Sosyal medyada Soçi zivresiyle ilgili bir montajlı foto dolaşıyor. Üç baş baş başa başarılarını göstermek için başkalarına, bayraklarının başında. Bayraklarının arasından baş gösteriyor başka bir baş: Barışa konmuş dördüncü baş mı bu baş? Yoksa baş belası mı? Yoksa baş tacı mı? Senin bakışın başkalaşsa da o baş aynı baş: Beşar Esad.
Görünüşte Suriye barış süreci ilerliyor. DAEŞ belası en azından şimdilik defedildi. Silahlı çatışma indirgendi. Göçmeler, yerinden edilmeler azaldı. Bunlar azımsanabilecek ilerlemeler değil. Gel gelelim, yukarıdaki şakalı algılama açısından bakarsak, bu süreç Esad rejiminin yeniden kuruluşu.
Suriye politikamızı başından beri izleyenler merak ediyor elbette. Türkiye nasıl katıldı bu sürece? “ABD – Rusya ortak bildirisinde bile Cumhurbaşkanı Esad ifadesi kullanıldı. Biz niye gerçekleri kabul edip ona göre davranışımızı ayarlamayalım?” diye düşünebiliriz elbette. Asıl yanıtı hepimiz biliyoruz:
Türkiye’nin önceliği, Suriye’de rejim değişikliği değil artık. Yeni önceliğimiz Suriye’nin bize sınır bölgelerinde ulusal güvenliğimizi, toprak bütünlüğümüzü tehdit eden oluşumun önlenmesi. Medyamıza göz atıyorum da, kendimizi getirdiğimiz bu noktaya bakıp, “oh olsun!” diyenlerimiz de var, için için sevinenlerimiz de, “artık başka bir şey yapamayız” diyenlerimiz de, “Yönetim bu belayı başımıza nasıl sardı?” diye yazıklananlarımız da.
Ülkemizde yönetim bugün değişse bile yeni gelenlerin en azından kısa vadede değiştiremeyecekleri bir hareket çizgisine saplandık. Suriye’nin kuzeyinde başımıza iş açmayacak bir düzeni sağlama bağlamak zorundayız. Duygularımız, ideal bölge düzenine ilişkin güzel tasavvurlarımız bir yana, uluslararası ve bölgesel hayatın gerçeği, gereği bu. Rusya ile elimizi verip kolumuzu kaptırmadan (bu tehlike mevcut) işbirliği yapmak güzel ama Rusya bize karşı ve genel olarak bölgede Kürt kartını elinden bırakmaz. Soçi sürecinden bu açıdan o kadar umutlu olmayalım. ABD ve genel olarak Batı ile diyalogumuz o kadar zayıf ki, bazı şeyleri bize duydukları antipatiden inadına yapıyorlar gibi... Bu durumu değiştiremeyince geriye kala kala bölgesel aktörler kalıyor. Eh! İran’da Kürdistan eyaleti, Irak’ta Kürdistan özerk bölgesi var. Esad rejimi de özerklik düşünebileceğini söyledi. Sırf bize gıcıklık olsun diye bile yapabilirler bunu. (Gerçi Esad yönetiminin, ilerde, koşulları müsait görünce Kuzey’deki oluşumu bastırmayacağını düşünmek hata olur.) Soru: Suriye’nin gelecekteki, eski deyimle, idari taksimatını ya da yeni iktidar yapılanmalarını nasıl lehimize yönlendireceğiz? Hem Esad’ı hem de Suriye’nin kuzeyindeki oluşumu bertaraf etmek mümkün görünmediğine göre, Esad ile en azından dolaylı diyaloga doğru itiliyoruz.
Bu arada, Riyad’da bizim bazı yandaş basın organlarının erteleceğini yazdığı bir Suriye muhalefeti toplantısı yapıldı. Soçi’nin ve bu toplantının ayrı yarı sonuç bildirilerine bakılırsa, birbirini tamamladıklarını düşünmek pek güç görünüyor. Ancak BM bu iki toplantıyı birbirine bağlamaya ister istemez uğraşıyor. Suudi Arabistan ile aramız açıldığı için Riyad toplantısını biz ne kadar etkileyebildik, bilemiyoruz. Ne var ki, muhalefet zayıf görünse de bir birlik sağlaması ve 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı temelinde müzakerelere birlikte katılmayı öngörmesi de önemli bir gelişmedir. Rusya bundan memmnun mudur? Anlaşılan o da bir muhalefet toplantısı planlıyor. Rusya’nın Başar Esad’a muhalefetten anladığı Esad Başar’dir.
Suriye ile ilgili bugüne kadar alınmış BM kararlarına göre hukuki çözümün yeri Soçi değil, Cenevre’dir, New York’tur. Rusya Soçi’yi oralara yansıtmayı bakalım ne ölçüde becerecek. Kolay değil. Son bir habere göre, Suriye rejimi Cenevre toplantısına katılmakta nazlanıyormuş. Beklenmeyecek bir gelişme değil. Rusya’nın bundan haberi yok mudur? Bence Rusya, kendine ve Esad’a uygun bir çözüm dayatamazsa, ABD ‘nin stratejik miyopluğu tedavi edilmediği sürece, “ne savaş ne barış” halini tercih eder. Bu da bizi yorar. Onun için Cenevre görüşmelerinde teknik deyişle, “istikşafi görüşmeler”den gerçek müzakarelere bir an önce geçilmesi bizim yararımızadır. Birçok sorunumuzun çözümü yapılması öngörülen yeni Suriye anayasasında olacaktır. (Bu anayasanın, sünnisi, alevisi, Kürdü, hristiyanı, Türkmeniyle bütün Suriye vatandaşlarına nefes aldırması, umut vermesi gerekir elbette.) Biz Cenevre sürecinini neresindeyiz bilmiyorum, ama, merak ediyorum: Stefan de Mistura niye Ankara’ya uğramıyor?
Suriye’de insanlığa karşı suçlar, savaş suçları işlendi. (Daha dün 80 sivil öldürülmüş.) Kimyasal silah kullanıldı (Bunun vahametinin Türk kamuoyunda anlaşılmadığını üzüntüyle görüyorum). Yüz binlerce insan öldü. Milyonlarca insan evsiz barksız kaldı. Milyonlarca çocuğun geleceği karardı. Bütün bunların, gün gelecek hiç değilse Bosna’da olduğu gibi hesabı sorulacak mı acaba? Suriye konusunun insan hakları ve insani yönüyle uğraşmış biri olarak, bunları düşünürken içim acıyor, hepimiz biraz olsun insanlığımızdan utanabilelim istiyorum. Onun için Esad rejminin restorasyonunu içime sindiremiyorum.