Kindar devlet, şarkıları, sanatçıları koşulsuzca sevemedi buralarda. Kurulduğundan bu yana yıkılma paranoyasını üzerinden atamadı, şarkılardan bile korktu. Şarkıların, türkülerin sözlerinde, kendi iktidarına yöneldiğini düşündüğü sübliminal mesajlar çıkarmaya harcadı enerjisini. Ruhi Su'nun, Cem Karaca'nın, Zülfü Livaneli'nin, Bülent Ersoy'un, Müslüm Gürses'in, Zeki Müren'in, Ahmet Kaya'nın şarkılarının, sahnelerinin hatta ülkeye girişlerinin yasaklandığı dönemler yaşandı. Çok değil daha üç yıl önce 2018'de, 200'den fazla eserin TRT denetimince yasaklandığı listeleri hepimiz gördük. Şarkılardan korku sürüyor hâlâ…
Kindar siyaset için şarkılar, seçim müziği olduklarında makbuldür. Siyaseten bir anlamı, iktidar adına bir getirisi yoksa siyasetçiler şarkı da söylemezler. Şarkı söylüyorsa bir politikacı, siyasi bir hamledir bu, seçmen kitlesini bir arada tutmak için şarkıyı bir araç olarak kullanır, oy beklentisi vardır: 'Oy oy Emine, nedir bu güzellikler' en makbul türküdür onlara.
İktidarın gözünde şarkılar, sözleriyle halkın bilinçaltında otoriteye karşı isyanı başlatacak potansiyel bir kitlesel kalkışma aracı oldu. Öyle midir peki? Elbette öyledir, aslında devlet korkmakta haklı. Salazar'ın devrilişinde Portekiz fado'ları, halkın etrafında toplandığı marşlara dönüştüler.
Demokrasiyi sandıktan çıkanla ölçen şark toplumlarında, saat 12'ye kadar tahammül edilebilir şarkılara. Karanlığı sever çünkü kindar devlet, oradan beslenir. Kin, MESAM seçimlerindeki blok listedir. Seçilmiş yönetimlere kayyum atamaktır. Bir müzik meslek birliğinde iktidar olunur ama şarkılar, türküler yapılamaz, sanat üretilemez. Neden, çünkü kin kötü bir besindir.
Ne acı bir memleketin şarkılarını, türkülerini sevememek. Akreple yelkovanın arkasına gizlenerek nefret kusmak. "Gece çöker halim yaman" demiş, sadece gece mi, gece gündüz çöken çökene memlekette. Sanata çökülemez ama. Aksine sanat, çöküşün türküsünü yakar bir güzel: "Yoksulun sırtından doyan doyana". Karnını halkın sofrasına çökerek doyuranlar gider bir gün, konkav bir deformasyonla içine doğru bükülür, içten içe çöker, kendi kendini yutarlar. Türkülerin iktidarıysa hiç çökmez, ilelebet payidar kalır. Grup Yorum'un Türkiye'deki en büyük açık hava halk konseri unvanını kazanan 25. yıl konserinde İnönü Stadının eski açık tribününe asılan pankartta yazdığı gibi: 'Bir ülkenin türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan güçlüdür.'
Devletin gücü, dün olduğu gibi bugün de mafyaya, hırsıza değil de sanatçıya yetiyor. Onlarca büyük sanatçıya, yüzlerce şarkıya sahne, konser, tv yasakları getirmiş sağcı iktidarların, bugün gece müziği yasaklaması az bile. Demokrasimiz adına büyük bir gelişme! Bana ülkende şarkıların kaça kadar çalındığını söyle, sana rejimini söyleyeyim. En büyük devlet, himayesi altında özgürce şarkı söyleyebildiğindir. Korkan ve korku salan değil, refah, özgürlük, adalet dağıtandır. Adaletle hükmetmeyen hakim, bu toprağın şarkılarını ağzına almasın, 'Bursa'nın ufak tefek taşları'nı söylemesin mesela. Siyaseten iddianame yazan savcı, 'Urfa'nın etrafı dumanlı dağlar'ı mırıldanmasın. Mafyayla iş tutan siyasetçi, 'Çayeli'nden öteye'yi dinlemesin. 3 liralık işi 33 liraya alan belediye başkanı, bir daha 'Erzurum çarşı pazar'ı söylemeyi unutsun. Bir şarkılarımız türkülerimiz kaldı kirlenmedik, onları da hak eden söylesin. Gece müzik yapmak yasak. Niye? Müziğin sesi, çöküşün gümbürtüsünü bastırır işte, daha iyi!