“Post-Modern” Padişah Recep Tayyip Erdoğan, uzaya uydu fırlatılması olayını ekrandan izlemek üzere Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne geldiğinde, yüzlerce öğrenci, Türkiye’nin sivil diktatörünü protesto etmek için toplandı. Bu gösteri ve toplantı, politik bilince sahip herhangi bir dünya üniversitesinde olabilecek olan son derece doğal ve temeli sağlam bir eylemdi. İster seçilmiş olsun, ister seçilmemiş olsun, diktatörlerin halkı yönettiği herhangi bir ülkenin üniversitesinde bu tür protesto eylemleri olur. Hele o ülkede binlerce öğrenci, protesto gösterilerine katıldıkları için terörist muamelesi görüp hapishaneye atıldıysa, böyle bir eylemin gerçekleşmesinden daha doğal ve daha haklı hiçbir şey olamaz.
Pekiyi “Post-Modern” diktatör Erdoğan ne yaptı? ODTÜ kampüsüne, panzerler eşliğinde yaklaşık 3bin polis ve özel tim görevlisi gönderdi, bu güvenlik güçlerini silahsız öğrencilerin üzerine saldı. Önce öğrencilerin üzerine biber gazı sıkıldı; bunun üzerine bazı öğrenciler polise taş ve şişe atarak karşılık verdi; bunun ardından güvenlik güçleri öğrencilerin üzerine saldırıp, birçoğunu darp etti. Güvenlik güçleri, çok açık bir biçimde, protestocu öğrenciler üzerinde orantısız güç kullandı. Birisi ağır olmak üzere birçok öğrenci yaralandı ve hastaneye kaldırıldı. ODTÜ’deki anaokulunda bulunan 3-6 yaş arası çocuklar bile, biber gazından dolayı fenalık geçirdiler, belki de yaşamlarının ilk büyük travmasını yaşadılar.
ODTÜ Rektörü ve yönetimi, güvenlik güçlerinin ODTÜ kampüsünde orantısız güç ve şiddet uygulamalarını kınadı, olaylardan dolayı güvenlik güçlerini sorumlu tuttu. ODTÜ’lü öğretim elemanlarının çoğunluğu, öğrencilerine sahip çıktı ve dersleri boykot etti. Bu boykot eylemi, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, bir üniversitede, öğretim elemanlarıyla öğrencilerin ortaklaşa gerçekleştirdiği en büyük boykot eylemi oldu.
Erdoğan ise, o ana kadar yaptıklarıyla da yetinmedi, ODTÜ öğrencileriyle birlikte, ODTÜ yönetimini ve hocalarını da eleştirdi; onları hedef gösterdi. Bunun üzerine, bazı üniversitelerin rektörleri, Erdoğan’a yalakalık yapma yarışına girdiler, olaylardan dolayı hükümeti ve güvenlik güçlerini kınayacaklarına, mağdur olan ODTÜ öğrencilerini kınadılar ve eleştirdiler. Söz konusu üniversitelerde çalışan öğretim elemanlarının önemli bir kesimi ise, kendi yönetimlerinin yaptıkları bu açıklamaya katılmadıklarını bir bildiri ile beyan ederek, ODTÜ’ye sahip çıktılar, güvenlik güçlerinin orantısız şiddet uygulamalarını kınadılar.
Söz konusu açıklamada şöyle dendi:
“Türkiye'de son yıllarda öğrenciler üzerinde artan baskılara sessiz kalan, akademik özgürlüklere yapılan müdahaleler karşısında susan üniversite yönetimlerinin, iktidarı elinde tutanlara hoş görünmek maksadıyla yaptıkları açıklama, akademi tarihine kara bir leke olarak düşmüştür. Bugün, baskıcı politikaların ana hedefi haline gelmiş olan ODTÜ'lü akademisyen ve öğrencilerin yanında yer almak, akademi ve demokrasi tarihi açısından vazgeçilmez bir sorumluluktur. Basit iktidar hesapları ve ikbal kaygıları ile ODTÜ'ye karşı tavır alan üniversite yönetimleri ve bu yönetimleri destekleyenler veya bu politikalar karşısında sessiz kalanlar, bu davranışlarının hesabını, akademik özgürlükler ve demokrasi tarihi önünde vermek zorunda kalacaklardır."
Türkiye’de onurlu ve şerefli öğretim elemanlarının da olduğunu, böylece bir kez daha hatırlamış olduk. AKP’ye yaranmak için ODTÜ’yü kınayan rektörler ise, gerçekten de tarihe kara bir leke olarak geçeceklerdir. Bu rektörler bu utançla nasıl yaşarlar bilemem. Kendi bünyelerinde çalışan öğretim elemanlarının bile yoğun tepkisini çeken bu rektörler bir an önce istifa etmelidir!
Şunu herkes bilmeli ki, ODTÜ’ye bulaşanlar bunun altında çok ağır bir biçimde ezilirler. Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek daha önce ODTÜ ile nasıl başa çıkamadıysa, Erdoğan da, onun yalakası rektörler de,YÖK de, ODTÜ ile baş edemez. ODTÜ ne bir şirkettir, ne de bir devlet dairesidir. ODTÜ gerçek bir üniversitedir. Bunları bir ODTÜ’lü olarak çok iyi biliyorum ve çok açık ve net bir biçimde söylüyorum. “Post-Modern” diktatör Erdoğan da, yol yakınken dönmeli, “zararın neresinden dönsem kardır” düşüncesiyle, ODTÜ ile uğraşmayı bir an önce bırakmalı, kendi işine bakmalıdır.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde yaşamımın 12 yılı geçti. Hem Lisans, hem de Doktora derecemi ODTÜ Felsefe Bölümü’nden aldım. 1983-1987 ve 1991-1999 yıllarında ODTÜ’deydim; gönlüm ve ruhum ise her zaman ODTÜ’dedir. “ODTÜ’lülük” kolay kolay yok olmayan bir kimliktir. Bunu ancak bir ODTÜ’lü anlayabilir. ODTÜ’lü olmaktan dolayı her zaman gurur duydum. Bu gururu da ömür boyu taşıyacağım.
ODTÜ yaşamımda bir Rönesans’tır. ODTÜ’ye girmeden yarı karanlık bir kuyuda gibiydim. ODTÜ’de ise yaşama gözlerimi açtım. ODTÜ’nün ruhunu ve havasını solumuş bir insan, hiçbir zaman eskisi gibi olamaz. Her ODTÜ’lü için, bir ODTÜ’den öncesi, bir de ODTÜ’den sonrası vardır. ODTÜ’den sonra hiçbir şey eskisi gibi kalamaz.
ODTÜ akademik ölçütler açısından Türkiye’nin en iyi üniversitesidir. Akademik kadrolarının yaptığı yayınlar ve geliştirdiği projeler açısından ODTÜ yıllardır, uluslararası ve ulusal akademik raporlarda, her zaman en üst sıralarda, genellikle de birinci sırada yer almıştır. ODTÜ Türkiye’de, TÜBİTAK projelerine en fazla kaynak ayıran ve bu bağlamda en fazla proje geliştiren üniversitedir. Geliştirdiği projeler bağlamında Türkiye’nin en yenilikçi üniversiteleri sıralamasında da ODTÜ, birinciliği ve ikinciliği kimseye kaptırmamaktadır; bu konuda son yayınlanan raporda, bir puan farkla, ikinci sırada yer almaktadır.
45bin dekarı kampüs, 30bin dekarı ormanlık bölge olmak üzere, yaklaşık 75 bin dekarlık bir arazi üzerinde kurulu olan ODTÜ’de, 3000’e yakın öğretim elemanı ve araştırma görevlisi, yaklaşık 23 bin öğrenci bulunmaktadır. ODTÜ öğretim elemanlarının yaklaşık yarısı Batı Avrupa’da veya Kuzey Amerika’da eğitim görmüşlerdir. Üniversiteye giriş sınavlarında ilk 1000’e giren öğrencilerin üçte birinden fazlası ODTÜ’yü tercih etmektedir. ODTÜ, Türkiye’de en yüksek puanla öğrenci alan birkaç üniversiteden birisidir. Üniversite giriş sınavına giren yaklaşık 1.5 milyon öğrenciden, ilk yüzde 3’lük dilime girenler ODTÜ’ye kabul edilmektedir. ODTÜ öğrencilerinin yaklaşık %40’ı da Yüksek Lisans eğitimine devam etmekte, araştırmalarını ve eğitimini geliştirme yoluna gitmektedir.
ODTÜ bugüne kadar 100 binden fazla mezun vermiştir. Bu mezunların önemli bir kısmı, çeşitli alanlarda, kilit görevler üstlenmişlerdir. Türkiye’deki üniversitelerde görev yapan öğretim elemanlarının da önemli bir kesimi ODTÜ kökenlidir, ODTÜ’de eğitimini tamamlamıştır. ODTÜ sadece ODTÜ için değil, tüm Türkiye’deki üniversiteler için öğretim elemanı yetiştirir.
Kampüs yaşamı, kütüphane olanakları, öğrenci toplulukları, kulüpleri, platformları ve etkinlikleri açısından da ODTÜ Türkiye’nin en gelişmiş üniversitesidir.
Türkiye’de, politik bilinç bağlamında da, ODTÜ’den daha gelişmiş, daha ilerici bir üniversite yoktur. ODTÜ bünyesinde birçok farklı siyasi görüş barınır, ancak çoğunluk sol görüşlüdür. Bu hem öğrenciler, hem hocalar, hem de personel için geçerlidir.
Söz konusu sol görüşlü öğrencilerin de önemli bir kesimi sosyalisttir. ODTÜ’lü sosyalistler asidir ve cesurdur. ODTÜ’lü sosyalistler kapitalizme, dinciliğe, faşizme taviz vermez.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin ve demir perdenin çökmesinde önemli bir rol oynayan eski SSCB Devlet Başkanı Mikail Gorbaçov ODTÜ’ye bir konuşma yapmaya geldiğinde bile, ODTÜ’lülerin bir kısmı onu yumurta yağmuruna tutmuştu. O zaman ben de oradaydım. Gorbaçov’a yumurta atmamıştım, onu dinlemeye gitmiştim, ancak ona yönelik gerçekleşen yumurtalı protesto eyleminden de rahatsız olmamıştım. Çünkü bunlar bir üniversitede olabilecek şeylerdi. Çünkü ODTÜ gerçek anlamda bir üniversitedir. ODTÜ’de her zaman hareket vardır. ODTÜ hiçbir zaman sterilizasyona uğramış bir “tarafsız bölge” olmamıştır. ODTÜ hiçbir zaman kısırlaştırılmamıştır. ODTÜ hiçbir zaman 12 Eylül askeri darbesinin yarattığı apolitik öğrenci ve öğretim elemanı modelini benimsememiştir. Toplumsal sorumluluk almak ve topluma öncülük etmek bağlamında ODTÜ’yü bugüne kadar kimse durduramamıştır. ODTÜ’lü hem bilim yapar, hem felsefe yapar, hem sanat yapar, hem de toplumsal bir bilinçle hareket eder. ODTÜ’lü sadece kendi kişisel bencil çıkarını ve küçük dünyasını düşünmez, toplum için, ülke için, dünya için, insanlık için de mücadele eder. ODTÜ’lü “ot gibi” yetişmez.
Bugün hala, ODTÜ stadyumunun oturma alanlarında, boydan boya dev harflerle “DEVRİM” yazısı yazar. Bu yazı 1960’ların sonunda ODTÜ’lü devrimciler tarafından yazılmıştır. Bugüne kadar hiçbir ODTÜ yöneticisi veya devlet gücü, bu yazıyı silmeye cesaret edememiştir! Çünkü herkes bilir ki, ODTÜ’lüler o yazıyı silenlerin başına bu dünyayı yıkar! Her ne kadar, “Bu yazı silinmeyen bir kimyasal maddeyle yazılmıştır, o nedenle silemiyoruz” gibi bir gerekçe ortaya konsa da, işin aslı böyle değildir! 21. Yüzyılın teknolojik olanaklarıyla silinmeyecek yazı yoktur; en kötü ihtimal, yazıyı kapatacak yeni bir oturma düzeni inşa ederler veya stadyumu yıkıp tekrar yaparlar. İşin aslı şudur: O yazıyı silmek, ODTÜ’nün devrimci tarihini silmek, ODTÜ’nün devrimci şehitlerini silmek, ODTÜ’nün ruhunu silmektir! Bunu da ODTÜ kampüsüne adım atmış herkes bilir! ODTÜ stadyumundaki “DEVRİM” yazısının öyküsü gibi başka bir öyküye ve duruma, Türkiye’nin hiçbir üniversitesinde rastlayamazsınız!
ODTÜ tarihini bilmeyenler bunu tabii ki anlamaz! Ama ODTÜ’nün devrimcileri de bunu çok iyi bilir, ODTÜ’nün devrimcilerini onlarca yıldır izleyen istihbaratçılar ve güvenlik güçleri de bunu çok iyi bilir!
Vakti zamanında polisin ve jandarmanın bile giremediği bir kampüs olan ODTÜ’ye, Erdoğan’ın, korkusundan, binlerce polis eşliğinde girmesi de bu nedenledir!
Tabii ki Erdoğan’ın, sanki bir savaş alanına gider gibi, yaklaşık 3bin güvenlik gücüyle kampüse girmesinin bir amacı da, protestocuların sayısını azaltmaktı, öğrencileri korkutmaktı. Erdoğan yaklaşık 3bin polisle ve özel timle kampüse girmeseydi, protesto gösterisine binlerce öğrenci katılacaktı, bu da Erdoğan açısından hiç de hoş olmayan bir görüntü oluşturacaktı.
Bu nasıl bir Başbakan’dır ki, Türkiye’nin en önde gelen üniversitelerinden birisine, adeta askeri çıkartma yaparak girmek zorunda kalmıştır!
1960’lı yıllarda Türkiye’deki sol hareketler güçlenmeye başladı. Sosyalist çizgide siyaset yapan Türkiye İşçi Partisi TBMM’ye girdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi ortanın solunda olduğunu ilan ederek, 1959 CHP Kurultayı’nda kabul ettiği “İlk Hedefler Beyannamesi”nin ışığında sosyal demokrasiye doğru kaymaya başladı. Tüm bunlarla birlikte, üniversitelerde de sol örgütlenmeler hız kazandı. Marx, Engels, Lenin, Mao, Castro, Che Guevera gibi sosyalist ve komünist düşünürler ve devrimciler, üniversite öğrencileri için ilham kaynağı olmaya başladı.
O yıllarda, birkaç istisna hariç, üniversite öğrencileri, örgütlenmelerinde şiddete başvurmadılar. Çalışmalarını yayın, toplantı, sempozyum, konferans, eğitim seminerleri, protesto gösterileri, boykot eylemleri biçiminde yürüttüler. ODTÜ de bu çalışmaların merkezinde olan, bu alandaki en aktif üniversitelerden birisiydi.
Ancak sol siyasetin güçlenmesini içine sindiremeyen faşist odaklar, bu kesimi bastırıp yok etmek için silahlı şiddete başvurdular. Orduya, emniyete, istihbarata çöreklenmiş bazı faşistlerle, MHP ve ÜGD gibi oluşumlarda mücadele veren faşistler işbirliği yaptılar, CIA ve Pentagon’daki anti-komünist emperyalist güçleri de arkalarına alarak, Türkiye’yi kana buladılar; Türkiye’deki sağ-sol çatışma sürecini tetiklediler.
1970’li yılların sonuna kadar uzanacak ve askeri darbeyle sonuçlanacak olan bu sürecin tetiklenmesinde, devrimci bir ODTÜ öğrencisinin güvenlik güçleri tarafından öldürülmesi çok büyük bir rol oynamıştır. Bu öğrencinin adı Taylan Özgür idi.
ODTÜ öğrencisi olan Taylan Özgür, Türkiye’deki 68 öğrenci hareketinin öncülerinden ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kurucularındandı. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun diğer kurucuları, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Cihan Alptekin idi. Bu 7 kişinin 5’i ODTÜ öğrencisi idi. Taylan Özgür ile birlikte, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil ve Alpaslan Özdoğan da ODTÜ’de öğrenciydi.
ODTÜ öğrencisi Taylan Özgür, İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleşen Öğrenci Birliği Kongresi için İstanbul’a geldiği bir sırada, 23 Eylül 1969’da öldürüldü. Bu cinayetten sonra, Türkiye’de sol ve sağ gruplar arasında silahlı çatışmalar başladı ve hız kazandı. Taylan Özgür’ün öldürülmesine kadar, Türkiye’de böyle bir çatışma ortamı yoktu; sol grupların silahlı eylem yapması diye bir durum da söz konusu değildi. Her şey, bir ODTÜ öğrencisinin öldürülmesiyle başladı.
Taylan Özgür’ü kimin öldürdüğü hala bilinmiyor. Bu cinayet, faili meçhul bir cinayet olarak tozlu raflara kaldırıldı; olay örtbas edildi.
Taylan Özgür, Türkiye’deki devrimci hareketin öncülerinden birisi olan ve zaman zaman ODTÜ’ye de gelen Deniz Gezmiş’in çok yakın arkadaşıydı. Taylan Özgür ve Deniz Gezmiş hem dava arkadaşıydı, hem de yakın dosttu. Deniz Gezmiş 1972’de idam edilmeden önce, Taylan Özgür’ün yanına gömülmeyi vasiyet etmişti. Ancak devlet, Deniz Gezmiş’in bu vasiyetini yerine getirmedi.
Taylan Özgür öldürülmeden birkaç ay önce, Sinan Cemgil, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın da içinde bulunduğu bir grupla birlikte, ODTÜ’yü ziyaret eden ABD Büyükelçisi Robert Commer’in arabasının yakılması eylemine katılmıştı. Bu eylem, başta Vietnam’ın işgali ve Vietnam savaşı olmak üzere, ABD’nin emperyalist politikalarından dolayı, ABD’yi protesto etme eylemiydi. Commer, Türkiye’ye tayininden önce, Vietnam savaşında da özel görevler üstlendiği için, eylem aynı zamanda, Commer’in şahsına yönelik bir protesto gösterisiydi. Bu eylem sırasında herhangi bir can kaybı yaşanmamıştı, araba ters çevrilip yakıldığında da zaten arabanın içinde kimse yoktu. Taylan Özgür ise, bu eylemden birkaç ay sonra İstanbul’da öldürüldü.
Taylan Özgür’ün öldürülmesinden sonra, onun dava arkadaşı ve ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü Başkanı Sinan Cemgil, 1970’de doğan oğluna Taylan adını verdi.
12 Mart 1971’de faşist askerler darbe yaptı, Türkiye’nin dört bir yanında solcular hapishaneye atıldı, öldürüldü, işkence gördü. ODTÜ’lüler de bu faşist dikta uygulamalarına maruz kaldılar.
Faşist bir diktatörlük rejimine karşı sadece fikir yürütmekle mücadele edilemeyeceğini düşünen, daha radikal eylemlere girişilmesi gerektiğine karar veren Sinan Cemgil, darbeden 2 ay sonra, yine ODTÜ’lü olan Alpaslan Özdoğan ile birlikte, Nurhak Dağları’ndaki NATO’ya bağlı Kürecik Radar Üssü’ne baskın düzenleme eylemine girişti. Ancak Sinan Cemgil ve Alpaslan Özdoğan, eylemi gerçekleştiremeden, Nurhak’ta, güvenlik güçleri tarafından öldürüldü.
Devrimci hareket içinde yer alan diğer ODTÜ’lü liderler, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan da, dava arkadaşları Deniz Gezmiş ile birlikte, 1972 yılında idam edildiler. Yusuf Aslan’ın idam edilmeden önce son sözü şu oldu:
"Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika'nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!"
Bugün ODTÜ stadyumunda hala duran, kimsenin silmeye ve yok etmeye cesaret edemediği “DEVRİM” yazısını yazanlar da, Taylan Özgür, Hüseyin İnan ve Alpaslan Özdoğan’dan başkası değildi. Onlar gerçek vatan hainleri tarafından öldürüldüler, ancak onların yazdığı “DEVRİM” yazısı hala olduğu gibi duruyor.
Geçen hafta ODTÜ’de yaşanan olayları protesto etmek amacıyla, dün binlerce ODTÜ öğrencisinin ve öğretim elemanının, “ODTÜ Ayakta / AKP’ye Direniyor!” pankartlarıyla ve sloganıyla kampüs içinde yaptığı yürüyüş de, işte “DEVRİM” yazan bu stadyumda, ODTÜ’lülerin deyişiyle, “Devrim Stadyumu”nda son buldu. ODTÜ’lüler, her yıl düzenledikleri ve “Devrim Yürüyüşü” adını verdikleri yürüyüşü dün de gerçekleştirdiler ve yürüyüşü katledilen ODTÜ öğrencileri Taylan Özgür, Hüseyin İnan ve Alpaslan Özdoğan’ın yazdığı “DEVRİM” yazısı önünde sonlandırdılar, o yazının tam karşısına da, yeşil çimlere yüzlerce insanın yan yana dizilmesiyle, insanlardan oluşturulan harflerle, “ODTÜ Ayakta” yazısını yazdılar, ODTÜ’nün devrimci liderlerini unutmadıklarını ve onların başlattığı yoldan ilerlemeye devam ettiklerini vurguladılar.
Tekrar 1970’li yıllara dönecek olursak: Taylan Özgür’ün öldürülmesi ve arkasından 12 Mart askeri darbesinin gerçekleşmesi, mücadeleyi daha da keskin ve acımasız bir hale soktu. THKO’dan bağımsız kurulan Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi’nin önde gelen üyelerinden birisi olan Ulaş Bardakçı da ODTÜ öğrencisiydi. Ulaş Bardakçı ve arkadaşları, 12 Mart askeri darbesinden birkaç ay sonra, tutuklanan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın serbest bırakılmaları için, İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’u kaçırdılar. Ancak Gezmiş, İnan ve Aslan’ın serbest bırakılmaları talebi reddedilince, Ulaş Bardakçı, İsrail Başkonsolosu’nu öldürdü. Ulaş Bardakçı da, 1972 yılında, güvenlik güçleri tarafından çatışmada öldürüldü.
ODTÜ’nün 1960’larda ve 1970’lerde verdiği devrim şehitleri bu kadarla da kalmadı. 1976’da faşistler ODTÜ servis otobüslerini taradılar, ODTÜ öğrencisi Semih Erbek öldürüldü. ODTÜ öğrencileri Yusuf Ziya Güneş, İlker Akman ve Hasan Basri Temizalp, yine 1976 yılında, Malatya’ya bağlı Beylerderesi’nde katledildiler. 1977’de faşistler ODTÜ’ye bombalı ve silahlı saldırı düzenledi, bu saldırıda ODTÜ öğrencisi İbrahim Baloğlu öldürüldü. Devrimci Yol üyesi ve ODTÜ öğrencisi Ertuğrul Karakaya, 1977 yılında, ODTÜ’nün giriş kapılarından birisinde Jandarma tarafından kurşunlanarak ve süngülenerek öldürüldü. Karakaya’nın cenaze törenine 100 bin kişi katıldı, cenazede 10bin polis görev aldı. Karakaya’nın öldürüldüğü ODTÜ’nün A1 giriş kapısı hala, “Karakaya Kapısı” olarak da anılır.
ODTÜ’lü devrimcilerin birçoğu, devrim mücadeleleri sırasında katledildi. (Can Savran gibi trafik kazasında ölen, Hamdullah Erbil gibi, hapishane koşullarında yakalandığı hastalıktan ölen ODTÜ öğrencisi devrimciler de vardı). Taylan Özgür, Sinan Cemgil, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Ulaş Bardakçı, Semih Erbek, Yusuf Ziya Güneş, İlker Akman, Hasan Basri Temizalp, İbrahim Baloğlu, Ertuğrul Karakaya gibi birçok ODTÜ öğrencisi devrimci, bazılarının uyguladığı yöntem doğru da olsa, yanlış da olsa, daha adaletli bir toplum ideali için, daha özgür bir yaşam için mücadele ederken, yaşamını yitirdi.
İşte ODTÜ böyle bir tarihten beslenmektedir! Türkiye’nin dengesini değiştiren ODTÜ’de, stadyuma dev harflerle yazılan “DEVRİM” yazısı o nedenle hala silinememektedir ve kapatılamamaktadır!
ODTÜ’deki devrimci ruh, o nedenle hiçbir zaman ölmeyecektir!