Diyarbakır
Bugün okulun ilk günü. Her yıl okulun ilk günü yaşanan heyecan bu yıl yok. Tanıdığım öğretmenlerin neredeyse hepsi görevlerinden alınmış durumda.
Diyarbakır’da yüzlerce okul öğretmensiz. Sınıflar boş. Bölgede açığa alınan 11 bin 500 öğretmenin 4 bin 500’ü Diyarbakır’dan. Açığa alınmayan konuştuğum bir öğretmen “29 Aralık’ta raporluydum, bacağım kırılmıştı. Beni bu nedenle açığa almamışlar. Herkesin mesleğinden olduğu bu dönemde arkadaşlarıma açığa alınmadığımı söylemeye utanıyorum” diyor. Sadece Diyarbakır değil Bölgedeki birçok okul öğretmensiz başladı yeni eğitim yılına.
Öğretmensizlikle birlikte bölgede okulsuzluk durumu da yaşanıyor. Aylar süren sokağa çıkma yasakları sırasında yüzlerce okul ve yurt özel timlere tahsis edildi. Bu okullar ve yurtların halen bir kısmı özel timler tarafından kullanılıyor. Bölgede yüzlerce okul tahrip oldu. Diyarbakır Suriçi, Nusaybin gibi birçok yerde yasaklı olan mahallelerin içinde kalan okullar var. Nitekim Suriçi’nde geçen ay birkaç sokağı açılan Dabanoğlu mahallesinde gezerken gördüğüm top oynayan çocuklara okula neden gitmediklerini sorduğumda, okullarının yasaklı bölgede kaldığını ve yeni bir okula kayıtlarının yapılmadığını söylüyorlar.
Şırnak’ta ise 6 aydır yasak devam ediyor. 5000 civarında aile Şırnak’ın hemen dışında çadırlarda yaşıyor. Çadırlarda kalan on binlerce çocuk için tekrar okula gitmek uzak bir hayal gibi.
Hem Kürt öğretmenler hem de Kürt çocuklara okul artık uzak görünüyor.
Diyarbakır’da bir yerden bir yere ulaşmak artık çok zor. Neredeyse 1 yıldır şehir fiili sıkıyönetim altında. Tüm askeri binalar, askeri alanlar, lojmanlar, valilik, kaymakamlık gibi binaların önleri demir barikatlarla kapatılmış durumda. Birçok yerde binaların önlerini kapatmakla yetinilmemiş, binanın bulunduğu ana caddelerin girişleri bile demir barikatlarla kapalı ya da trafik kontrollü olarak barikatların yanından tek şeritten veriliyor. Birçok ana caddede yol boyunca eli kalaşnikoflu özel timler akan trafiğe eşlik etmekteler.
10 dakikalık yolu 40 dakikada alarak büroma ulaşabiliyorum. Sur Belediyesinin önü demir barikatlar, tomalar, zırhlı askeri araçlarla tamamen kapatılmış durumda. Sur Belediyesinden arkadaşlarımı arıyorum. Belediyede sadece “kayyumcular” olduğunu söylüyor. Sözlüğüme yeni bir kelimeyi daha ekliyorum: “kayyumcular." Bakalım tarih nasıl yazacak bu “kayyumcular.”
Bugün kayyum atanan 24 DBP belediyesinde protesto var. Çalışanlar bugün işe gitmeyecekler. Nitekim telefonla konuştuğum belediyeci arkadaşım “Belediyeye gitmeksizin işlerimize devam ediyoruz, mahallelerde çalışıyoruz” diyor.
Öğlen Ofis Ekinciler caddesindeki Eğitim-Sen’e gidiyorum. Önündeki ana cadde tamamen kapatılmış olan Diyarbakır Valiliğinin önünden geçiyorum. Valilik binasına asılan devasa Türk bayrakları tüm cadde boyunca devam ediyor.
Eğitim-Sen’in bulunduğu binanın hem önü hem içi kalabalık. Okullarından işten uzaklaştırıldıklarına dair tebligatlarını alan öğretmenler, bu tebligatlarını toplu dava açılması için Eğitim-Sen’e getiriyorlar. Kalabalığın arasından zorlanarak Eğitim-Sen’e çıkıyoruz. İçeride yüzlerce öğretmen var. Öğretmenler günlerdir oturma eylemindeler. Binanın dışında ise özel timler ve tomaların yanı sıra ellerinde kameralarla polisler binaya girip çıkanları kaydetmekteler.
Öğretmenlerle sohbet ediyoruz. Öğretmenlerden biri “4 bin kişi geri görevlerine dönecek diyorlar, 500 kişiyi ise işten atacaklarmış” diyor. Bu tarz haberler çeşitli beklentiler yaratarak, insanların haksızlığa karşı protesto, eylem kapasitelerini de zayıflatıyor. Bildiğimiz böl-parçala-yönet politikası. Yanımdaki arkadaşım “Cezaevinde de böyle yaparlardı. Ciddi bir protesto, direniş olacağını hissettikleri zaman, cezaevi yönetimi hemen ortamı yumuşatıcı bir şey yapar, bunun üzerine direnişi örgütleyecek insanlar arasında fikir ayrılıkları çıkardı. Salatalığı gösterir, vermezlerdi, ama beklenti yaratırlardı. Salatalığın kokusu kalırdı” diye anlatıyor bu politikanın cezaevi yüzünü. Ünlü Fransız filozof Foucault’nun dile getirdiği biyo-iktidar, biyo-terbiye dedikleri tam da bu olsa gerek diye düşünüyoruz.
Kayyum aslında sadece belediyelere atanmış değil. Bu vesayet sistemi hayatımızın tüm kılcal damarlarına zaten sirayet etmiş durumda. Artık hangi parka gideceğimize karar veremiyoruz, çünkü bazı parklar bizlere kapalı.
Çocuklarımızın bugün ders yapıp yapmayacaklarını bilemiyoruz, çünkü ne okullarımızı ne öğretmenlerimizi, ne eğitim sistemimizi biz belirleyebiliyoruz.
Kimin tutuklanacağını, kimin gözaltına alınacağını bilmiyoruz, çünkü bir hukuki kriterler sistemi yok. Kimin işinde kalacağını, kimin işinden atılacağını bilmiyoruz. Çünkü kimi vuracağı belli olmayan bir tasfiye sitemi ile karşı karşıyayız.
Eğitimcilerden sonra şimdi sağlık çalışanları görevden alınmayı bekliyorlar. Bir sağlık çalışanı “hastanede her telefonunuz var dediklerinde, görevden alınma haberim mi geldi diye düşünüyorum” diye anlatıyor içinde bulunduğu ruh durumunu.
Kayyum sadece belediyelerde değil, artık hayatlarımızın içinde.