Gittikçe küçülen dünyamızda geçtiğimiz 7 Temmuz günü Türk basınına pek yansımayan önemli bir gelişme oldu. BM Genel kurulu’nda Nükleer Silahları Yasaklama Antlaşması 120 ülkenin evet demesiyle kabul edildi. Kitle imha silahlarının yapımının ve kulanımının önüne geçilmesi savaş hukukunun (dolayısıyla insancıl hukukun) en önemli konularından biridir. 1972’de biyolojiik silahları, 1992’de de kimyasal silahları yasaklayan antlaşmalar kabul edilmişti. Nükleer silahları yasaklayabilecek bir antlaşma düşünülemiyordu ama sonunda oldu.
Elbette, sözkonusu antlaşma sadece taraf ülkeleri bağlayıcı olacaktır. Biyolojik ve kimyasal silah antlaşmaları gibi uygulama bakımından evrensel nitelik kazanması en azından görünür gelecekte beklenmemelidir. Nitekim, dokuz nükleer güç ve onlarla değişik bağlantılar içinde olan ülkeler oylamayı katılmamış. ABD, Fransa ve İngiltere de ortak bir açıklama yaparak, antlaşmayı gerçekçi bulmadıklarını bildirerek, nükleer silahların caydırıcı etkisi nedeniyle barışa olan etkisini vurgulamışlar.
Nükleer silahların paradoksu bu işte. Bir yandan imha gücü nedeniyle insanlığa büyük bir tehdit oluşturuyor. Öbür yandan, tırmanma olursa nükleer silahın kullanılabileceği endişesiyle ülkeler silahlı çatışmadan kaçınıyor. Soğuk Savaş’ın sıcak savaşa dönüşmemesinin en önemli nedenlerinden biri, iki karşıt nükleer kamp arasındaki dehşet (ve korku) dengesi olmuştur. Başka örnekler de var. Pakistan nükleer güç olmasaydı Hindistan onu “ham” yapabilirdi. Orta Doğu’daki kitle imha silah denklemleri karmaşık bir tablo. Kuzey Kore’nin ABD’ne ve komşularına karşı nükleer silah kullanma tehditi de o garip rejimin şimdilik sürmesini sağlıyor.
Birçok uzmana göre, bugün dünyada büyük güçleri karşı karşıya getiren geniş çaplı silahlı çatışmalar çıkmıyorsa nükleer silah korkusundan dolayıdır. Nükleer silahlar olmasa herhalde birçok siyasal kriz kolayca silahlı çatışma aşamasına tırmanabilirdi.
Konunu başka yönleri de var. Aslında ABD’nin bütün ülkelerin de aynı şeyi yapması kaydıyla nükleer silahlardan vazgeçebileceği söylenir. Çünkü, derler, ABD askeri teknoloji bakımından diğer ülkelerden o kadar ilerdedir ki, nükleer silahlar ortadan kalkarsa diğer ülkelerin ABD’ye karşı caydırıcı kozu kalmaz. Örneğin, ABD’nin gözü dış uzaydadır; onun için, Rusya’nın tersine, dış uzayın askeri amaçlarla kullanılmaması ve silahlandırılmaması çalışmalarının geliştirilmesine olumlu yaklaşmaz. Dolayısıyla, Rusya, Çin gibi ülkelerin nükleer silahlardan arınmalarını beklemek gerçekçi değildir.
Konuyu daha geniş bir çerçeveye de yerleştirebiliriz. Bugün dünyada yeni bir düzen oluşturulmasını savunan pek çok kesim olduğunu biliyoruz. Ancak, geçmişe baktığmızda, küresel düzen değişikliklerinin hep büyük savaşlardan sonra yapılmış olduğunu görüyoruz. Bu kez nükleer silah korkusundan kimse geniş çaplı çatışmayı göze almak istemez. Dolayısıyla dünya düzeni değiştirilecekse bu kez barışcı yoldan yapılması gerekiyor. Nükleer silahların varlığı insanlığı parodoksal biçimde küresel boyutta değişimi barış içinde aramaya zorluyor.
Dünyanın hali böyle olsa da, nükleer silahların yasaklanmasının br antlaşma yoluyla uluslararası hukuk normu haline getirilmesi girişimi, insanlığın geleceği açısından önemli bir adımdır. Umarız, ilerde bu adımın arkasını getirebilecek koşulları oluşturmayı dünyamız, nükleer silahların gölgesinde mecburen de olsa, başarabilir.