12 Haziran 2011 Genel Seçimi’nde AKP %49.9, CHP % 25.9 oy almıştır. AKP’nin...
12 Haziran 2011 Genel Seçimi’nde AKP %49.9, CHP % 25.9 oy almıştır. AKP’nin aldığı oy oranı CHP’nin oy oranının iki katı kadardır. Söz konusu seçim sonucunu CHP açısından başarı olarak tanımlamak olanaklı değildir. CHP seçimlerden başarısız çıkmıştır, söz konusu sonuç CHP açısından bir hezimettir. “CHP oyunu %4 arttırdı”, “12 Eylül’den sonraki en yüksek oy oranını aldık” “3.5 milyon yeni seçmen kazandık”, “Milletvekili sayısını arttırdık” biçimindeki gayri ciddi ve komik ifadelerle sonuçlardaki başarısızlığı ve hezimeti örtbas etmeye çalışmak, CHP’nin iddiasını küçültmek, CHP’nin iktidar hedefini ortadan kaldırmaktan başka bir şey değildir. “6 ayda oyumuz % 4 arttı, dolayısıyla 4 yılda oyumuz iktidar olacak kadar artacaktır” biçiminde bir çıkarım yapmak da vatandaşı ve partilileri kandırmaktan başka bir işe yaramaz. Dünyanın hiçbir uygar ve demokratik ülkesinde, iktidar hedefi olan bir kitle partisinin yönetimi, böyle bir seçim sonucu üzerine yerinde duramaz. Parti yöneticileri, anti-demokratik bir tüzüğü işleterek, tüzük değişikliği yapmayarak, Parti Meclisi’ni Blok Liste ile belirleyerek, büyük illerde önseçim yapmayarak, Milletvekili adaylarının çoğunluğunu merkez yoklaması ile belirleyerek, kendilerine parti yönetiminde ve TBMM’de makam ve mevki yaratmış olabilirler; ancak söz konusu kişiler CHP’nin ve Türkiye’nin iyiliğine yol açan, yararına yol açan bir seçim sonucu alamamışlardır. Buna rağmen parti yönetiminin hiçbir şey yokmuş gibi sonuçları başarı olarak nitelendirmeye çalışması, bu vatan için mücadele eden namuslu ve şerefli partililer tarafından kabul edilebilir bir durum değildir. Söz konusu açıklamaların Deniz Baykal döneminde yapılan açıklamalardan hiçbir farkı yoktur. O dönemde partiye musallat olan zihniyet ne yazık ki hala yaşamaktadır. Hatırlanacak olursa, eski Genel Başkan Deniz Baykal da, girdiği tüm seçimleri, toplam sekiz adet yerel ve genel seçimi açık ara fark ile kaybetmiş, ancak oylarını her seçimde %1-9 arasında değişen bir oranda arttırdığı için, Genel Başkanlık koltuğunu terketmeyi reddetmiş, yıllarca CHP’nin ve Türkiye’nin önünü tıkamıştır. Şu anda aynı zihniyet devam etmektedir. Kişiler makam ve mevkilerini, CHP’nin ve Türkiye’nin önünde tutmaktadırlar, her koşulda makam ve mevkilerini koruma mücadelesi vermektedirler, faturayı da İl ve İlçe örgütlerine kesmeye kalkmaktadırlar. Oysa söz konusu seçim başarısızlığındaki en büyük hata yönetimin kendisine aittir: 1)Parti yönetimi, aynen Baykal döneminde olduğu gibi, demokratik bir tüzük ile Parti Meclisi ve Milletvekili adaylarını belirlemek yerine, Blok Liste ve büyük ölçüde Merkez Yoklaması ile, atama yapar gibi, yönetimini ve adaylarını belirlemiştir; böylece tabandan tepeye bir örgütlenme modeli yerine, tepeden inme bir örgütlenme modeli ile seçime gidilmiştir. Oysa CHP’nin tarihte aldığı en başarılı seçim sonuçlarında, hem yönetim hem adaylar her zaman demokratik yöntemlerle belirlenmiştir; tepeden inme model ile CHP tarihte hiçbir seçim başarısı alamamıştır. Bu bilindiği halde, tepeden inme atama modeli tercih edilmiş, bu sayede bazı kişiler PM üyesi ve Milletvekili olmayı garantilemiş, ancak parti yine seçim hezimetine uğramıştır. 2)Parti Meclisi ve Milletvekili listeleri yapılırken, partinin kurumsal kimliği ve siyasi çizgisi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan kişiler, hatta bugüne kadar CHP’ye oy bile vermemiş olan kişiler, listelere alınmıştır. Buna gerekçe olarak da “CHP kitle partisidir” denmiştir. Oysa kitle partisi olmak demek kitleler için politika üretmektir; kimliksiz, omurgasız olmak, partinin tüzüğüne ve programına aykırı hareket etmek demek değildir. Kılıçdaroğlu döneminde, laiklik duyarlılığı olmayan, serbest piyasa ekonomisi taraftarı, etnik ve dini kimlik üzerinden siyaset yapan birçok kişi partide kilit noktalara gelmiş, parti yönetimine girmiş ve milletvekili olmuştur. Kılıçdaroğlu, partinin Programı ve kendi söylemi ile de çelişen kadrolar kurmuştur. Baykal döneminde de aynı hatalar yapılmış, partiyi sağa açma girişimleri gerçekleşmiş ve bunlar hiçbir sonuç vermemiştir; bu hatalar bu dönemde de devam etmiştir. 3)Kılıçdaroğlu, aynen Baykal döneminde olduğu gibi, halkın artık itibar etmediği polemik temelli bir siyaset yapmaya devam etmiş, siyaseti Erdoğan ile birlikte bir “Hacivat-Karagöz” oyununa çevirmiş; somut ve gerçekçi projelere yönelmekten ziyade; “mahalle kavgası” yapmayı tercih etmiştir. 4)Kılıçdaroğlu ve parti yönetimi, Baykal döneminde olduğu gibi, kadrolarıyla ve politik çözüm önerileriyle, CHP’yi bir düzen partisi olarak korumuş, düzeni dönüştürecek radikal sol politikalar ortaya koyamamıştır; düzenin paradigmalarını değiştirmek yerine, mevcut paradigmalar içinde hareket etmiş, yolsuzlukların denetlenmesi, ortaya çıkartılması ve cezalandırılması konusuna odaklanmış, yoksulluğun ve yolsuzluğun nedenlerini ve kaynaklarını teşhis edip, vahşi kapitalist sistemin kendisine yönelik bir teşhis ve tedavi yöntemi ortaya koymamıştır. 5)Son olarak, Kılıçdaroğlu’nda lider özellikleri yoktur; Kılıçdaroğlu iyi bir milletvekili, iyi bir Grup Başkan Vekili olmuştur; bundan sonra iyi bir belediye başkanı ve iyi bir bakan da olabilir. Ancak CHP Genel Başkanlığı için gereken ideolojik donanım, bilgi, dünya ve Türkiye vizyonu, cesaret ve karizma Kılıçdaroğlu’nda yoktur. Yukarıda sıraladığımız ilk dört maddeye bakacak olursak, “Yeni CHP” diye bir şeyin olmadığını da görürüz. “Yeni CHP” bir ilüzyondan öte bir şey değildir; CHP’de yeni olan hiçbir şey yoktur, Baykal döneminde var olan eski zihniyet aynen devam etmiştir; kişiler değişmiştir, ancak zihniyet aynı zihniyettir, yönetimdekiler Baykal’ın sadık öğrencileridir. CHP bu nedenle 1992’de yeniden açıldığından beri dokuzuncu seçim hezimetini de yaşamıştır. Bu hezimetin baş mimarları arasında olan CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, CHP Genel Sekreteri Bihlun Tamaylıgil, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sena Kaleli gibi yöneticiler görevlerinden en kısa sürede istifa etmelidirler; CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da, 2012’de gerçekleşecek olan Olağan Kurultay’da Genel Başkan adayı olmayacağını açıklamalıdır. Deniz Baykal-Önder Sav ekibinin yeniden yönetime gelme çabaları da boşadır. CHP’de yepyeni bir kadro iş başına gelmelidir. Sadece söylemiyle değil, politikalarıyla ve kadrolarıyla da sosyal demokrat olan, Mustafa Kemal’in devrimlerini savunan, laiklik konusundaki duyarlılığı yüksek olan, partinin kurumsal kimliğini zedelemeyecek olan yeni ve genç bir hareket yönetime gelmelidir. Eski kadrolar içinde bazı deneyimli, önemli ve nitelikli kişilerden elbette parti yararlanmaya devam edebilir; ancak herkes şunu bilmelidir ki Baykal-Sav, Kılıçdaroğlu-Tekin ekolünün ve siyaset anlayışının artık CHP’de sonu gelmiştir. Bu ekolün siyaset anlayışının tarihsel sürece ve harekete karşı durması artık olanaklı değildir; yapabilecekleri tek şey süreci biraz geciktirmek olabilir. Kılıçdaroğlu da, Genel Başkan olarak CHP’ye en azından bir konuda önemli bir katkı yapan kişi olarak tarihe geçmek istiyorsa, bu yıl içerisinde Tüzük Kurultayı’nı toplamalı, demokratik bir tüzüğün kabul edilmesine öncülük etmeli, parti tabanının önünü açmalıdır. Aksi halde, 2015 seçimleri de CHP için, büyük bir hezimet ile sonuçlanacaktır. CHP’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bir seçim bile kaybetme lüksü kalmamıştır. Söz konusu tüzük değişikliğinde de şu unsurlar mutlaka güvence altına alınmalıdır: 1)İl, ilçe yönetimlerinin, Parti Meclisi’nin, herkesin aday olabileceği ve yarışabileceği bir biçimde, mevcut yönetimin belirleyeceği bir “blok liste” ile değil, “çarşaf liste” ile belirlenmesi. 2)Milletvekili ve Belediye Başkan adaylarının, çok sınırlı sayıda kontenjanlar hariç, Merkez Yoklaması ile değil önseçim ile belirlenmesi. 3)Partide sağlıklı bir üye yapılanmasının oluşması, “fason” üyeliklere son verilmesi, MYK’nın 12. madde kapsamına girmeyenleri 12. maddeye dayanarak üye yapması uygulamasına son verilmesi, bu konuda tüzüğü ihlal edenlere yönelik ciddi yaptırımlar uygulanması, tüzüğe aykırı üye kaydı yapan MYK üyelerinin gerekirse partiden ihrac edilmeleri. 4)Genel Başkanlığa aday olabilmek için gerekli imza sayısının radikal ölçüde düşürülmesi, Genel Başkanlık yarışında herkese eşit ve adil yarışma olanağının sağlanması, Genel Başkanlık için bir delegenin birden fazla adaya imza verebilmesi, Divan Başkanlığı önünde adaylara açık imza verilmesi uygulamasına son verilmesi. 5)Kadın kotasında söz konusu olduğu gibi, Genel Merkez, İl ve İlçe yönetimlerinde, gençlik kotası uygulamasının getirilmesi. Tabii CHP’nin anti-demokratik tüzüğünü değiştirmemek için Genel Merkez’de ve TBMM’de direnen birçok kişi olacaktır. Onlar seçilenlerin değil atananların siyaset yapmasını isterler. Çünkü onların siyasal geleceği, sadece ve sadece halen geçerli olan anti-demokratik tüzüğe bağlıdır. Bu kişiler, göründüklerinden farklı olarak, CHP’nin ve Türkiye’nin geleceğiyle fazla ilgilenmezler; onlar için önemli ve öncelikli olan tek şey CHP’de siyaset kariyeri yapmaktır. Başarısızlığa rağmen koltuklara yapışmanın başka nasıl bir açıklaması olabilir ki?