“Çökülen” devlet ve siyaset
Bir süredir yazamıyorum. Ülkece, milletçe lağım çukurunun ortasında debelenirken iğrenme duygusu, öfke, tepki, isyan ve çaresizlik, sözcüklerimi boğuyor; sözü, yazıyı anlamsız kılıyor. Sonra: ayakta kalabilmek, lağıma büsbütün batmamak için bir çığlık atma ihtiyacı duyuyorum; yine yazıya sığınıyorum. Şimdi yaptığım gibi.
Öfke ve isyan dedim. Öfke ve isyanım, iktidarıyla muhalefetiyle bütün kesimlere: Öncelikle o çukuru kazanlara, içini pislikle dolduranlara, pisliğin bekçiliğini yapanlara. Öfke ve isyanım lağım suları ağır ağır yükselirken, koku ortalığı sararken, o sularda yüzebileceğini, karşı kıyıya geçebileceğini sanan aymazlara. Öfke ve isyanım; lağımı kurutmak için değil lağıma sahiplenmek için birbirleriyle dalaşmayı siyaset bellemiş olanlara. Öfke ve isyanım; bu ülkede hâlâ bir siyasî iktidar, normal bir siyaset ortamı varmışçasına “mış gibi” siyaset yapmaya çalışanlara.
Devlete, siyasete, ülkeye çöküldüğünün farkında değil miydik?
Mafya jargonundan, durumumuzu çok iyi anlatan pek özlü bir deyim girdi dilimize: “çökmek”…
Ne acıdır ki lağım çukurundaki pislikleri, bu ülkenin iktidarı, muhalefeti, yargısı, Meclis’i değil, bir mafya reisi soktu görmeyen, görmek istemeyen gözlere. Tanıklığı güvenilir sayılmalı, çünkü o pislikler büyük ölçüde kendi marifetleri olduğundan çukurun nasıl dolduğunu, kimlerin katkıda bulunduğunu, kimlerin göz yumup pay aldığını ve çukurun baş mimarlarını iyi tanıyor.
Devlete, siyasete, ülkeye çöküldüğünün farkındaydık aslında. Ama kimileri “kutsal devletimiz”e krem sürmemek, kimileri suçlarını örtbas etmek, kimileri çıkar musluklarını açık tutmak, kimileri çetelerin zorba gücünden yararlanmak ya da korunmak için görmezden, bilmezden geliyordu. Artık herkes biliyor. Biliyor ve hazmetmeye çalışıyor. Ama pislik büyük, boğazda kalıyor.
Devletin derinliklerindeki çeteler, siyasetin şu veya bu mafyayla işbirliği, pis işlerin muktedirlerin denetimindeki organize suç örgütleriyle halledilmesi, bu arada bal tutanların parmak yalaması, hatta kimilerinin kovanı alıp götürmesi, mafya örgütlerinin liderleriyle siyasetçilerin ortaklıkları, bunlar bugünün işi değil. Bugünkü kadar pervasız, ahlaksız, göstere göstere ve açıkça olmasa da her zaman vardı. Ancak devlete ve siyasete bu ölçüde çökülmemiş, kirlenme AKP-MHP ortaklığında olduğu ölçüde alenîleşmemiş, neredeyse meşruiyet kazanmamıştı.
Ülkenin en güçlü, sırtı en sağlam mafya reisi; iktidarın devletli ortağının özel gayretiyle hapisten çıkarılıp “Ülkücü dava arkadaşı” ilan edildiğinde, pes dedik ama şaşırmadık. Şimdilerde ötmekte olan ikinci sıradaki çetebaşının en üst düzey siyasetçilerle ilişkileri, mafya-devlet-siyaset ortaklığının simgesi olan 90’ların Susurluk çetesinin derin cinayetleri, melanetleri çarşaf çarşaf ortaya serilirken de şaşırmıyoruz. Devlete, siyasete bu ölçüde çökülmüşse, şaşıracak bir şey yok.
İnsan haklarından, demokrasiden, özgürlüklerden, hukukun üstünlüğünden söz etmiyorum bile. Çökülmüş bir devlet ve siyasette bunların lafı olmaz zaten.
Ayrıntılara girip uzatmaya gerek yok: Günümüz Türkiyesinde, karşımızda bir siyasal yapı değil, bir çıkar ve talan ağı/şebekesi var.
Böyle bir ortamda, irili ufaklı partileriyle siyasî muhalefet; her şey normalmiş gibi, karşısında bir siyasî yapı, bağımsız bir yargı erki, işleyen devlet kurumları varmış gibi bildik yöntem ve söylemlerle seçim hesapları, oy hesapları yapıyor. Kamuoyu yoklama şirketlerinin verilerine -gaza getirmelerine de diyebilirdim ama ayıp olur- bel bağlayarak, başta CHP, sonra İYİP, seçimleri çantada keklik görüyor, ya da öyle davranıyorlar.
Doğu masası kurup Kürtlerin oylarına göz dikersin, HDP düşmanlığı yapıp Türk faşist milliyetçilerinin oylarını garantilersin, esnafla sohbet eder, 128 milyar doları dağlara taşlara yazarsın, kim kaç maaş almış peşine düşersin, simit fiyatlarını gündemin baş maddesi yaparsın, (bunlar yapılmasın demiyorum, yetersiz ve hedefe vardırıcı değil, diyorum), Büyük Reis’in üslubuna özenip Kırkpınar meydanında güreş tutar gibi “Er meydanına gel, erkeksen korkma” vb. diye kösteklenirsin, şuncacık yüreğinde duymadığın mağduriyetlerin kurbanlarını grup toplantısında kürsüye çıkarıp şov yaparsın… Ve hooop! Oylar sandığa, partilerimiz iktidara…
Benden söylemesi: Birincisi, o sandık önümüze gelecekse bile artık öyle gelmeyecek, Büyük Reis’in açık açık söylediği gibi iktidar öyle kolay verilmeyecek. Yüzbinlerce “kayıp” silahla silahlanmış, devlet içinde örgütlenmiş, yetmedi SADAT veya benzeri yapılarla takviye edilmiş kıtalar son başvurulacak çare. Buna gerek bile kalmayabilir, tepeden aşağıya, bakanından, milletvekilinden köy muhtarının kayınçosuna kadar uzanan çıkar ağı, biraz da seçim sistemiyle oynanarak -ve çoktan çeki düzen verilmiş Yüksek Seçim Kurulu devreye sokularak- siyasî iktidar olmaktan çıkmış yapıyı/şebekeyi yeniden iktidara taşımaya yeter de artar bile.
Demek istediğim, hayal aleminden öyle görünse de, memnuniyetsiz çoğunluğun oyları güven sağlayan, güçlü bir muhalefet cephesi kurulmadıkça çantada keklik değil. Daha da önemlisi, içinde debelendiğimiz pislik çukurundan çıkabilmemiz için tek başına oy çokluğu da çözüm değil.
Yazıya öfkeyle, isyanla başlamıştım. Dedim ya, yazmak kimi zaman kurtarıcıdır. Şimdi daha sakin düşünebiliyorum, daha doğrusu düşündüklerimi daha sakin ifade edebiliyorum.
Siyasî muhalefetin öncelikle siyasî ortamı doğru analiz etmesi gerekiyor. Tekrarlamamı hoşgörün: Karşısındaki bloğun bildik bir siyasi yapı/parti/ittifak değil yaygın bir çıkar ağı olduğunu, bununla mücadelenin yönteminin, araçlarının ve dayanaklarının da farklı olduğunu görmesi gerekiyor.
Bu siyasî tabloda klasik muhalefet yolları/-yöntemleri, oy’a odaklı seçim taktikleri tek başına iş yaramaz. Tek bir kesimi, tek bir yurttaşı dışta bırakmayan çok geniş ve güçlü bir toplumsal muhalefete dayanmak, o toplumsal muhalefetin taleplerini ortaklaştıracak bir program ve uygulama taahhüdüyle –evet, vaat değil taahhüt- ortaya çıkmak gerekiyor.
Toplumsal muhalefet siyasî muhalefeti fersah fersah aşmış durumda. İtirazlar ve talepler dört bir yandan fışkırıyor. İtirazları ve talepleri birleştirecek, bütün muhalefet güçlerinin arkasında durduğu, senin programın benim programım demeden kitlelere birlikte sunduğu bir gelecek umuduna ihtiyacımız var. Ancak o zaman toplumsal muhalefet, eli mahkûm olduğundan değil güvendiği için siyasî muhalefete güçlü destek verir. Ancak o zaman bu yalan-talan düzeninin değişeceği umudu doğabilir.
Öfkeme ve isyanıma geri dönersem: Benim bile gördüğümü, anladığımı muhalefet nasıl görmez, nasıl anlamaz! Kavrayamıyorum. “Memleket elden gidiyor” demeyeceğim, bu hem soyut hem de kalıpçı bir deyiş. Üç kuşak insanlarımız, çocuklarımız, torunlarımız, geleceğimiz, vicdanımız, insanlık onurumuz elden gidiyor. Yarattıkları pislik çukurunda toplum çürüyor, insanlar çürüyor. Ve sizler hâlâ ortak ilkelerde buluşup demokrasi cephesini örmek yerine üç beş oy peşinde birbirinizin ayağına çelme takma, birbirinizden oy apartma, ayrımcılık yapma, geminizi kurtarma, babadan kalma yöntemlerle seçim çalışmaları yapma peşindesiniz.
Oysa mesele boğazımıza kadar battığımız ve her gün biraz daha gömüldüğümüz bu çukurdan kurtulmakta. Bu da ancak kurtuluş yolunu ve o yolda kol kola yüründüğünü topluma göstermekle mümkün. Yoksa, çukurun başında siz varmışsınız ötekiler varmış ne fark eder!