Geçen hafta medyanın bir kısmında ufak bir haber geçiyordu:
“Şırnak’ta TOKİ’lerin yapıldığı alanda 2 cenaze daha bulundu”.
“Daha” kelimesini açalım. Ekim ayında Şırnak’ta yine TOKİ’lerin yapıldığı alanda bir cenaze “daha” bulunmuştu. Mayıs ayında yine Şırnak’ta TOKİ inşaatında 2 cenaze “daha” çıkarılmıştı. Mayıs ayında Nusaybin’de de TOKİ inşaatında cenazeler çıkıyordu. Ekim ayında Nusaybin’de TOKİ inşaatında bir cenaze “daha” bulunacaktı… Aynı şey Yüksekova ve Cizre için de geçerli. Kentler yıkılıyor. Cenazeler çıkarılmadan üzerine hızla TOKİ’ler inşa ediliyor. Sonra Kürtlere kemiğin, kanın, cenaze parçalarının üzerine yapılan evlere “git yerleş” deniyor.
Geçen hafta Karin Karakaşlı Duvar’da yazmıştı içinde bulunduğumuz “serbest kötülük” halini. Marina Abramovic’in “Rhythm 0” adını verdiği gösteriden örnekle, “kötülüğün hiçbir cezaya maruz kalmadan, aslında tam bir cezasızlık ve sorumsuzluk iklimi içerisinde hızla yayılışının hikâyesini” anlatmıştı Karin Karakaşlı.[1] Uzun süredir düşünüyorum da, kötülük hiç bu kadar serbest olmuş muydu?
Birkaç gün önce Evrensel gazetesinde çıkan habere göre son 1 yıl içerisinde Şırnak, Cizre, Nusaybin ve Yüksekova’da TOKİ inşaatları sürerken, konutların yükseldiği bölgeden bir yılda 26 cenaze çıkarıldı. Haberden çıkarılan cenazelerin bazılarının farklı illerdeki adli tıp kurumlarına gönderildiğini, bazılarının ise çıkarıldıkları kentlerde bulunan kimsesizler mezarlıklarına defnedildiğini öğreniyoruz.[2] Bu bölgelerde hala cenazelerin olduğu tahmin ediliyor. Haberin devamında konutların yapıldığı bölgelerden ağır kokuların geldiği de belirtiliyor.
Şırnaklı bir dostumu arıyorum durumu öğrenmek için. Şırnak’ta TOKİ’leri bitirmek için çok hızlı çalışıldığını, örnek daireler yapıldığını, İsmetpaşa Bölgesinde TOKİ’lerin neredeyse bittiğini, 2018 baharına dek TOKİ inşaatlarının bitmesini beklediklerini söylüyor ve şöyle devam ediyor:
“Ancak TOKİ’ler büyük bir hayal kırıklığı yarattı Şırnak’ta. Daireler oldukça küçük, binalar 8-9 katlı. Tek bir binada 60 civarında daire var. Hapishane gibi. TOKİ dışında burada devlet kendi evini yapmana da izin vermiyor. 5 yıllığına böyle bir karar alınmış. Böylece herkes TOKİ’lere muhtaç hale getiriliyor. Tabi yandaşlar hariç, onlar istedikleri yere kat kat çıkıyorlar. Burada TOKİ’ler devletin ve Türklüğün sembolü gibi…”
Bir yandan şehirler yıkılıyor, diğer yandan yıkımın üzerine TOKİ adı verilen ruhsuz evler yapılıyor. Güzelim Cudi’ye, Gabar’a, Sümbül’e karşı bu iğrenç yapılar yükseliyor. Ve bu yapıların altında evlatların kemikleri var.
Arkadaşım devam ediyor:
“Geçen hafta annemle yürürken eski komşumuza denk geldik yolda, yıkımdan önce komşuyduk. ‘Nereye’ diye sordu annem. ‘Bizim mahallede kepçe çalışıyormuş. Gidip bakacağım, belki oğlumun cenazesi çıkar’ dedi. Öyle birçok ana baba var Şırnak’ta. Kepçeler çalışıyor, onlar izliyor, olur da evladının cenazesi çıkar diye.”
Kötülük doludizgin at koşturuyor memleketimde. Onu Şırnak’taki kepçenin ağzında, Van’da Ermeni mezarlığının üzerine yapılan tuvalette, yıkılan Alipaşa ve Lalebey’in bazalt taşlarında, yağmalanan Surp Grigos’ta, tellerin arkasındaki yasaklı Nusaybin’de, üzerine bastığınız Şırnak’ın toprağında, Sur’un pervazsızca yıkılan binlerce yıllık sokaklarında, Bölgedeki morglarda hala teşhis edilmeyi bekleyen kemik parçalarında, yerde bırakılan cenazelerde, Cizre’de çocuk mezarlığında numaralandırılmış isimsiz mezar taşlarında görebilirsiniz. Her yandan duyulan ağır kokusunu hissedebilirsiniz.
Bu dizginsiz kötülüğe cesaretle “Dur” demek lazım, “dur” demek lazım.