Küçük dağları ben yarattım havasıyla yüksek perdeden konuşan, gerekli gereksiz güç gösterisi yapan, ikide birde kendini öven, pazu şişirip kahramanlık taslayan, en küçük eleştiride öfkeden kuduran, dört yana tehditler savuran, şişkin ego’lu insanlar vardır. Hepimiz tanırız böylelerini. Sevimsizdirler, çoğunlukla gülünç olurlar, iktidar sahibi iseler saygı, sevgi değil korku yaratırlar. Burunlarının ucunu görmez, gerçeklikten koparlar, “benden büyük Allah” duygularıyla kendilerinden memnun yaşarlar. Ama içten içe, bilinç altlarında, kim olduklarını bilirler ve gerçek kimliklerini ortaya dökecek, açığa çıkaracak her şeyden korkarlar.
Böyle insanlarda büyüklük/ üstünlük kompleksi (complexe de superiorité) var, deriz. Psikolojide tanımlanmış, bilinen bir kişilik bozukluğu, ciddi bir ruhsal arızadır. Ne var ki büyüklük kompleksi olarak tanımlanan durum, aslında aşağılık kompleksinin (complexe d’infériorité) sonucudur. İnsanın çocukluğundan itibaren yaşadığı kötü durumlar, maruz kaldığı aşağılayıcı muamele, evde, sokakta, toplum içinde önemsizleştirilmesi, uğradığı haksızlıklar, karşı koyamadığı şiddet, vb. sonucunda kendini yoksun, yetersiz, aşağı hissetmesi -kuşkusuz karakter yapısına da bağlı olarak- kişiyi örseler, özgüvenini aşındırır. İçinde bulunduğu durumu dışarıya karşı büyüklenerek, üstünlük taslayarak aşmaya çalışır. Hele de kişi (ler) herhangi bir iktidar konumuna yükselmişse, aşağılık kompleksi büyüklenme olarak tezahür eder.
Bu tipler; güçlü görünmek, güçlü imajı vermek, güçlü olduklarına kendilerini ve çevreyi inandırmak için çabalayıp dururlar.
Ülkemizi kasıp kavuran, benzerini daha önce yaşamadığımız yangınlar karşısında, doğal yaşam, vatan, insan, can sevgisiyle dolu yüreklerden kopan “Help Turkey” feryadı devleti güçsüz, iktidarı çaresiz gösterdiği gerekçesiyle suç sayıldı, feryadı paylaşanlar hakkında kovuşturma açıldı. Ne teröristlikleri, ne vatan hainlikleri, ne devlet yıkıcılıkları kaldı.
Özgüvene sahip, gerçekten güçlü hiçbir ülke, hiçbir devlet, hiçbir iktidar afetler karşısında yardım istemeyi güçsüzlük saymaz. Yine, gerçekten güçlü hiçbir devlet, hiçbir iktidar ben güçlüyüm diye yırtınmaz, gereğinde yardım istemekten kaçınmaz. Bu onun güçsüzlüğünün değil gücünün, kendine ve halkına güveninin işaretidir.
Yedi düvele horozlanan, ayağı her sürçtüğünde, her derin bunalımda “bizi kıskanan” gerçekten güçlü ülkeleri sorumlu gösterip düşmanca söylem geliştiren, komşularını silahla, kaba kuvvetle tehdit eden, bölge gücü olma ham hayaliyle yayılmacı politikalar uygulayan, kendi halkı yoksullukla, salgınla, türlü dertle mücadele ederken parasını, servetini nüfuz siyasetine harcayan bir iktidar güçlü müdür?
Kılıcın akla, bilime, insanî değerlere üstün olduğu; savaşkanlığın, şiddetin, kan dökmenin, doğa talanının, mutlak erkek egemenliğinin toplumsal norm ve erdem sayıldığı ortaçağda (çok uzağa gitmeyelim, günümüzde IŞİD, onun türevi Taliban, vb.) gücün ölçüsü buydu. 21. Yüzyılda, bu zihniyet dünyanın çeşitli yerlerinde, en geri ve yoksun toplumlarda şu veya bu ölçüde hâlâ sürse de, evrensel normlar ve değerler farklılaştı. Bir ülkenin, bir devletin gücü ve saygınlığı artık farklı ölçütlere vuruluyor.
Bütçesinin ağırlıklı bölümünü savaşa, savaş sanayiine, sınır ötesi maceralara ayıran; kalkınmayı, ormanı, suyu, toprağın altını üstünü talan etmek olarak anlayan; “inşaat ya Resulullah” zihniyetiyle, nerede boş arsa görse, -boş değilse bile yakıp yıkıp boşaltarak- orayı betonlaştırmanın ekonomik büyüme olduğuna inanan; hacıağa görgüsüzlüğü ile, itibardan tasarruf olmaz zihniyetiyle saray üstüne saray yaptıran; göçmenleri, sığınmacıları, yani insanı şantaj unsuru olarak gören bir iktidar güçlü müdür?
Gücü parada, gösterişte, lafta arayan; itibarın ölçüsünün Cumhurbaşkanlığı’nın uçak filosu, saraylardaki o ayıp düzeyinde zevksiz yaldızlı mobilyalar olduğunu sanan (Sayın Erdoğan ile Merkel’in saraydaki bir görüşmelerinde oturdukları koltuklar aklıma geldikçe utanıyorum); toprağı ancak arsa olup inşaata açılınca vatan sayan; doğal yaşamı, canlıyı, hayvanı kırmızı et, beyaz et olarak değerlendiren bir iktidar güçlü müdür?
Kimse alınmasın, gücenmesin ve de kusura bakmasın, günümüz dünyasında bu zihniyetin hâkim olduğu ülkeler güçlü sayılmıyor. Geleceğin dünyasında ise esâmileri bile okunmayacak.
Yazının başından beri “devlet” değil “iktidar” sözcüğünü kullanıyorum. Çünkü siyasi iktidarların, kurum ve kuruluşlarıyla kurulu düzeni (establishment) temsil eden devletten görece bağımsızlıkları vardır. Ne ki günümüz Türkiye’sinde, AKP-MHP ortaklığında devletle parti(ler) iç içe geçmiş, otoriter/totaliter rejimlerde benzeri görülen parti-devlet modeli kurulmuştur.
Bu modelde, siyasi iktidarın yukarıdaki paragraflarda değinmeye çalıştığım zihniyeti, yönetme tarzı, iç ve dış siyaset çizgisi olduğu gibi devlet kurumlarına yansımaktadır. Devlet, kimi ideolojik saplantı sahiplerinin sandığı gibi kutsal bir varlık, insan üstü bir kavram değil, bir kurumlar ve kuruluşlar bütünüdür. Bu kurum ve kuruluşlar yasal çerçevede işlemez olduğunda, her türlü yolsuzluğun, yağmanın, talanın, suçun yuvası haline getirildiğinde devlet denilen şey; kimilerinin tapındığı, kimilerinin hukuksuzluğa, zorbalığa, milleti soyup soğana çeviren yolsuzluklara kalkan olarak gördükleri, suçlarını gizlemek için arkasına sığındıkları bir aygıta dönüşür.
Doğal afetler, felaketler, savaşlar, toplumsal sarsıntılar devletin yapısını, direncini, gücünü test eder; hamasi nutuklara, tehditkâr söylemlere, kitlelerin gözünü boyamaya yönelik süslü püslü yalanlara, algı operasyonlarına gerçeğin aynasını tutar.
Sözü uzatmaya gerek yok. Son yangın felaketinin aynadaki yansıması: lime lime dökülen, içinden çürümüş, en basit bir eylem planına sahip olmayan, kriz yönetiminin “k”sından habersiz, cehaletle sorumsuzluğun kol kola gezdiği bir yapıydı. Halk, kralın (devletin de diyebilirsiniz) çıplak olduğunu bu son felakette apaçık gördü, henüz tam kavrayamayanların da yüreklerine kuşku, kafaların soru işaretleri düştü.
“Help Turkey” diyenleri hain ilan etmelerinin, hesap soranları zorbalıkla, tehditle susturmaya, geriletmeye çalışmalarının, devleti güçsüz gösteriyorlar diye bağırıp çığırmalarının, gerçekleri dile getirenlere, gösterenlere saldırmalarının nedeni bu işte.
İktidarın psikolojisini kavrayabilmek için yazının başına dönelim ve şöyle özetleyelim: Kendine güvenli ve güçlü olan “ben güçlüyüm” diye bağırıp durmaz; üstünlük/büyüklenme kompleksi aşağılık kompleksinin tezahürüdür; iktidar devletin bütün kurum ve kuruluşlarını dağıtmış, çürütmüştür.
Son söz: “Help Turkey”nin gerçek muhatapları, yabancılar falan değil bizleriz; doğayı, canlıyı, insanı, hakkı hukuku korumak için, yeni bir dünya, yeni bir Türkiye kurmak için seferberliğe hazır olan hepimiziz. İş ki birleşip sesimizi yükseltelim. İş ki kendilerini muhalefet cephesinde görenler büyük felaketi oy kazanma fırsatı olarak görmek yerine milyonların sesine kulak versinler!