Diyarbakır’da toplanan Demokratik Toplum Kongresi Çalıştayı geçtiğimiz haftanın en çok...
Diyarbakır’da toplanan Demokratik Toplum Kongresi Çalıştayı geçtiğimiz haftanın en çok tartışılan olayı oldu, tartışmalar hâlâ da sürüyor. İktidar partisi AKP, Başbakan Erdoğan, ana muhalefet partisi başkanı, yavru kurt muhalefet, ordu ve irili ufaklı milliyetçi- vesayetçi kesimler; nüanslara bile yer vermeyen ortak bir dil kurup, “tek dil, tek ülke, tek millet, tek devlet” hamasî söylemiyle yeni “Milliyetçi Cephe”de birleştiler. Kürt halkının dil, kimlik, hak, özgürlük, eşit yurttaşlık talepleri ve barışçı çözüm için bugüne kadar Kürtlerle birlikte mücadele edenler ise, iki dilli yaşam ve demokratik özerklik projesini, üzerinde düşünülebilir, konuşulabilir, eleştirilebilir bir siyaset belgesi olarak önemsediler, ciddiye aldılar. İktidarıyla muhalefetiyle kimsenin bir çözüm projesi sunamadığı, böyle bir sorumluluk ve niyet de taşımadığı bir ortamda, Kürt hareketinin bir öneri ya da proje ortaya koyması, bunu kamuoyunda tartışmaya açması, sorumlu ve ön alan bir tavırdı. Diyarbakır toplantısına katılanlar kadar benim gibi dışardan izleyenlerin önemli bölümü de, gerek toplantıda gerekse orada sunulan “proje”de gördükleri, kafa karışıklığının, muğlaklıkların, vesayet izlerinin ve oldu bittilerin altını bu aşamada fazla çizmeden, işin olumlu özünü öne çıkarmaya dikkat ve gayret sarfettiler. Savaşmayalım konuşalım, silahla değil diyalogla çözelim deniyorsa, işte size üzerinde konuşulabilecek bol malzeme. Üç önemli yazı, bir gerçek Önce, ikisi t24’de, biri Radikal’de çıkan üç önemli yazıdan söz etmek istiyorum: Doğan Akın’ın 24 Aralık tarihli “DTK imzalı iki farklı özerklik taslağı var” yazısı; Selin Ongun’ın, Ayşe Hür ile yaptığı söyleşi (27.12.2010); ve Tarhan Erdem’in yine aynı tarihte Radikal’de yayınlanan yazısı. Hepsi internet ortamında erişilebilir olan bu yazılardan alıntı yapmama gerek yok. Özet ve sonuç şu ki; BDP’nin resmi sitesinde yer alan “Demokratik Çözüm İçin Demokratik Özerklik Projesi” ile, PKK’nin görüşlerini yansıtan Fırat Haber Ajansı’nın sitesinde, “DTK’nın Demokratik Özerklik Modeli/Taslağı” diye yayınlanan metin, birbirine çok benzer görünse de, ruh, dil, amaç, strateji açısından öz itibariyle farklı. BDP’nin gerek metninde gerekse sözcülerinin dilinde ifadesini bulan demokratik özerklik projesi, bütün Türkiye için önerilen, Türkiye bütünlüğü içinde şekillenen, hem özgün hem de evrensel referansları olan bir modelken, DTK’nın demokratik özerklik taslağı diye adlandırılan, Diyarbakır toplantısında okunan ve Fırat Haber Ajansı’nın sitesinde yayınlanan belge, pan-Kürdist bir tahayyül, büyük Kürdistan’a doğru atılmak istenen heyecanlı ve ütopik bir adım niteliğinde. Böyle bir birliğin belli bir coğrafya ve sınırlarla ilgili olmadığını, bir devlet çağrıştırmadığını söylemek ise, -projenin mimarları bilmem farkındalar mı, ama- çocuklara anlatılacak bir peri masalı tadıyla, kimseye inandırıcı gelmeyecek. Kürt hareketinin içinde, şimdilik Öcalan’nı manevi yapıştırıcılığı sayesinde su yüzüne fazla çıkmayan farklı eğilimler; yenler içinde saklanmaya çalışılan kırık kollar; silahlı kanadın ve diyasporanın şahinleriyle Kürt siyasal hareketinin gerçekçi ve adil bir barıştan yana olan kesimleri arasındaki siyasal tahayyül, ideolojik bakış ve dil farklılığı, Diyarbakır Çalıştayı’na da yansımış görünüyor. Özgürlük ve ulusal kimlik mücadelesi veren Kürt siyasal hareketi, bölünmüş görünmekten, farklı sesten, kendi içindeki muhalefetten doğal olarak korkuyor. Korkmakla kalmayıp despotikleşme eğilimleri gösteriyor. Kendi bileşenlerine olduğu kadar dışardaki bizcileyin dostlarına karşı da hırçınlaşıyor. Ancak, ne kadar suskunlukla geçiştirilmek istenirse istensin, ne kadar retoriğe sığınılırsa sığınılsın, DTK Çalıştayı, Kürt hareketi içinde zorunlu yol ayrımının yaklaşmakta olduğunun işaretini veriyor. Çünkü artık, ne devletin, ne PKK’nin, ne İmralı tecridinde projeler üretmeye çalışan Öcalan’ın biçtiği urbalar Kürt hareketine uyuyor. Hepsi, devasa Kürt bedeni üzerinde dar bebek zıbını gibi kalıyor. Sosyolojinin diliyle konuşursak Siyasal değil tümüyle sosyolojik bir analiz yapacak olursak; Türkiye pazarına, kapitalizme ve global sermayeye eklemlenerek güçlenen Kürt burjuvazisi, son yıllarda sanıldığından daha güçlü ve gelişkin hale gelen Kürt entelijansiyası, Kürt toplumunun kendi içindeki sınıfsal ayrışma, geleneksel aşiret yapılarındaki çözülme hesaba katılırsa, PKK’de simgeleşen silahlı hareketin ve onun bileşenlerinin gelecek projesinin Kürt toplumunun bütününü kucaklamakta ve ihtiyaçlarına cevap vermekte artık yetersiz kaldığını söylemek mümkün. DTK Çalıştayı’nda okunan ve Demokratik Toplum Kongresi’nin önde gelenlerinin bir bölümünün de ilk kez orada duyduklarını fısıldadıkları, “Bazı gençlerimiz metinlerden derleyip hazırlamışlar” dedikleri model bu yetersizliğin damgasını taşıyor. Köy komünlerinden başlayarak, ahlaki, ideolojik, siyasi, vb....saldırılara karşı kendi öz savunma güçlerini (milis gücünü) de içeren, en küçük birimden bölge ve devlete kadar siyasal, ekonomik, kültürel, hukuki, öz savunma, sosyal, ekolojik ve diplomasi alanlarında toplumu komünal temelde yeniden örgütlemeyi öngören, böylece özerk Kürdistan inşasını hedefleyen model, -kimi yorumcular hiç ilgisi olmayan Leninist yapılanmadan söz etse de- çok farklı ve acılı bir hareketi hatırlatıyor. 70’lerde Kamboçya’da Kızıl Kmer’ler döneminde uygulanmaya çalışılmış ütopik komünal köylü devrimciliği’ni model alan; Meksika’daki yerli halka (Mayalar) dayanan ve artık silahları gömmüş olan Zapatist hareketten esinlenen; bir nebze de 60’larda, 70’lerde Hindistan’daki Naxalbari köylü hareketinden izler taşıyan İmralı modeli, bu esinleri 21. yüzyıl başlarının en karışık ve karmaşık bölgelerinden biri olan Ortadoğu’ya taşıyor. Bu deneylerin hepsi üzerinde söylenecek çok şey olsa da, sadece Kamboçya’da yepyeni ve ışıklı bir toplum yaratmak için yola çıkan Pol-Pot döneminin yol açtığı vahşet ve yıkımı hatırlatmak düşündürücü olabilir. Yanlış anlamalara yer bırakmamak için, burada Kürt hareketinin ortak ve vazgeçilmez talebi olan iki dilliliği, anadilde eğitimi, Türkiyelilik üzerinden eşit anayasal yurttaşlığı, bütün Türkiye’nin de ihtiyacı olan bölgesel / yerel yönetimlere geniş özerklik ve özgürlük tanıyan ademi merkeziyetçi yönetim modelini; özgürlükçü, barışçı, demokrat her kesim gibi benim de benimsediğimi, desteklediğimi belirtmek istiyorum ki, daha sonra söylemeye çalışacaklarım doğru anlaşılsın. DTK metni olarak dolaşıma sokulan, içi doldurulmamış afakî kavramlarla, çelişkilerle, kafa karışıklığıyla dolu taslak: kısa vadede çatışma, savaş; orta vadede silahlı çatışma ve uluslararası müdahale ile ayrılma; uzun vadede bağımsız büyük Kürdistan projesidir. Bu noktada takiyye’ye, lâf dolandırmaya, sözcüklerin anlamıyla oynamaya, yanlış yansıtıldı diye tevil yoluna gitmeye gerek yoktur. Önüne demokratik sözcüğü konmakla hiçbir şey demokratik olmaz. Zaten bu ölçüde milliyetçi atıflar ve özlemler de ayrı bir ulus-devletten başka bir yere götürmez. Öte yandan, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, hele de günümüzde tartışılmaz bir haktır. Bu hakkı kullanmak isteyen ulus/ halk, hakkını özgürce kullanabilmelidir. Ayrılma ve ayrı devlet dahil bütün konular açıkça ve özgürce tartışılabilmelidir. Bu açık ve özgür tartışma ortamının hem Türkler arasında ve devlet nezdinde, hem de Kürtlerin kendi aralarında ve kendi önderleri nezdinde sağlanması, vesayetçi baskılarla engellenmemesi gerekir. Üzerinde düşünülmesi gereken ise, 21. yüzyılda, anakronik bir ulus devlet kuruluşunun sorunları kadar, bu kuruluş sürecinin halklara neye mal olacağıdır. Hele de önerilen model komünal köy biriminden yükselecek, kendi içine kapalı, milliyetçi ve ister istemez silahlı hareketin despotik ağırlığı altında şekillenecek bir ütopya, daha doğrusu fantezi ise... Kulakları ve yürekleri sosyolojik değerlendirmelere, dünya pratiklerinden çıkan derslere, çözüm diline değil de ulusal tınılı hamasi söylemlere, silahın-dağın sesine açık genç Kürt milliyetçileri bu ütopik modelin heyecanına kapılabileceklerdir. Ortaya konan aşın içinde neler olduğuna değil damaklarında bırakacağı lezzete bakacaklardır. Kürt halkı kadar Türk halkına ve bütün ülkeye acı bedeller ödetecek olan da budur. Demokratik Toplum Kurultayı’nın, demokratik özerklik modelini kamuoyuyla paymaştığı Diyarbakır toplantısı bütün bunları konuşup tartışacak ortamı ve zorunluluğu yarattığı için önemlidir. Bu tartışmanın, konuşmanın önü ceberrut Türk milliyetçiliği ve Kürt hareketinin bileşenleri tarafından kesilmemelidir. Kol kırılır yen içinde mantığına saplanılmamalıdır. Çünkü yen içinde kalan kırık kol, eninde sonunda kangren olur ve bütün bedeni zehirler. Kürt hareketi hem kendi ciddiyetinin hem de her adımının sadece Kürtleri değil bütün Türkiyelileri ilgilendirdiğinin farkına varmak zorundadır. Tek sesliliği, “yekpare bütünlüğü” güç saymaktan ve bölünmemek için despotikleşmekten kaçınmalıdır. Farklı sesler, farklı partiler, farklı görüşler toplumun gelişip çiçeklenmekte olduğunun göstergeleridir. Tek gereken; herkesin, her kesimin ne istediğini bilmesi, açıkça ve cesurca ortaya koymasıdır. “Kimse bize akıl öğretmesin”, ya da “Bizi bölmeye kalkışmayın. Has....tir” yollu öfkeli tepkiler yerine, ülke çapında demokrasi güçlerinin sorunun barışçı yollardan diyalog ve uzlaşmayla çözülmesi için güçlü birliği gerekiyor artık. İktidarıyla muhalefetiyle Türk siyasal sınıflarının adım atmaya niyetli olmadığı ve Kürtlere karşı “ulusal cephe” kurdukları şu ortamda, iş Türk-Kürt demokrasi güçlerine düşüyor. BDP’nin Türkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununda Çözüm için Demokratik Özerklik Projesi’ni açıklık ve şeffaflık içinde, vakit geçirmeksizin her yerde ve ortamda, diyalog ve karşılıklı empati kurarak konuşmaya, tartışmaya, anlamaya, içselleştirmeye ihtiyacımız var.