Önceki hafta medyada Van Edremit Belediyesi kayyımının, halk plajındaki tarihi höyüğün ve Ermeni mezarlığının üzerine tuvalet yaptırdığı haberleri geçti. Mezarlıktan çıkan kemikler etrafa saçılmıştı. Gelen tepkiler üzerine Kayyım Bey Twitter hesabından bir açıklama yapmış. Açıklamada şöyle diyor:
“Dicle Haber Ajans kaynaklı halk plajının Ermeni mezarlığını tahrip ettiği vs. haberi tamamen yalandır, bu bölgemizde Ermeni mezarlığı yoktur.”
Kayyım Bey ne diyecek, yaptığı rezilliği inkâr etmeye çalışacak elbet. 40 yıllık yaşamımda öyle şeylere şahitlik ettim ki beni bu devletin yaptıkları maalesef şaşırtmıyor artık. Ermeni halkına karşı utançlarıma bir yeni utanç daha eklenmiş, kıvranırken, kayyımın açıklamasının altındaki yorumlara denk geldim. Birkaçını buraya alıyorum:
“Türkiye halkının sabrını zorlamayın yoksa mezar taşını bile bulamazsınız vatan haini Ermeni piçleri.”
“Oraya gömülen Ermeniler değil, bu terör ve rant odaklarının hevesleridir.”
“Bunu yapsa yapsa bir Ermeni yapar…”
“Tuvalet mezarlığın içinde gözükmüyor. Ermeni vatandaşlarımıza hizmet bu...”
“İnsan” ne diyeceğini şaşırıyor. Senin devletinin temsilcisi Ermeni halkının mezarlığının üzerine tuvalet yapsın, sen yapanı kınayacağına, Ermenilere, “mezar taşı bile bulamazsınız piçler” diye yaz. Ya da daha da ötesi tuvaletin Ermenilere de bir hizmet olduğunu… Kötülük, kötülük, kötülük!
Bu açıklamadan sonra, haberlerden, halk plajının girişe kapatıldığını ve alanda kamyon ve kepçelerin çalışmaya başladığını ve alanda incelemelerde bulunmak isteyen Van Protestan Kilisesi Ruhani Lideri Vahit Yıldız’ın plaja alınmadığını öğreniyoruz. Yıldız, yaptığı açıklamada, getirilen toprağın rastgele etrafa döküldüğünü ve yer yer kemiklere rastlandığını belirtiyor ve “bir mabedin, mezarlığın ya da inancın kutsal saydığı yerin üzerine tuvalet, duş gibi şeylerin yapmanın vicdanen doğru ve etik olmadığını” söylüyor. Aynı şey Müslüman mezarlığına yapılsa seferberlik ilan edilirdi muhtemelen.
Bu topraklar öylesine çok vahşete tanıklık etti ki. Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler… Tüm bu halkların soyları kırıldı bu topraklarda. Bu katliam ve soykırımlarda dedelerimiz de yer aldı. Uzun yıllar bunun utancıyla yaşadım. Doğrusu artık bu utançla yaşamak istemiyorum. Bu ülkede şuan yapılan pisliklerin utancını da paylaşmak istemiyorum. Bunları yapanlarla kendimi aynı topluluğun parçası olarak görmüyorum. Bunları yapanlara karşı korkunç bir öfke duyuyorum. Bu vahşetleri, kırımları, saygısızlıkları yapanlara karşı mücadele etmek istiyorum. Bir daha bunlar asla yaşanmasın istiyorum.
104 yaşında vefat eden Ayşe Nenem, sık sık bana Ermeni komşularının nasıl ölüme götürüldüklerini anlatırdı. Kürekle, baltayla vurula vurula köyümüzdeki uçurumdan atılan Ermeni komşuları için nenem ölünceye dek ağıt yaktı. Kemiklerin de konuştuğunu söylerdi nenem. Kemiklerin sesini duymak lazımmış, öyle derdi nenem. Onlara iyi bakmak, arada bir ziyaret etmek lazım derdi.
Bu ülkede ise ne ölüye, ne diriye, ne kalan bir avuç kemiğe saygı var. Fıtratlarında öldürmek var, aç bırakmak, işsiz bırakmak, zindanlara atmak var. Ama artık biliyoruz ki bunların fıtratlarında mezarların üzerine tuvalet dikmek de varmış!
Oysa kemikler konuşur…