Kanal D ve Olay TV’de genel yayın yönetmenliği de yapan yılların gazetecisi Süleyman Sarılar, haber televizyonlarındaki tartışma programlarını “vekalet müsamereleri”ne benzetti:
“Bu süreçte TV yönetici olsam, gazetecileri siyasal bir tartışmaya asla konuk almam. Varsa yorumlarını habere yansıtırım. Partili kimlikleri sadece partili kimliklerle tartıştırırım.
Eğer siyasal partilerin görüşlerini doğrudan resmi temsilcileri aracılığıyla ekrana yansıtamıyorsak vekalet müsamerelerinin aracı olmamamız gerek. Bir muhalefet yetkilisinin muhatabı aynı düzeyde iktidar yetkilisi olmalı. Farklı görüşten gazeteciler konuğa soru sormalı.”
Sarılar’ın özetle aktardığım eleştirilerine katılıyorum. Haber kanallarının tartışma programlarında doz aşımı yaşanıyor. Sayısını bilemediğim, onlarca haber kanalı “konuşan kafalar” ile dolu. Akşam hangisini açsanız bir programda 3 ya da 4, bazen daha fazla sayıda siyasetçi, gazeteci, akademisyen, araştırmacı gibi isimler konuşuyor da konuşuyor.
A Haber, TGRT, Akit, 24, TVNet ve TRT Haber gibi kanallarda konukların tümü zaten iktidar yanlısı olduğu için karşılıklı bir fikir alışverişi, tartışma olmuyor. Temsilciden öte “Militan” denecek kadar katı iktidar savunucusu gazeteciler de görüyoruz bu TV’lerde.
Halk TV, KRT ve Tele1’de de durum çok farklı sayılmaz. Bu ekranlara çıkanlar da “muhalif” isimler olduğu için tartışma yerine gelişmelere ilişkin değerlendirme ve eleştiriler öne çıkıyor. Muhalif kanallardaki gazeteciler de yer yer “parti temsilcisi” gibi konuşuyor…
NTV, CNN Türk, HaberTürk, Global, TV100 gibi kanallarda iki taraftan da konuklar ekrana çıkarılarak “tarafsız” ve tüm görüşlere yer veriyor gibi görünmeye çalışılıyor. Ama iktidar yetkilileri, genellikle ekrana tek çıkmayı tercih ediyorlar; muhalefet temsilcileri ya da muhalif isimlerle karşı karşıya gelmekten kaçınıyorlar.
O zaman da arada kalan bu kanallar, bazen muhalefet partilerinden isimleri ekrana getirebilseler de çoğunlukla gazetecilerin de aralarında bulunduğu “yorumcu”lara iktidar ya da muhalefet “temsilciliği” rolü verip, onları tartıştırıyorlar.
Zaten oturma düzeni de buna göre ayarlanıyor; iktidar ve muhalefet “temsilcileri” karşı karşıya oturtuluyor. Fikirlerin yarıştırıldığı bir ortamdan ziyade bir “ring” havası yaratılıyor. Kavgalar yaşanan, zaman zaman tansiyonun yükseldiği bu programlarda konuşmacılar çoğu kez birbirini dinleme gereği bile duymuyor.
Bu kanallarda ekranlara gelen isimler giderek de sabitleniyor, her programda aynı yorumcular yer alıyor. Bazı kanallarda program başına ücret de ödenen bu kişiler artık o kanalın “yorumcusu” olarak işlev görüyor ama bu durum izleyiciye duyurulmuyor.
Asıl olarak bu aradaki kanalların çoğunda Sarılar’ın tanımlamasıyla “Vekalet müsamereleri” yaşanıyor. Hatta CNN Türk’de iyiden iyiye iktidar ve muhalefete “temsil kontenjanları” tanınmış durumda. Özellikle muhalefeti temsilen ağırlıkla “mış gibi” yapan isimler “temsilci” seçiliyor.
Bu müsamereler “parti temsilcisi gazeteciliği” sıradanlaştırarak gazeteciliğin güvenilirliğini zedeliyor; inanılırlığını ortadan kaldırıyor. TV programlarında gazeteciler, soru sorabilir; görüşlerini, analizlerini aktarıp değerlendirme yapabilir. Ama gazeteciler, partili gibi konuşmamalı, kesinlikle de bir partinin sözcüsü ya da temsilcisi gibi davranmamalı.
“Haber programlarında, sunucuların izleyicilere öğretmen gibi ders vermesinden bıktım. Her sunucu kendisi çok bilen, izleyicileri de geri zekalı yerine koyup, haber değil ders veriyor. Türkiye'de yorumsuz haber dinlemek mümkün olacak mı? Bu durum sadece beni mi rahatsız ediyor?” Psikolog Acar Baltaş, sosyal medyada böyle soruyordu.
Acar Baltaş’ın yakındığı bu sorun bir süredir benim de dikkatimi çekiyor. Haber sunucularının neredeyse tamamı “yorumcu” rolüne soyunmuş durumda. Bu iktidar döneminde tüm ülkede yaşanan kutuplaşma medyaya da yansıdı. Bunun sonucu olarak haberlere yorum yapma ve habercilikteki yetersizliği yorumla kapatma yöntemi benimsendi. Eleştirel ve bağımsız medyadaki bu yöntem zamanla iktidar medyasına da yansıdı.
Ama haber aralarında bir iki cümleyle başlayan bu yöntem, o kadar abartıldı ki, son zamanlarda haberden çok yorum yapılmaya, haber sunucularının yorumcuya, hatta birer paneliste dönüşmelerine yol açtı. Konuştukça da kendi seslerinin şehvetine kapılıyorlar.
Sanırsınız her konuyu derinlemesine biliyorlar; bütün problemin çözümünü en iyi onlar biliyor!
Artık bazı prime time kanalları ve haber TV’lerinin bültenlerinde haber cümlelerini seçmek özel çaba gerektiriyor. TV yöneticileri anlamazdan gelebilir ama izleyiciler, haber bülteninde “yorum arası az biraz haber” vermenin yanlışlığını fark etti bile.
“Depremde ailesini kaybetti, kızının sesli mesajlarıyla yıkıldı” başlıklı haberde, depremde iki kızı ve eşini kaybeden Mümtaz Gövce’nin sözleri aktarılıyordu:
“10 yaşındaki kızım enkaz altındayken bana 'Baba annemlere ulaşamıyorum, galiba ben de öleceğim' diye sesli mesaj atmış. Ancak şebeke çekmediği için bana mesaj gelmedi.”
Gövce, DHA’nın yaptığı görüntülü söyleşide kızının gönderemediği mesajı da dinletiyordu. Bu söyleşi, sosyal medyada, televizyonlarda ve internet sitelerinde 10 yaşındaki kızın son anlarında gönderdiği o sesli mesajla birlikte yayımlandı.
O travmatik mesajı dinleyip de sarsılmamak mümkün değildi. Nitekim Habertürk spikeri Serap Belet, sesli mesajı yayımlarken gözyaşlarını tutamadı. Takvim gazetesi de “İletilemeyen sesli mesaj Türkiye’yi ağlattı” başlığıyla haberleştirdi o mesajı.
Felaketlerle sarsılan Türkiye’yi bir kez daha ağlatmak nasıl bir vicdana sığar? Birazcık sağduyu, mesajı dinletmeden sadece babanın anlatımıyla yetinmek gerektiğini görürdü. Bir küçük çocuğun son anlarına ulusça tanıklık etmek zorunda bırakılmamalıydık. Sesli mesajın yayımlanması ulusça yaşadığımız travmayı büyüttü, tekrar tekrar üretilmesini sağladı.
Kaldı ki, habere olan ilgiyi artırmak dışında bir “katkı” da sağlamadı. ≈Okur görüşü:
Durmuş Mert: Eskiden gazeteler 8 sayfa olurdu ama çeşitlilik olurdu. Sayfa sayısı çok olunca gazete daha dolu olmuyor. Elimde tuttuğum gazete başta olmak üzere şimdiki gazeteler çok asık suratlı. Karikatür yok, mizah yok, grafik yok. Eskiden tam sayfa karikatürler olurdu; mizah ekleri verilirdi. Hafta sonlarını iple çekerdik. Kupkuru gazetelere mahkûm olduk.
Hakan Ulukan: Tarım arazisi TV’lerde sıkça kullanılıyor. Biz akademisyenler, “tarım alanı” ya da “tarım toprağı”nı kullanırız. Arazi kelimesi, üzerinde bitkisel ya da hayvansal üretim yapılmayan, inşaat yerini belirtmek için ayrılmış, etrafı telle çevrili toprak parçasıdır.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Faruk Bildirici kimdir?Faruk Bildirici Gaziantep’te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı. Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı. Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde “Kırlangıç Yuvası” köşesinde yazdı. 31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında “Anlatsam Roman Olur” başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D’de yayımlandı. TV8’de “Çuvaldız” (1999-2001), Cine-5’te “Üç artı Bir”, Tv 8’de “Nerede kalmıştı?” (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar’da “Puzzle portreler” başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde de üç dönem (2016-2019) “Medyanın güncel sorunları” dersleri verdi. 19 Nisan 2010’dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin’in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi. Halen bağımsız “Medya Ombudsmanı” olarak, T24’ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 9.Köy, İkinci Yüzyıl, KRT TV, Muhalif’te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor. Yayımlanan kitapları: Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit’e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP’lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana’nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (Haziran 2018), Medya ombudsmanı Saray’ın medyası (2021) |