Devlet konuşuyor: O kadim ceberrut devlet; savaşı, kanı, ölümü kutsayan, vatanı böldürtmeyiz nâraları atarken halkı lime lime ayırıp bölen, şoven milliyetçi, militarist, eril devlet konuşuyor. Kimin sesiyle, kimin maskesini takmış olarak, kimler adına, önemli değil; biz bu ürkütücü sesi, bu ulumayı, bu vahşi savaş nârasını tanıyoruz. Yeni değil, geçmişten; unutmak istediğimiz acılarla, çatışmalarla, cinayetlerle dolu bir dönemden yankılanıyor. Kimilerinin artık dişlerinin döküldüğünü, çağın ruhuna uyup yumuşadığını, barut ve kan kokusunun serhoşluğuna kapılmayacağını sandıkları bir anda, büründüğü/büründürüldüğü kuzu postundan sıyrılıp, çürümüş ama hâlâ sivri dişlerini gösteriyor. Kadim devlet, Osmanlı’dan bu yana özü değişmemiş devlet…
Yukardaki cümleyi genç kuşaklar için tercüme edelim: İnsan hafızası unutkanlıkla sakatlanmıştır. Gençler yaşamadılar, bilmiyorlar; bizler yaşadık o günleri. Ama insanız; acıları, kötülükleri unutmaya eğilimliyiz, unutuyoruz. 70’li yıllar boyunca Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) adlı parti ve onun gençlik örgütü Ülkü Ocakları, (derin) devletin vurucu gücüydü. Yükselen sola ve emek hareketine karşı, Batı emperyalizminin CIA başta çeşitli gizli-açık örgütlerinin Türkiye’yi destabilize ederek askerî darbeye sürükleme planlarının baş uygulayıcıları Ülkücü timlerdi. 1975-80 arasında sağ-sol çatışması görünümü altında çoğu genç binlerce insanımızın öldürülmesinde, Alevî katliamlarında, aydınlara, sendikacılara, yazarlara, siyasî figürlere yönelen suikastlerde MHP’nin vurucu timleri hep önplandaydı. Susurluk olayından hatırlanan derin devlet ajanı Çatlı’nın emri ve planı dahilinde Ankara Bahçelievler’de 7 TİP’li gencin evlerinde kurşunlanarak, telle boğularak öldürülmesi olayı (cinayete karışanların tümü Ülkü Ocaklıydı, katillerin başı Haluk Kırcı cinayeti yıllar sonra ayrıntılarıyla anlattı, cinayette kullanılan arabayı süren kişi ise MHP’de milletvekilliğine kadar yükseldi); Bedrettin Cömert, Kemal Türkler, Abdi İpekçi, Prof.Cavit Orhan Tütengil, savcı Doğan Öz (katili üç defa idama mahkum edildi ve üç defa salıverildi), Tâlip Öztürk; daha onlarca aydının, binlerce gencin, işçinin öldürülmesi, 78-80 arasında en kanlıları Malatya, Çorum, Sivas, Maraş olan Alevî ve solcu katliamları, delili ispatıyla ortaya konduğu ve tarihe geçtiği gibi, o dönemin MHP’si ve Ülkü Ocakları ile ilişkiliydi. Şiddet ve terör, o günlerde MHP ve ideolojik benzerlerinin tekelindeydi. İşe ustaca karışan derin yapıların yönlendirmesi, kışkırtması, provokasyonuyla sağlı sollu gençler birbirlerine kırdırılırken MHP’nin şiddet gerekçesi; vatanın komünist hainler tarafından bölüneceğiydi.
Amaçlanan darbe, 12 Eylül 1980’de geldi. Askerî darbe haberinin ABD'nin üst kademelerinde “bizim çocuklar becerdi” diye karşılandığı söylenir. Artık kendisine iktidar yollarının açıldığını düşünen MHPnin sevinci ise kursağında kaldı. 12 Eylülcü askerler iktidarı paylaşmaya niyetli değillerdi, Başbuğ Türkeş ve önde gelen MHP’liler tutuklanırken, Türkeş’in “fikirlerimiz iktidarda ama kendimiz zindanlardayız” diye sızlanması da hatırlarda.
Son seçimler öncesinde sağlı sollu çevrelerden yükselen Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP güzellemelerini izlerken düşündüm bütün bunları. Bahçeli MHP’yi ehlileştirdiği, 1970’lerin eli silahlı Ülkücü güruhlarını dizginlediği, kendini şiddetten arındırdığı için övülüyor, yere göğe konulmuyordu. Evet, Kürt fobisi vardı; evet; içerde ve dışarda savaş öneriyordu, devletin demir yumruğunu farklı olana, farklı düşünene indirmesinden yanaydı, evet; çoğulculuktan nefret ediyor, ustası Başbuğ Türkeş’in veciz ifadesiyle “Ne mozayığı ulan! Mermer” zihniyetini benimsiyordu ama o kadar kusur kadı kızında bile bulunurdu. Sağ kesim gibi sol ulusalcılar, hatta ülkenin normalleşmesinden, çatışmacı üslubun yerini uzlaşma üslubunun almasından yana olan iyi niyetli kişiler de, geçmişi unutup MHP’yi neredeyse bağırlarına bastılar. Gazeteler, televizyonlar Bahçeli’nin gülen yüzünü, insan yanını -biraz zorlanarak da olsa- yansıtmaya çalıştı. Kimse çıkıp da, demokratları, barışçıları, Kürtleri terörist ilan eden Bahçeli’nin partisinin kanlı terörist geçmişine bir kez bile özeleştirel yaklaşmadığını hatırlamadı, sorgulamadı. Kuzu postuna sarınmış kurdun şuradan buradan dışarı fırlayan dişleri, pençeleri, kuyruğu görmezden gelindi.
Ne var ki, seçim sonuçları belli olur olmaz, kurt büründüğü postu yırttı, fıtratının tabiatının bütün özellikleriyle meydana çıktı. Kan kokusu duymuşcasına, iktidar şikârına doğru sol gösterip sağ vuran, hesaplı adımlarla yürümeye başladı.
Yarınlar ne getirecek bilemeyiz, bugünden bakıldığında olası görünen bir AKP-MHP koalisyonu içerde ve dışarda savaş tamtamları demektir. MHP bunu hiç gizlemiyor zaten. 6 milyondan fazla oy almış HDP’yi ve 80 milletvekilini yok sayarken, kendi kırmızı çizgisinin çözüm sürecinin sona erdirilmesi, yani Kürt sorununun çözümünde barışçı yöntemlere son verilmesi olduğunu açıkça belirtiyor. Erdoğan AKP’si de gönül düşürdüğü müstakbel gelin adayına yüz görümlüğü olarak Dağlıca’ya, oraya buraya birkaç bomba, Roboski’de ölü katırlar armağan ediyor.
MHP, Suriye’ye asker sokmak, en azından Rojava’yı kontrol ve tehdit etmek, oradaki Kürt oluşumunu geriletmek konusunda AKP’den bile hevesli görünüyor. Ne uluslararası hukuk kuralları, ne NATO ilkeleri, ne Türkiye halkının böyle bir savaşa ezici çoğunlukla karşı olması, ne de savaşın insanî trajedisi, ekonomik yıkımı umurunda.
Aslında demokratikleşme sürecinden başka bir şey olmayan çözüm sürecinin fikrine, telaffuzuna bile karşı olan MHP’nin demokrasiden ne anladığı da 6 milyondan fazla oy almış ve Meclis’e 80 milletvekili sokmuş bir siyasal partiyi yok saymasıyla apaçık ortaya çıkıyor. Milletin iradesini hiçe sayan, seçtiği vekilleri tanımayan bir zihniyetin demokratik meşruiyetinin tartışılacağı umurunda değil.
1970’lerin MHP’si “komünistler vatanı bölüyorlar” diyerek vatan-millet edebiyatına sığınıp az kan dökmedi, az yıkım yaratmadı. 2015’in MHP’si “Kürtler vatanı bölecekler” diye nâralanırken asıl bölücünün kendisi olduğunu fark etmiyor. Uzlaşma kültürünün U’sundan habersiz Bahçeli ve mermer blok gibi partilileri, çatışmacılığı, uzlaşmazlığı tutarlılık ve ilkelilik sanıyor, öyle yutturmaya çalışıyor. 2000’ler Türkiye’sini okuyamamayı, toplum nereden nereye geldi sorusunu sormayan, kendi yarattığı öcülerden korkan ve o sanrı ürünü öcülerle korkutmaya çalışan bu siyasal çizgi, siyaset tarihinin taş devrinin biryerlerinden sesleniyor.
Şimdi koalisyon hesapları yapılıyor, belki de iş kapalı kapılar ardında çoktan bağlandı. Kaba bir deyim vardır: İmam ölüden, deli deliden hazzeder, diye. Önümüzdeki günler ne gösterecek bilemeyiz ama Erdoğan AKP’si ile Bahçeli MHP’si birbirlerine yakışırlar doğrusu. Ne ki bu evlilik günümüz Türkiye’sine hiç yakışmaz. Uzun da sürmez zaten. Uzun sürecek olursa, bilin ki MHP tükürdüklerini yalayıp AKP’lileşmiştir.
Not: Yazının ilk paragrafındaki devletle Devlet Bahçeli’nin sözcük benzerliğinden başka ilgisi yoktur!