Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, seçimle göreve geldikten sonra, kendi yetkilerini arttırmak amacıyla anayasa değişikliği taslağını devreye soktu, yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığı ilkesini ihlal etti, yargının yetkilerini, kendi lehine kısıtladı.
Mursi bununla da kalmadı, “devletin dininin İslam olduğu” ve “Mısır yasalarının kaynağının Kuran’ı Kerim’deki şeriat ilkeleri olduğu” ifadelerini de anayasa taslağına soktu. Müslüman Kardeşler partisinin hakimiyetinde olan Mısır meclisi de bu taslağı onayladı. Şimdi bu taslağın referandumla halkın oyuna sunması bekleniyor. Halkın çoğunluğunun da Müslüman Kardeşler’i ve diğer dinci partileri desteklediği zaten biliniyor.
Başka bir deyişle, sözde “Arap Baharı” bir kez daha “Arap Kabusu”na dönüştü; bir diktatör gitti, yerine başka bir diktatör geldi. Demokrasi tekrar iğfal edildi, demokrasinin sandıktan, seçimden ibaret olduğu ilüzyonu tekrar egemen oldu.
Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, laiklik, yasama , yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığı gibi demokrasinin temel ilkeleri çöp sepetine atıldı. Serbest seçimle iktidara gelip demokrasiyi ortadan kaldırma uygulaması yeniden devreye girdi.
Aynen 1930’larda Naziler döneminde Almanya’da, 2000’li yıllarda Türkiye’de olduğu gibi!
Müslüman Kardeşler adlı İslamcı partinin liderlerinden birisi olan Mursi, parti politikasını, anayasa maddesi haline dönüştürdü!
Eski diktatör Hüsnü Mübarek’e karşı mücadele veren laiklik taraftarları, Hıristiyanlar, solcular, liberaller bu sefer Mübarek’e karşı değil, Mursi’ye karşı ayaklandı. Devrimin simgesi Tahrir Meydanı yeniden doldu taştı, Kahire’de, İskenderiye’de, Suez’de halkın bir kesimi yine sokaklara döküldü.
Mısır’da gerçekten ilerici bir devrim olacaksa, bundan sonra olacak! “Arap Baharı” ancak, Mursi’nin geri adım atması veya devrilmesi durumunda gerçekleşebilecek bir şeydir.
Ruhları faşist olan şeriatçı ahmakların anlamadığı şey şudur: Bir devletin dini olmaz! Sadece vatandaşın dini olur ya da olmaz! İsteyen vatandaş Müslüman olur, isteyen vatandaş Hıristiyan olur, isteyen vatandaş Musevi olur, isteyen vatandaş Budist olur, isteyen vatandaş Şintoist olur, isteyen vatandaş Taocu olur, isteyen vatandaş Hinduist olur, isteyen vatandaş dinsiz ateist olur, isteyen vatandaş dinsiz agnostik olur. Vatandaşın ne olduğu kimseyi ilgilendirmez! Hele devleti hiç ilgilendirmez! Devletin dini İslam olursa, artık o devlet vatandaş karşısında tarafsızlığını yitirmiş, İslam dinini vatandaşa empoze etmeye çalışan faşist ruhlu bir din devletine dönüşmüş demektir.
Bu nedenle Mustafa Kemal daha 1920’li yıllarda, “Devletin dini İslam’dır” ibaresini anayasadan çıkartmıştır. 2000’li yıllarda ise Mısır’da, devletin dininin İslam olduğu ibaresi anayasaya girdi. Eski diktatörlük yeni bir formda yeniden hortladı!
Mısır nüfusunun %15’i Hıristiyan! Mısır’da yaklaşık 13 milyon Hıristiyan vatandaş var! Mısır’da tüm Yunanistan’ın nüfusu kadar Hıristiyan vatandaş var! Ancak Mısır devletinin dini İslam! Böyle bir rezalet olabilir mi?! Böyle bir despotluk olabilir mi?!
O Hıristiyanlar kendilerini nasıl hissediyordur, Mursi ve şeriatçı tayfası bunu hiç düşünüyor mu acaba? Bir ülkenin anayasasında, “Devletin dini Hıristiyanlık’tır” diye bir ibare olsa, o ülkedeki Müslüman azınlık veya çoğunluk kendisini nasıl hisseder acaba?
Mursi, Orta Çağ’da Avrupa’nın hali neyse, Mısır’ı da 21. Yüzyılda oraya ışınlamaya çalışıyor!
Kuran’ı Kerim’deki şeriat ilkeleri ve/veya ahlak, suç ve ceza kurallarının bazıları nedir? Hırsızların elinin kesilmesi, şahitlikte ve mirasta kadının erkeklerle eşit olmaması, zina yapan kadın ve erkeğe kırbaç cezası verilmesi, eşcinsellerin ev hapsine kapatılması; içkinin, açık giyinmenin, domuz eti yemenin kınanması ve/veya günah sayılması vs.
Oysa demokratik bir ülkede, şahitlikte ve miras haklarında kadın ve erkek eşittir; hırsızların eli kesilmez, hırsızlar hapis cezasına çarptırılır; zina yapan kırbaçlanmaz, zina sadece boşanma nedeni sayılır; eşcinseller ev hapsine kapatılmaz, arzu ettiği gibi her yerde dolaşabilir, cinsel tercihi ne olursa olsun, her vatandaşla eşit haklara sahip olur; içki içmek, açık giyinmek, domuz eti yemek kınanmaz, yargılanmaz, kişilerin kendi özel tercihleri olarak algılanır.
Kuran’ı Kerim’de ceza olan birçok unsur, demokratik modern hukuka göre suç sayılıyor! Kadının şahitlik ve miras hakkını gasp etmek, zina yapanı kırbaçlamak, eşcinselleri ev hapsine kapatmak, hırsızın elini kesmek, demokratik bir hukuk devletinde suçtur ve bunlar en ağır bir biçimde cezalandırılır!
Kuran’ı Kerim’de, temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı birçok ayet var! Bunlar, gerçekleri örtbas etmeye çalışan bazı dogmatik şaşkınların sandığı gibi hadisler veya töreler değil, doğrudan Kuran’ı Kerim’deki ayetlerde olan şeylerdir! Kuran’ı Kerim’i okumadan, kimse demokrasi adına nutuk atmaya, din üzerine yalanlar yaymaya kalkmasın!
Kuran’ı Kerim elbette sadece bunlardan ibaret değildir, ancak, adına ister şeriat densin ister başka bir şey densin, insanların günlük yaşantısıyla ilgili birçok kuralın getirildiği, bu kuralların Allah’ın sözü olduğu iddiasının ortaya atıldığı, bu kuralların mutlaklaştırıldığı bir din kitabından söz ediyoruz. Böyle bir din kitabının harfi harfine uygulanmasına, günümüz koşullarına göre yorumlanmadan, köktendinci bir zihniyetle tüm zamanlar için geçerli sayılmasına dayanan bir İslam’dan demokrasi falan çıkmaz! Buradan çıksa çıksa faşizm çıkar. Zaten Mısır’da, Pakistan’da, Malezya’da, Suudi Arabistan’da, Katar’da, Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Bahreyn’de, Yemen’de, Libya’da, Tunus’ta, Fas’ta, İran’da vs olan da hep budur!
Dindar bir insan aynı zamanda laikliği savunuyorsa, demokrat olabilir. Müslüman bir insan aynı zamanda laikliği savunuyorsa, demokrat olabilir. Ancak dinci bir insan, İslamcı bir insan, din fetişisti bir insan, İslam fetişisti bir insan demokrat olamaz! Siyasete, bilime, sanata, felsefeye, eğitime, hukuka, günlük yaşama, her şeye din ve İslam gözlüğü ile bakan dogmatik bir insan demokrat olamaz, sadece faşist olabilir!
Faşizm bu insanların ruhlarına işlemiştir.
Pekiyi, Türkiye Mısır’da olup bitenler hakkında ne diyor?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Mısır’ı ziyaret ettiğinde, Mısır’ın laiklik modelini örnek almasını önermişti.
Bu durumda şu anda Erdoğan’ın Mursi’yi ve onu yönlendiren Müslüman Kardeşler örgütünü eleştirmesi gerekmiyor mu? Kendisini sadece Türkiye’nin değil, tüm Orta Doğu’nun Padişahı olarak gören Erdoğan’ın, Mısırlı dostlarına bir uyarıda bulunması gerekmiyor mu?
Yoksa Erdoğan, Mısır’a laiklik ilkesini önerirken, laikliği, “Din ve devlet, din ve hukuk, din ve eğitim, din ve idari yapılanma işlerinin ayrılması koşuluyla din ve ibadet özgürlüğü” olarak değil de, tek başına “şeriat hakkı da dahil olmak üzere din ve ibadet özgürlüğü” olarak mı tanımlamıştı?
Dinci “Milli Görüş” örgütünün, dinci Milli Selamet Partisi’nin, dinci Refah Partisi’nin, dinci Saadet Partisi’nin, dinci Necmettin Erbakan’ın çarpıtılmış, saçma sapan laiklik tanımı, AKP’de de mi hortladı?
“Milli Görüş” gömleğini çıkarttığını söyleyen Erdoğan, o gömleği yeniden mi giydi?
Sonuçta Erdoğan o zaman “gömleği çöpe attım” dememişti; sadece “gömleği çıkarttığını” söylemişti. Malum, çıkartılan bir gömlek dolaba asılıp, başka bir zaman yeniden giyilebilir.
Erdoğan’ı anladık; o hiç olmazsa kendi içinde tutarlı.
Pekiyi “gömleği çıkartmak” ile “gömleği çöpe atmak” arasındaki farkı bile anlayamayacak kadar Türkçe ve zeka özürlü olan “ikinci cumhuriyetçilere”, “liberallere” ve “tatlı su balıklarına” ne demeli?!