İnsanı bulunduğu gerçeklikten birdenbire kopararak bir yolculuğa çıkarabilen her sanat ürünü başarılıdır. Dinlediğiniz bir ezgi, sizi durdurmayı, çevrenizle bağınızı kesmeyi, o anki uğraşınızdan alıkoymayı başarıyorsa gerçek bir sanat ve sanatkârla karşı karşıyasınızdır demektir. Muhlis Berberoğlu'nun elinde bağlama da tam olarak bu etkiyi yapıyor.
Bağlama, Anadolu'nun dertli sazı. Yedi telle binlerce yıllık bir kültürü yaşatan bağlama, daha çok Türk Halk Müziği'nin ana enstrümanlarından olsa da yeryüzünde nerede çalınsa orada hemen var eder, dinletir kendini. Çünkü bir derdi vardır insana dair ve onu anlatır. Çok değerli bağlama üstadlarımız, halk ozanlarımız oldu, hâlâ hayatta olan büyük sanatçılarımız da var ama Muhlis Berberoğlu bir başka dokunuyor bu dertli sazın tellerine.
Bir enstrüman icrasının çok ötesine geçerek bir şeyler anlatmak için kullanıyor sazını. Büyük ustalar bunu başarabilenler oldular. Mesele basit aslında; hayata dair diyeceklerini, sazını bir araç yapa yapa söyleyebilmek.
Vokalle, sözle şarkının mesajını, duygusunu doğrudan alabiliyoruz ama o duygular sadece sazla, yalnız enstrümanın icrasıyla yapılabildiğinde bir virtüözü dinliyoruz demektir. Berberoğlu'nun Hicaz Açış'ın ardından çaldığı bir Neşet Ertaş bestesi olan 'Ne Yaşamış Ne Yaşıyor Ne Yaşar' icrasındaki gibi. Bu müthiş icra, eserin anlatmaya çalıştığını, 'insan neyle yaşar' sorusunun olası cevaplarını sözler olmadan da duyumsayabilmeye fırsat veriyor dinleyicisine.
Tıpkı kırk yıllık 'Dil Yarası'nı elektro bağlamayla yorumlayışı gibi. En klasik tabirle sazın dile gelişi bu. Ondan bağlama icrası dinlemek 'sazı konuşturdu' ifadesindeki o metaforla gerçeklik arasında çok az bir mesafenin kalışına karşı yaşanan kısa süreli şaşkınlığın hayranlığa dönüştüğü görkemli bir seyir adeta.
İnsana kendi halini arz eden, uğraştığı sanatla hayata ayna tutan sanatkârlar sayesinde kendimizi gördük, tanıdık, anladık. Anadolu'nun büyük ozanları, tezene vuruşlarıyla devasa bir resim yapıp astılar zamanın duvarına, büyük resmi gösterdiler bize… Muhlis Berberoğlu da insana dair keşfedip bulduklarının müziğini yapıyor.
Bağlama icrası, 'Muhlis' ismiyle müsemma, saf, içten, arınmış, katıksız bir öze dokunuş gibi. Özünü bulup yeniden örüyor melodiyi, perde geçişleriyle, tuşeleriyle yeni örgüler ata ata Anadolu'nun 'binbir renkli bahçesinde' bir kilim dokur gibi, parmaklarıyla değil yüreğiyle basıyor seslere. Bağlamayı eline aldığında, ister bir bozlak açışı isterse arabesk ya da makamsal bir eser icra etsin, Anadolu blues atıyor aralara, kendi örgüsünü oluşturuyor. Eserin orijinalinin önüne geçme çabası değil onunki, bu toprağın ezgilerinin sarsıcı güzelliğine bir de böyle bakalım diyebilmek. Hayata dair düşünüp bulduğu, hissedip anladığını, bağlamanın perdelerinde durmak ya da koşmakla, görünür, işitilir kılıyor. Perdelerde duruşu, bekleyişi ya da koştura koştura geçişiyle bir niyeti, bir derdi var. Yavaşlayarak, hızlanarak ya da durarak onları anlatmak istiyor. Eserin en duru ve yalın duygusuna, özüne ulaşıp kattığı zenginliği tüm samimiyetiyle dinletiyor bizlere.
Onunla bir iç çekiş haline geliyor bağlama. Yüreğimizin köşelerinde saklı kalmış ne kadar duygu varsa bir şenlik, karnaval havasında saçılıyor ortaya. Hayat sahnemizin asıl sazı oluyor. Onun elinde bağlama, makam müziğinin de arabesk ya da Türk Halk Müziği eserlerinin de tek başına altından kalkabilen o binlerce yıllık bilgeliğiyle ses veriyor. Sanat müziğimizin abide eserlerinden 'Her Mevsim İçimden Gelir Geçersin'e bağlamayla yaptığı girişi, 'Kimseye Etmem Şikâyet'teki icrası, sazıyla neler yapabileceğinin ispatı.
Bulunduğumuz yerden bir anda alıp kâh sessiz, dingin, sakin bir gölün kıyısına atıyor, kâh bir dağın dumanlı başına çıkarıyor ruhumuzu. Tellere dokunduğu anda yolculuğumuz başlıyor. Her geçen gün hoyratlaşan dünyada kimsenin incinmeyeceği, güvenli bir alan açıyor bağlamayla bizlere. Sığınacak bir kuytu inşa ederken hepimize sazının telleriyle, Türkiye bir bağlama virtüözü daha kazanıyor.