Tayyip Erdoğan Çanakkale Köprüsü'nün açılışını 26 Şubat'tan 18 Mart'a "vatandaşlarımızın talebi üzerine" ertelediğini açıkladı. Böylece, doğum günü için kendisine verilmesi planlanan armağandan vazgeçmek zorunda kaldı. Benzetmek gibi olmasın ama, kendi adını şehirlere vermesi yetmiyormuş gibi yılın aylarına da kendisinin, anasının danasının adını veren, doğum gününü bayram ilan eden Türkmenbaşı Saparmurat Niyazov'u anımsatacak bir adımdan da şimdilik kaçınılmış oldu iyi ki!... Eğer sosyal medyadan başlayarak yayılan tepki ve hoşnutsuzluk olmasaydı Çanakkale Köprüsü'nün açılışı, hiç kuşkunuz olmasın, Reis'in doğum gününe rastlatılacaktı.
Muktedirlerin kendilerine gelmelerini, halkın sıkıntılarına, taleplerine kulak vermelerini sağlayan tek etkili güç kitlelerdir. Ne bizlerin yazması çizmesi, ne bilim insanlarının, siyaset insanlarının uyarıları, ne muhalefet partilerinin en sert eleştirileri milyonların çığlığı, direnişi, isyanı olmadıkça vurdum duymaz iktidarlara ulaşabilir. Son zamanlarda AKP ve reisinin göstermelik de olsa açıkladıkları hayat pahalılığına çözüm önlemleri, yıllardır görmezden duymazdan gelinen kanayan yaraların (atanamayan öğretmenler, EYT'ye takılanlar, 3600 gösterge mağdurları, KDV indirimleri, sağlıkçıların sorunları, vb., vb…) pansumanı vaadleri… işçisinden köylüsüne, esnafından emeklisine, gencinden yaşlısına, geniş kitleler isyanlarını işitilir, görünür kılmasalardı bu vaadlerin hiçbiri dile getirilmezdi…
Sanıyor musunuz ki Migros işçileri en yasal haklarını kullanıp ekmekleri için mücadele ederken kelepçelenip derdest edildiklerinde o görüntüler milyonlardan büyük tepki almasaydı İstanbul Emniyeti -sanki sorumluları kendileri değilmiş gibi- büyük pişkinlikle çok üzgün olduklarını açıklardı. Bugüne kadar beterini yaşadığımız orantısız güç kullanımı, can almaya varan polis terörü, şiddet ve baskı olaylarında böyle bir özür duymamıştık, çünkü tepkiler böylesine yoğunlaşmamıştı. (Bu konuda sosyal medya olanaklarını, sosyal medyanın günümüzün bir çeşit sokağı, meydanı olduğunu hatırlatmadan geçmeyelim.)
Kısaca: halk sesini ne kadar yükseltir, kitleler mücadele kararlılıklarını ne kadar güçlü gösterirlerse, muhalif güçler ne kadar çoğalır, kitleselleşir, kalabalıklaşırsa iktidarlar o kadar geriler.
Şu halimize, şu ülkeye bakar mısınız! Bir sanatçımız yeni bir şarkı çıkardı ve siyaset tiyatrosunun aktörleri ve bilumum figüranlarla seyirciler birbirlerine girdiler. Şarkı toplumu yine karpuz gibi çatlattı ama bu defa ortasından değil. İktidara ancak karpuzun üçte biri sayılabilecek bir parça düştü. Öfkelerinin, tedirginliklerinin, çaresizliklerinin nedeni de bu zaten.
"Bu günler geçecek" diyor Tarkan, toplumcak içine düşürüldüğümüz karamsarlık, umutsuzluk, çökmüşlük ruh haline gönderme yaparak, ama asıl umut vermeye çalışarak. Şarkı neden bir anda on milyonlara ulaşıyor? Çünkü kitlelerin ruh haline ve umuda tutunma ihtiyacına cevap veriyor, geniş kitlelerin sesi oluyor da ondan.
Kitlelerin sesi, çığlığı dört bir yanda yankılanmasaydı; sularına, topraklarına el konan köylüler, iflas eden tarımcılar, açlık ücretine mahkûm işçiler, sendikal hakları ellerinden alınan, kapıya konulanlar, işsiz gençler, kepenk indiren esnaf, sadece eşitlik değil can mücadelesi veren kadınlar, üniversitelerine el konan, cehalete teslim edilmeye çalışılan öğrenciler, dönemin mağduru sağlık emekçileri, ekmek kuyruklarında bekleşen halk, bıçağın kemiğe dayandığı noktada baskıyı, zulmü göze alıp çığlıklarıyla, eylemleriyle isyanlarını yansıtmasalardı Tarkan veya başka bir sanatçı "geççek"i seslendiremezdi.
Demem o ki, "geçecek" çığlığı kitlelerin çığlığıdır ve sanatçılar o çığlığı duydukları, büyütüp yansıttıkları ölçüde halkın sanatçısı olurlar. Tarkan'ın sesiyle "geççek" diyen, kötü günlerin sona ermesini dileyenler, umuda intiyacı olan halk kitleleridir. Ve onların sesi ne kadar gür yankılanırsa kötü günler o kadar çabuk geçer.
Altı muhalefet partisinin bir masa etrafında biraraya gelmeleri iktidar cephesinde tedirginlik, muhalefet cephesinde kısmî bir umut ve iyimserlik havası yarattı. Kavga etmek yerine oturup konuşmak, anlaşmak iyidir tabii.
Altılı masanın HDP ve (sosyalist) sol ayaklarının eksikliği, çok konuşulan tartışılan başlı başına bir konu. Bu haliyle altı parti liderinin verdiği ortak fotoğraf, seçmene mesajdan ve oy ittifakından öteye geçmiyor, henüz bir demokrasi cephesini haber vermiyor. Yanlış anlaşılmasın; bu birlikteliğin mevcut rejimin ve durumun aşılabilmesi için önemli ve epeyce gecikmiş bir ilk adım olduğunu yadsımıyorum, güçlüklerini, çabalarını küçümsemiyorum, antifaşist mücadele ile devrimi karıştıran (dolayısıyla da faşizmle mücadeleyi zaafa uğratan) kimi kesimler gibi önemsiz saymıyorum. Aksine netleşmeleri, asgarî müşterekte buluşmaları, fobilerini, kaygılarını yenip ittifakı genişletmeleri için cesaretlendirilmeleri gerektiğini düşünüyorum. (Meraklılarına selamlar! "Yetmez ama evet", diyorum yine)
Ama bu ittifak, kitlelerin güvenini kazanıp önce umut sonrasında da iktidar olabilmek için arkasına milyonları almak zorunda. O milyonlar hazırlar, bekliyorlar, dört bir yandan "biz buradayız, bizi görün, duyun" diye bağırıyorlar. Kitle gücünü yitirmekte olduğunu fark eden iktidarı, "mış gibi" yaparak da olsa göstermelik bazı adımlar atmaya zorlayan onların sesi ve eylemleri. Muhalefet, bu sesi, bu eylemleri toparlayıp yönlendirmekle yükümlü. Meclis'te laf yetiştirmek, grup toplantılarında fiyakalı nutuklar çekip medyatik atraksiyonlar yapmak, muhalif sayılan birkaç televizyon kanalında bıktırıcı eleştirileri, ezberleri tekrarlamak kendimize gaz vermekten, kendi mahallelerimize propagandadan öteye geçmiyor.
Mesele sokağı toparlamakta, kitleyi harekete geçirebilmekte, dosta düşmana "milyonlar bizim arkamızda" mesajını inandırıcı biçimde verebilmekte. Nasıl mı? Önce sokaklarda, meydanlarda, tarlalarda, fabrikalarda, grev alanlarında, direniş noktalarında kaç parti iseniz, üç mü, altı mı, tek tek değil topluca ses ve eylem birliği yapmak. Kitlelerden ve sokaktan korkmamak, onların içinde, onlarla birlikte mücadele ettiğinizi ele güne göstermek.
Ama asıl: En önemli ve güçlü temsilcisini HDP'de bulan Kürt halkının -toplumun bu en dertli, öyle olduğu için de rejime karşı en bilenmiş kesiminin- sesine yansıtıcı, taleplerine sözcü olduğunuzu söyleminizle eyleminizle göstermek… Bu aşamada, HDP o masada olsa da olmasa da Kürt halkının eşit yurttaşlık, onurlu yaşam, özgürlük, güvenlik taleplerinin -seçim yatırımı olarak değil- Türkiye'nin geleceğinin ve demokrasinin güvencesi olarak dile getirilip savunulması muhalefetin kitle desteğini güçlendirecek, iktidarın provokasyonlarını da önleyecektir.
Bugünlerin geçmesini istiyoruz ama bu karabasan kitlelerin gücü, milyonların birleşik sesi olmadan "geçmez". Milyonlara umut ve güven verebilmek için "beş benzemez" de yetmez, toplumun bütün renklerini buluşturmak; milyonların umut ve taleplerini, hiçbir kesimi dışarıda bırakmaksızın ortak yaşam potasında eritebilmek gerekir. Bunu sağlamak sadece ittifak partilerinin değil hepimizin; sağ-sol, Türk-Kürt, dindar-laik, zengin-yoksul, vb., faşizan rejimin değişmesini, ülkenin demokratikleşerek kurtulmasını isteyen herkesin, her kesimin, her siyasetin acil görevi değil mi?
Başarırsak, delerek de olsa geçecek, başaramazsak yaralarımız kanamayı sürdürecek.