Ayşe Hür Öcalan\'a adeta \"dindarlara uzattığın bu el yanlıştır, bu yönelişten vazgeç\"çağrısı gönderiyor. Medine vesikası o günün toplumsal şartlarında barış içinde bir arada yaşamak için atılmış bir adımdı. Aynısını kopyalayarak onu eleştiriye tabi tutmak, atılan barış süreci adımlarını baltalamaktan başka bir işe yaramaz.
Ayşe Hür, Radikal'deki son yazısında Abdullah Öcalan'ın barış süreci için önerdiği islami şura ilkelerinin ele alınarak Medine vesikasının gündeme gelmesi ve demokratik İslam kongre önerisinin ne kadar gerçekçi olabileceğini sorguluyor.
Medine vesikası bugünün problemlerine kuşbakışı bir bakışı sağlayabilecek 1400 yıl öncesinin önemli bir toplumsal sözleşmesiydi. Bugün dini ve etnik gerginliklerin yaşandığı toplumlara bunun anlamsız ve geçici bir anlaşma olduğunu söylemek toplumsal barışa hizmet etmez. Sırf toplumsal barışa hizmet etsin diye "vitrindeki süslü görüntüleri muhafaza edelim" demiyoruz ama birlikte yaşam pratiği için Hür'ün şüphelendiği gibi sırf müslümanların gücünün azlığından dolayı oluşturulmuş bir anlaşma değildi Medine vesikası.
Medine vesikasının hükümleri incelendiğinde Müslüman toplum dominant bir anlaşmanın izlerini görüyoruz. Günün kabileler arası siyasi sosyal şartları ve 120 yıl süren Buas iç savaşları sonrası Hz. Muhammed'in Medine'ye gelişi ve olgun bir tavırla savaşları durdurmasının diğer kesimlerce de büyük saygı gördüğünü anlıyoruz.
Demokrasinin ilk çıktığı şeklini bugün ne kadar antidemokratik bulduğumuzu saklamadan şimdilerde birlikte yaşama konusunda batıdan, doğudan, her dinden ve çevreden insanın modern pratikleri nasıl gerçekleştirebileceği üzerinde durmamız çoğulculuğa, barışa daha iyi hizmet eder.
Öcalan'ın İslam'da olmayan olamayacak bir öneri getirdiğini söyleyerek hayali bir proje teklif ettiğini ilan etmek hayra, toplumsal barışa hizmet etmez. Ayşe Hür cari demokrasi uygulamalarını referans göstermekten rahatsız oluyor ama İslam tarihindeki uygulamaları antidemokratik gösterme konusunda da oldukça istekli olduğu gözden kaçmıyor.İslam ülkelerinde demokrasiye sempatik bakışın batı ülkelerinden geri kalmadığını söyleyerek bir özlemin olduğunu ama İslamın ve müslümanların böyle bir yöneliş içinde olamayacağını söylemeye çalışıyor.
"Ebu Bekir’in halife seçildikten sonra yaptığı konuşmada “Allah’a ve peygamberine itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Allah’ın ve peygamberinin kanunlarını ihmal ettiğim takdirde itaatinize hakkım yok” diyerek kendisine gösterilecek itaatin sınırlarını çizmesi ileriki tarihlerde patlak veren bir dizi kanlı isyan üzerine duruma Gazali (ö.1111) el koymuş ve ‘diktatör bile olsalar yönetenlere itaat etmenin savaş ve anarşiye yol açacak bir direnişten daha iyi olduğu’ fikrini tüm İslam dünyasında egemen kılmıştır." diyor Ayşe Hür. İslamın geldiği toplum 1400 yıl öncesi kabile toplumunun şartlarını taşıyan bir toplumdu. Allah peygamberine o toplumdaki kötülükleri zamanla, anlayışla ve tedrici bir metodla yok etmeye çalışmasını emrediyordu . Peygamber de çevresindeki müşrik müslüman insanların önce şaşırdıkları sonrasında bazen Hz. Ömer gibi sert tabiatlı yakın arkadaşlarının zaman zaman açıkça itiraz ettiği sulhü tercih eden, konuşmayı, affetmeyi esas alan bir anlayış içindeydi.
Peygamber sonrası siyasi kavgalardan, sosyal şartlardan dolayı ilk planda savaşı ve karşıtlığı esas alan ayetler derinlemesine anlaşılamamıştır. Ancak konuyu ayrıntılı araştıranlar ruhun barışa yönelik olduğunu aşağıdaki ayet örneğinde görebilir. "Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.
Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse, artık onlar zalimlerin ta kendileridir. (Mümtehine Suresi, 8-9)"
Hz. Peygamber Kur'an'ın emrettiği istişareye yumuşak tabiatıyla büyük uyum göstermiş ve Uhud savaşı öncesi savaşı tercih etmemesine rağmen heyecanlı genç sahabelerin zorlamasıyla istemeden savaşa "evet" demişti. Sonra hata ettiklerini hisseden ve "Ey Muhammed, senin dediğin olsun" diyen sahabeye çoğunluğun kararına uyacağını söylemişti. Toplumsal ilişkilerin feodal düzeyde seyrettiği ataerkil bir toplumda Hz. Peygamber güçsüzleri kolluyor, kendisine inanılmaz zalimlik edenlerin öldürülmesi veya cezalandırılmasından çok Müslüman olmalarını özlüyordu. Hatta onun bu necip karakterinden dolayı hemen herkesin affedildiği Mekke fethinde bile düşmanlık yaparak kaçan Ebu Cehilin oğlu İkrime Mekke'den kaçıp kurtulduktan sonra vicdani hislerinin kendisine yanlış yaptığını hatırlatması üzerine arzusuyla Mekke'ye dönüp Müslüman oluyordu. İslam'ın ve Peygamberin uygulamaları toplumsal beraberlik ve birlikte yaşamı sağlayabilecek azami uzlaşma yönündeydi. Sonraki yıllarda siyasi ve sosyal meselelerden dolayı yaşanan baskıcı uygulamaları öne çıkarmak günümüzde Müslüman teologların tartışmaya devam etmesi gereken bir arada yaşamanın gereği ve şartlarını gündemden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Medine vesikasının yine de müslüman dominant bir anlaşma olduğu bu yüzden vesikayı gündeme getirerek toplumsal barış aramanın anlamsız olduğunu söylemeye çalışmak çok anlamlı bir yaklaşım değildir. Müslüman dominant olması aslında birlikte yaşam pratiklerinin sağlanması için örnek alınması gereken Hz. Peygamber dönemi uygulamaları için önemlidir.
Tabiiki siyasi ve sosyal özellikleriyle kabileler ortamında gerçekleştirilmiş bir anlaşmanın motomot alınması gerektiğini söylemiyoruz. Ancak vesikada ruhunu gösteren toplumsal sözleşme isteğinin ilişkilerin karmaşıklaştığı 21. yüzyılda yeniden ele alınarak tartışılması gerektiği ve tartışılabileceği üzerinde durmak gerekir.
Vesikayla olumlu ilişkilerin ancak Ensar ve Muhacir arasında o da Hendek'te açığa çıkan ayrışmalar göz önünde tutulursa çok sağlam olmadığını söylüyor Ayşe Hür. Bulaç'ın dediği gibi o günün hicret eden muhaciri de onları karşılayan Ensar'ı da gerçekten devrimci ve fedakar bir ruha sahipti. Ama bu kabile duygularını aşarak kardeşlik duygularını zamanla kalıcı kökleştirecek kuvvette değildi. Bu duyguların zaman zaman ortaya çıktığı ve hatta Peygamberin vefatından dakikalar sonra bile Ensar ve Muhacir arasında yönetim konusunda sorunların ortaya çıktığı bir vakıadır. Ama bu Müslüman olmasa bile herkesin hayranlıkla incelemesi gereken o günün cahili Arap toplumundaki kardeşlik ve fedakarlık yönündeki büyük toplumsal değişimi gözden uzak tutulmasını haklı göstermez.
Tarihi konjonktür, siyasi sosyal şartlar dolayısıyla bu ruh, geliştirilmesi gerekirken bastırılan ama yok edilemeyen milliyetçi duyguların alevlenmesi, istişarenin ortadan kalkması, iktidar kavgalarında islami anlayışın kaybolması, egoizmin ve nesepçiliğin galibiyetiyle sonuçlandı. Baskıcı zalim sultanların yönetiminde ise geliştirilmesi gereken çok hukukluluk, başkasının hakkı hukuku gibi unsurlar zaten unutuldu.
Ayşe Hür Öcalan'a adeta "dindarlara uzattığın bu el yanlıştır, bu yönelişten vazgeç"çağrısı gönderiyor. Medine vesikası o günün toplumsal şartlarında barış içinde bir arada yaşamak için atılmış bir adımdı. Aynısını kopyalayarak onu eleştiriye tabi tutmak, atılan barış süreci adımlarını baltalamaktan başka bir işe yaramaz. Zira iktidardaki Ak Parti ve Türkiye toplumunun büyük bölümü islami etiketli adımları olumlu karşılar ve bu barış için bir şanstır.
İtaat ve biat kültürü dinin değişmez buyrukları için tabii ki vardır. Ancak düşüncenin gelişmesi ve yeni durumlarda içtihad denilen kabul edilmiş verilerle tekrar düşünme geleneğinin olduğunu kimse görmezden gelmemelidir. Zalim sultanların çoğunlukla özgür düşünen cesur alimleri cadı avına tuttuğunu biliyoruz. Sultanlar halifeye biat ile icraatlerini kılıfına uydurmuşsa da özgür düşünceyi ve adaleti eksen alan bakış açısı sayısı az da olsa varlığını korumuştur.
Ayşe Hür'ün günümüz demokrasileri için elzem gördüğü üç şartın özeti yönetimi eleştirebilen bir toplumu meydana getirme ve sürdürebilme meselesidir. Bu da empatiyi, karşısındakini sevmeyi, sorunları barışçı bir dille çözmeyi hedefleyen bir dilin yeniden inşa edilmesinde yatmaktadır. Bu da dindar, dinsiz tüm kesimlerin her kesim için kurulmasını ve korunmasını lk şart gördükleri bir özelliktir.
"İslam dünyasında demokrasi kültürünün kökleşmediğini herkes kabul eder" diyor Ayşe Hür. Elbette Peygamberin ölümünden 30 yıl sonra çok kanlı iç savaşların ve akabinde sultanlıkların hakimiyetiyle devam eden zaman dilimlerinden ortak yaşama kültürü ve eleştirel düşünme becerilerinin yeterince gelişmesini bekleyemeyiz. Ancak bunu tarihi bir takım sorunları ve halen üzerinde durulması gereken kavramları yeterince irdelemeden söylemek sadece kutuplaşma duygularını güçlendirir.