ABD’de Trump’ın 45. Başkan olarak yemin ettiği gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tek adamlık yolunu açan yeni anayasa metni, hayasız-pervasız anayasa ihlalleri (göstere göstere açık oy kullanma, milletvekillerinin özgür iradelerine ipotek koyma) arasında 339 oyla kavga dövüş geçti. Trump’ın ilk konuşmalarını, ilk nutuklarını izlerken, Erdoğan’ın günde beş vakit duyup ezberlediğimiz konuşmalarını, özellikle de muhtarlara nutuklarını dinler gibi oldum.
Ruh ikizliğinin bu kadarı mı olur! İki adamın tarzı, karakteri bu kadar mı benzer birbirine! Ego şişkinliği, kendinden başkasını hiçe sayan üstten bakış, tehditkâr ve saldırgan üslup, lâfın nereye gidebileceğini, nelere yol açabileceğini umursamayan pervasızlık, birleştirici değil cepheleştirici söylem, işine gelmeyen medyaya bire bir aynı sözcüklerle hakaret ve tehdit savurma, bir de konuşurken yüzlerindeki öfke, küçümseme, nefret karışımı ifade…
İnsan insana benzer, bunlar dışa yansıyan benzerlikler. Peki ya zihniyetleri, dünyaya bakışları, değerleri, kültürel derinlikleri, siyasî ufukları, 21. Yüzyılı kavrama düzeyleri?.. “İfade-i meram, aynıyla insan” özdeyişine güvenen biri olarak, evet bu konularda da birbirlerine tıpa tıp benziyorlar diyorum. Yani; Allah sahiplerine bağışlasın, bizim yerli ve millî bir Trump’ımız, ABD’nin de yerli ve millî bir Erdoğan’ı var.
Bu kadar hınk demiş burnundan düşmüş olmasa da, Trump ve Erdoğan kumaşından liderler Hindistan’da, Filipinler’de, Macaristan’da, -her ne kadar değişik bir kökenden ve gelenekten gelse de- Rusya’da da var. Avrupa’da, Latin Amerika’da benzerlerin ayak sesleri duyuluyor. Şoven milliyetçi- popülist söylemlerle ezik ve muhafazakâr orta ve alt sınıfları peşinden sürükleyerek kitle destekli otoriter/faşizan rejimlere kapı açan bu tip liderler, şu günlerde Batılı yorumcuların, siyaset bilimcilerin, sosyolog ve sosyal psikologların başlıca ilgi alanı. Genel kanı: Trump veya Erdoğan’gillerin; kapitalist sistemin, neoliberalizmin ezdiği, geleneksel siyasal sistemin yurttaşlık basamaklarında geriye itip önemsizleştirdiği, kendilerini mağdur hisseden kitlelerinin özlem, umut ve sessiz isyanlarının ürünü oldukları yolunda.
Kapitalizmin; küreselleşmenin çare olmak bir yana derinleştirdiği yapısal krizini engelleme, yumuşatma, çözüm üretme çabalarının teklediği bir dönemdeyiz. Yeni bir paylaşım savaşının eşiğinde, ittifaklarla birlikte haritaların da değişeceği yeni bir bloklaşma ve kutuplaşma sürecinde, bir geçiş evresideyiz. Post-endüstriyel bilgi/bilişim çağında “insan” başdöndürücü teknolojik gelişmenin gerisinde kalıyor. Teknolojinin yapay zekâya, insansı robotlara doğru ilerlemesi dünyayı, yaşamı, insanı maddî-manevî yönlerden koruyup geliştirmek yerine tahrip ediyor, geriletiyor. Köhnemiş devlet yapıları, ikiyüzyıl öncesinin toplumsal-siyasal sistemleri, geleneksel değerler kadük ve yetersiz kalıyor. Dünyanın en zengin sekiz kişisinin servetinin dünya nüfusunun yarısının (3 milyar 600 milyon kişi) toplam gelirine eşit olduğu, bu eşitsizliğin o muktedirleri bile korkuttuğu bir düzen bu.
Sistemin tıkanma noktasında Trump ve onun yerli versiyonları zuhur ediyor ki, bunların ortak özelliklerinden biri ; insanî etik değerler, kültürel düzey, düşünce ufku, “öteki”ne bakış, çağdaş hak ve özgürlükler (mesela kadın hakları, ekolojik kaygılar), dayanışma ve paylaşımcılık, vb. açısından kitleleri kendi sığ düzeylerinin de altına, geriye itmek. Böylece toplumun insanî, kültürel, etik açıdan gelişmesini engelleyerek faşizan yönetimlere kitle desteği sağlamak. Kullandıkları araçların başında da şoven milliyetçilik, vatan-millet edebiyatı, din, yabancı (öteki) düşmanlığı geliyor.
Aslında pek de yeni figürler değil bunlar. 20. Yüzyıl başlarında, iki dünya savaşı arasında benzerleri iktidara gelmiş, benzer söylemlerle memnuniyetsiz kitleleri peşlerinden sürükleyerek faşist diktatörlükler kurmuş, sonra da dünyayı tarihin en korkunç savaşlarına sokarak tarumar etmişlerdi.
Bu tip liderlerin ortaya çıkması sadece zamanın ruhuna mı bağlı? Çağı kavramayıp, ölmekte ve gelmekte olanı anlamayıp babadan kalma hantal sistem ve siyasetlerin payı yok mu bu işte? Dünyada ve Türkiye’de kendilerini solda tanımlayanlar, sosyal demokratlar, sosyalistler, liberaller, diğerleri bugün Trump’ların, Erdoğan’ların destekçisi kitleleri ekonomide olsun, bugünün ve yarının dünyasını kavramakta olsun, siyaset alanında, kültürel-düşünsel alanda olsun ileri götürmek, birinci sınıf yurttaşlar kılmak için ne yaptılar, nasıl bir program, nasıl bir yaşam ve gelecek vizyonu sundular?
Trump bütün Trump’lığıyla gelince panik içinde feryad eden Amerikan halkının yarısı ve de ister Cumhuriyetçi ister Demokrat geleneksel siyaset sınıfları, derin Amerika’nın ne kadar farkındaydı? Erdoğan’ı iktidara getiren ve şimdi diktatörlüğe taşımasından korkulan halk kesimleri, eski sistemin (sağıyla soluyla) cumhuriyetçi elit siyaset sınıflarının gözünde, siyaset sahnesine çıktıklarında “ayaklar baş oldu” diye yakınılan “aşağıdakiler” değil miydi?
İşte şimdi Trump’lar, Erdoğan’lar ve benzerleri, kendilerini mağdur, itilmiş, kimliksizleştirilmiş hisseden bu kesimin üstüne basarak yükseliyor ve onlarda nihayet kendilerinin de iktidara geldikleri yanılsamasını yaratarak savaşlardan ve tahakkümden geçecek tehlikeli bir yolda, etrafı yaka yıka ilerliyorlar.
Ne zamana kadar? Başka bir yazının konusu olsun.