köşesinden belediye binasını görmeye çalışıyorum. Belediye binasının üzerine, neredeyse tüm binanın ön cephesini kaplayacak şekilde kocaman bir Türk bayrağı asılmış. Anlaşılan bayrakla yapılan gaspı kapatabileceklerini düşünüyorlar.
Şehirde kira sorunu ciddi boyutlara ulaşmış. Yıkımdan dolayı evlerin azalması kiraları 2-3 kat arttırmış. Kiraları arttıran bir başka etken de dışarıdan çok fazla güvenlik, kamu personelinin Cizre’ye gelmiş olması.
İnsanlar genel olarak sessiz, itinalı, temkinli görünüyor. “Herkes burada kin biriktiriyor” diye ekliyor mihmandarım.
Neredeyse her evin kurşunlarla delik deşik olduğu Nur mahallesine geçiyoruz. Mahalledeki kapılar ne çok şey anlatıyorlar diye düşünüyorum. Neredeyse her evin kapısı kurşunlardan harap olmuş durumda. Binaların çoğu hasarlı. İnsanlar evlerini toparlamaya çalışmışlar. Bazı evlerde kurşun deliklerinin sıva ile kapatılmaya çalışıldığını görüyorum. Ancak tahribat o denli yüksek ki evleri toparlamak pek mümkün olmamış.
Pırıl pırıl bir eve giriyoruz. Evin yeni onarıldığını öğreniyorum. Genç bir kadın 10 yaşlarında küçük kızıyla bizi karşılıyor. Güleç yüzlü, ince, dimdik bir kadın. Kadının ismi Hezni. Küçük kız Melike 2 yıldır Cizre’de Kürtçe eğitim veren okula gidiyormuş. Ama devlet bu yıl okulu kapatınca küçük kız devlet okulunda tekrar ilkokul 1’den eğitime başlamak zorunda kalmış. Bu yüzden çok üzgün ve kızgın. Eski okulunu istiyor.
Hezni’nin 2 çocuğu ve erkek kardeşi Cizre’de sokağa çıkma yasağı sırasında öldürülmüşler. Büyük oğlu 22 yaşındaki Sait bodrumlardaymış. 19 yaşındaki kızı Hacer, sağlıkçıymış. Abisinin yaralandığını öğrenince, yaralı abisine yardım etmek için bodruma gitmiş. 3 yıl önce de kadının 13 yaşındaki oğlu Muhammed PKK’ye katılmış. 3 çocuk babası kardeşi Selim ise sokağa çıkma yasağı sırasında evine isabet eden kurşunlarla ölmüş.
Kadın bir yandan elinde telefonla sürekli bize çocuklarının ve kardeşinin resimlerini gösterirken, diğer yandan da yaşadıklarını anlatmaya çalışıyor. Bazen acı acı gülümsüyor, bazen öfkeleniyor.
“Hayat cehennem gibi, geceleri uyuyamıyorum. Sait oğlum çocuklarımın en büyüğüydü. Hacer sağlık lisesindeydi. Sait savaşçıdır. Bir yerlere sığınmıştır diye düşünüyordum. Geçenlerde Cizre’de panzerin ezdiği küçük çocuk da dayı oğlum. 3 yıl önce de Muhammed, 13 yaşındaki oğlum dağa gitti. Şimdi 16 yaşında olmalı. Ondan da hiç haber alamadım. En azından Muhammed’den bir ses alsaydım.”
Sokağa çıkma yasakları başladığında 30 gün kadar evlerinde kalmışlar. Daha sonra evden çıkmışlar. Sait onlarla gelmemiş. “Ben mahallede kalacağım” demiş. 30 gün sonra oğlunun Cudi mahallesine geçtiğini öğrenmiş. Telefonla konuşmuş oğluyla. Sonra bir gün Sait’in yaralandığı haberi gelmiş. Kızı Hacer abisine yardım etmek için bodrumlara gitmiş. Oysa Sait’in yaralandığı bilgisi doğru değilmiş. Hacer bir daha bodrumlardan çıkamamış.
Kadın tekrar resimlerini gösteriyor çocuklarının. Sait yakışıklılığı ile ünlüymüş. “Bak bu resme” diyor. “Cenazesini almaya gittiğimde, savcı bile oğlumun güzelliğini görünce gözünden yaş aktı, başını eğdi önüne.”
Sait bir şekilde bodrumdan çıkabiliyor. Daha sonra infaz ediliyor:
“Sait’in bazı arkadaşları Irak’a geçebilmişler. Onlar söylemişler. Sait bodrumdan kurtulmuş. Operasyonlar bittiğinde Sait sağmış. Caminin oraya saklanmış. Ama daha sonra kardeşinin onun için bodrumlara gittiğini duyunca, kardeşime bunu yapamam, benim için bodruma gitti demiş. Onun yanına gideceğim demiş. Gerisini bilmiyoruz. Sadece sağ yakalandığını biliyoruz. Başında tek kurşun vardı. Savcıya oğlumun ölümüne ilişkin net bilgi verilmedikçe ben bu cenazeyi kabul etmiyorum dedim.”
Hezni Hacer’in ölümünü bekliyormuş ama Sait’in ölümünü beklemediğini söylüyor:
“Sait birkaç kez gözaltına alındı. En son 10.5 yıl ceza verildi. Gözaltındayken işkence yapmışlar, işitme kaybı oldu. 3 aylık ev hapsi vermişlerdi. Her gün imzaya gidiyordu. Yine de Sait bir şekilde kurtulur diye düşünüyordum. Ben o sırada Hacer’in yasını tutuyordum. Hacer yavrum, bilmez ki savaşmayı. Abisi yaralı diye gitmişti, onu öldürmüşlerdir diye düşünüyordum.”
Tüm aileler gibi onlar da DNA testi için DNA’larını verirler. Bir gün MEYA-DER’den anneyi ararlar. Cenazesinin Urfa’da olduğunu söylerler. Kardeşi “sen gitme” der. Kadın “Hacerimin saçının bir telini görsem bana yeter” der ve Urfa’ya gider:
“Örtüyü açana kadar da örtünün altında Hacer var sanıyordum. Hiç sormamıştım da kim diye. Örtüyü açtım, ilk dişlerini gördüm, hemen anladım Sait olduğunu.”
“Ya Hacer’in cenazesi?” diye soruyorum.
“Hacer’in cenazesi hala yok. 10 ay geçti, Hacer’in cenazesi yok, tamamen kül olmuş olabilir çünkü değişik kimyasal silahlar kullanıldı. Hacer’e dair ufak bir kıl parçası bile olsa bulurduk. Ya molozların arasında nehre karıştı ya da toprağa karıştı Hacer. Mahmut Duymak Cizre’de KÜRDİ-DER yöneticisiydi. Siyah bir poşetin içinde 3 kilo kemik verdiler eşine. Eşi ‘benim kocam 80 kiloydu, sen bana 3 kilo verdin’ dedi. Polis ‘bu da size fazladır’ diye cevapladı.”
Hezni’nin öldürülen erkek kardeşinin henüz yeni bebeği olmuş. 3 aylık bebeğin resmini gösteriyor. “Annemiz yoktu. Kardeşimi ben büyüttüm. Ona hem analık hem ablalık yaptım” diyor.
Hezni’nin 18 yaşında evlendiğini öğreniyorum:
“Sait, Hacer, Muhammed gittiler. 5 çocuğum daha var. Artık çocuklarıma git bir bardak su al demeye bile kıyamıyorum. Bazen deli gibi oluyorum, sonra kalan çocuklarıma tutunuyorum. Ama Melike çok yalnızlık çekiyor. Hacer onun ablası değil, arkadaşı gibiydi”.
Kadının çok ağrına giden bir şey de Sait’in cenazesini törenle gömememek olmuş:
“Hiç unutmayacağım. Sait’in cenazesini eve getirdim, kimsesiz, yetim gibi defnettim. Bu çok zoruma gitti. Aile, akrabalarımız vardı elbet, ama devlet cenaze törenine izin vermedi. Bir şehit hiç böyle uğurlanır mı hiç? Biz pırıl pırıl çocuklar kaybettik.”
Bundan sonrası için ne düşündüğünü soruyorum:
“Ben yaşadığım sürece barış kelimesini ağzıma almayacağım. Biz çocuklarımızı iyi yetiştirmek için varız. Bu kadar çocuğumu kaybettikten sonra dünya malını verseler istemem. Her şey anlamsız artık. Sağ olduğum sürece çocuklarımın davasının peşini bırakmayacağım.”
Sonra ekliyor:
“Bu sokaklar bana artık karabasan gibi geliyor. Tek sığındığım bazen Sait’in mezarına gitmek.”
Hezni ve Melike kapıya bizi uğurlamaya çıkıyorlar. Kadının elinde hala Sait ve Hacer’in resimleri var. Gülümseyerek sevgi ve şefkatle bakıyor Hacer’in resmine ve ekliyor:
“Hacer’in saçının bir teli olsaydı bana yeterdi.”