Son 10-15 yıldır yeni bir moda ortaya çıktı. O da Mustafa Kemal’i ve onun devrimlerini eleştirme modası. Artık Mustafa Kemal’i eleştirmek birçok ortamda prim yapıyor. Hatta böyle bir sektör oluştu. Mustafa Kemal’i eleştirme sektörü. Bu sektörün kalbi de medyada ve üniversitede atıyor. Gazeteciler, yazarlar, araştırmacılar, öğretim üyeleri. Mustafa Kemal’i ne kadar çok eleştirip onun itibarını ne kadar çok zedelerseniz ve bunu da bir takım entellektüel söylem ve kalıplar içinde yaparsanız o kadar makbul olursunuz, krediniz o kadar artar. Sözünü ettiğim kesim dinci kesim veya en az Türkçü kesim kadar tehlikeli olan Kürtçü kesim değil. Onlar zaten yeminli ve dogmatik Mustafa Kemal düşmanları, onların misyonu bu. Onlar tüm sosyal ve siyasal yaşama İslam dini ekseninden ve/veya Kürt milliyetçiliği ve şovenizmi ekseninden bakan, gözleri başka bir şey görmeyen, başka ölçütleri olmayan kayıp insanlar. (Laikliği savunan ılımlı dindarları, Kürtlerin kültürel asimilasyonuna insan hakları bağlamında karşı çıkanları elbette bu kapsamın dışında tutuyorum). Bizim sözünü ettiğimiz kesim daha şaşkın bir kesim. İslamcı ve/veya milliyetçi şoven yaşam tarzları olmayan, entellektüel yaşamdan payını almış, kitap okumuş, kitap ve makale yazmış, araştırmış, belli başlı makam ve mevkilere gelmiş, ciddi bir takım ünvanlar almış kişiler. Ancak bir sorunları var ki, o da, tarihselci bir bakış açıları yok, tarihsel süreç nedir onu bilmiyorlar, tarihsel bağlam ve koşul mefhumları yok, zaman mefhumları yok. Onlar zaman ötesi, zaman üstü varlıklar. Yaptıkları özetle şu: 2011 yılında Avrupa Birliği’nde geçerli olan demokrasi ölçütleriyle veya Kopenhag kriterleriyle 1920’lerin ve 1930’ların devrim sürecini değerlendirmek ve bu değerlendirme sonucunda da bu dönemi karalamaya çalışmak, küçümsemek, aşağılamak. Oysa yapılması gereken, Mustafa Kemal’i kendi tarihsel dönemi ve süreci içinde değerlendirmektir. Nasıl ki 1920’leri ve 1930’ları aynen, birebir 2011’e monte edip tek parti dönemine dönemezsek, bilgisayarda basit bir “copy-paste” işlemi yapar gibi, 2011’in şablonunu 1920’lere ve 1930’lara monte ederek de o dönemi anlayamayız. Dincilere ve Kürtçülere empati talebinde bulunanların öncelikle empatiyi Mustafa Kemal’e yöneltmeleri gerekir. Sonuçta Mustafa Kemal ve onun devrimleri olmasaydı, onu eleştiren bu kesimler büyük olasılıkla bugün bulundukları konumda ve biçimde olamayacaklardı, İslam dünyasındaki genel manzara bugün ne ise, öyle bir toplum içinde bireyler olacaklardı. Bu kesimlerin en azından ahlak, vefa ve saygı gereği, bu empatiyi göstermeleri gerekmez mi? Ne yapmıştır Mustafa Kemal? Önce onu tekrar hatırlayalım: Mustafa Kemal, emperyalist, elitist ve teokratik bir imparatorluğu, yayılmacı olmayan, halkçı, laik bir cumhuriyete dönüştürmüştür; (“cumhur” sözcüğü halk anlamına gelir, cumhuriyet de, sultanın, padişahın, saraylıların, ulemanın, halifenin, Tanrı’nın egemen olduğu değil, halkın egemen olduğu yönetim biçimidir); hilafeti ve saltanatlığı kaldırmıştır; din ve devlet işlerini ayırmıştır, eğitim, hukuk ve idari yapılanmayla ilgili alanları din ilkelerinden arındırmıştır; kadınların örtünme zorunluluğunu kaldırmıştır, kadınların erkekler kadar eğitim olanağından yararlanmasını ve çalışma yaşamında yer alabilmesini sağlamıştır, kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanımıştır; okuma yazma oranını arttırmıştır, bilimsel ve felsefi çalışmalara, sanatın ihmal edilmiş alanlarına yönelik açılım yapmıştır, modern üniversiteleri kurmuştur ve sayılarını arttırmıştır; Türkiye’yi ileri uygarlık seviyesine taşımak için mücadele etmiştir. (Bu sitede daha önce yayınlanan “Osmanlı ve Uygarlık” başlıklı yazımı okuyanlar bunu daha iyi anlayacaklardır). Şimdi soruyorum: Mustafa Kemal bunları yapmakla kötü mü etmiştir? Bu devrimler yapılmadan demokrasi diye bir şey olabilir mi, demokrasinin altyapısı oluşabilir mi? Buna karşılık da deniyor ki, “Efendim Mustafa Kemal bunları zor kullanarak yapmıştır, otoriter bir yöntemle tepeden inme biçimde uygulamıştır” Bunu söyleyen beyefendiler ve hanımefendiler 1920’lerde ve 1930’larda Kopenhag kriterlerindeler, ışınlanarak geleceğe yolculuk yaptılar! Bu daha da büyük bir şaşkınlık göstergesi! Tarihi bilmiyorlar, tarihsel süreçten haberleri yok, devrim tarihini incelememişler, hatta muhtemelen devrim nedir onu da bilmiyorlar! Tarihte, hele o dönemlerde, hangi devrim sancısız ve otoriter olmayan bir yöntemle gerçekleşmiştir? 1776 Amerikan devrimine bakın, 1789 Fransız devrimine bakın, 1917 Bolşevik devrimine bakın, 1959 Küba devrimine bakın; adı üzerinde devrim ve bunların hepsi ilerici devrimlerdir, toplumu geriye değil ileriye doğru götürmek için yapılmış devrimlerdir. Feodalizme karşı, mutlak monarşiye karşı, teokrasiye karşı, kapitalizme karşı yapılmış devrimlerdir bunlar. Amerikan devrimcileri Britanya Kraliçesi’ne ve Kralı’na, Fransız devrimcileri Fransa Kralı’na, Lenin Rusya Çarı’na, Castro ve Che Guevera Küba diktatörü Batista’ya, Mustafa Kemal de Osmanlı Padişahı’na dilekçe verip, devrim mi talep edecekti, referandum mu yapalım diyecekti, var olmayan bir demokraside demokratik seçim ve sandık kurulmasını mı talep edeceklerdi? (Üstelik bu saydığımız devrimler içinde Mustafa Kemal’in devrimi en az sancılı, en az kan dökülen devrimdir). Bugün kimse tek parti dönemine geçelim demiyor. 1946’da çok partili parlamenter demokrasiye geçilmiştir, bu da yine Mustafa Kemal’in kurduğu CHP ve onun lideri İsmet İnönü’nün kararıyla olmuştur. Elbette Mustafa Kemal döneminde eksikler ve yanlışlar da olmuştur. Ancak bardağa dolu tarafından bakıp, boş kısmını doldurmak ve eksikleri, yanlışları gidermek için mücadele etmek yerine, boş kısmına odaklanıp dolu kısmını görmezden gelmek ve bu tarihsel süreci anlamamak, eğer kötü niyet yoksa, olsa olsa şaşkınlıktan olabilir. Kimse Mustafa Kemal’i 2011 Avrupa Birliği ölçütleriyle yargılayamaz. Mustafa Kemal varken Avrupa Birliği yoktu! Kim vardı Avrupa’da? Hitler vardı, Mussolini vardı, Stalin vardı! Balkanlarda monarşiler, krallar vardı, İslam dünyasında diktatör şeyhler, krallar vardı ve bu kişilerin tamamının siyasi vizyonu Mustafa Kemal’in gerisindeydi. Mustafa Kemal’i kendi dönemi içinde değerlendirmek, kendi döneminde olup bitenlerle karşılaştırıp değerlendirmek gerekir. Şaşkınlara burada son sözüm: Mustafa Kemal’in adını kullanarak, onun arkasına sığınarak iş yapan herkesi Mustafa Kemal’in kendisiyle karıştırmayın, Mustafa Kemal ile özdeşleştirmeyin. Bu ülke Mustafa Kemal’in savunucusu olduğunu söyleyip ona ihanet eden korkak insanlarla dolup taşmaktadır: Darbeciler, şovenist milliyetçiler, ırkçılar, faşistler, demokrasi düşmanları, soyguncu ve sömürücü kapitalistler, dinciler, hepsi aynı kazanda, öldürücü bir zehirin malzemelerine dönüşmüş durumdalar. Ama Sokrates’e içirdikleri bu zehiri, Mustafa Kemal’e ve onun izinde yürüyenlere içiremeyecekler! Tarihsel süreci kimse geri çeviremez! En fazla kısa bir süre ertelemeye ve gecikmeye neden olabilirler. Vizyonları, seviyeleri ve yetenekleri de ancak buna yeter!