Anayasa referandumunda aklımı ve vicdanımı AKP fobisine ve ipoteğin kaptırmayacağım.
Konu ister Kürt açılımı, ister anayasa değişikliği, ister dışişleri, ister yargı, yani ne olursa olsun, milletçe tek bir yere bakıyoruz, tek bir odağı ölçüt ve kerteriz alıyoruz: aslında bunu hiç hak etmeyen AKP’yi. Doğrumuzu yanlışımızı, evet’imizi hayır’ımızı, cephemizi safımızı AKP’ye göre belirliyoruz. Sağıyla, soluyla, partisi, sendikası, işveren kuruluşu, meslek örgütü, STK’sıyla ve de hepimiz tek tek, birey olarak siyasi çizgimizi, tavrımızı, siyasi irade ve tercihlerimizi, daha da ötesi cepheleşmemizi, düşmanlaşmamızı, çatışkılarımızı AKP’ye yandaşlık veya AKP’ye karşıtlık üzerinden şekillendiriyoruz. Bu yüzden, dün hararetle savunduğumuzu bugün AKP öneriyor diye reddetmekte beis görmüyor, dünkü ilkesel tutumlarımızı, eskaza AKP benimseyip savunmaya görsün, hemen terkediyor, kırmızı çizgilerimizden bile vazgeçiyoruz. AKP yandaşıysak eğer, o zaman da aynı davranış kalıbı, bu defa tersten işlemeye başlıyor. Neo-liberal neo-konservatif sistemin Türkiye’ye adapte edilmiş İslami versiyonu olan bu partinin temsil ettiği sınıfsal güç ve çıkarlar doğrultusundaki politikalarını alkışlamaya, desteklemeye, mazeret uydurmaya başlıyoruz. Emek kesimini gerileten, çevreden kültürel değerlere kadar her şeyi ticari meta düzeyine indirgeyen, muhafazakârlık adı altında çağ dışı bir taşra taassubunu cesaretlendiren bu politikalar, demokrasi ve vesayete karşı mücadelenin bayraktarlığını yapar görünen kimi AKP yandaşları tarafından benimseniyor ya da suskun kalınıyor. Gelinen noktada, siyaset ufkumuzu AKP kaplamış ya da karartmış durumda. Hatta daha da öte; siyasi aklımız, vicdanımız, özgür siyasi irademiz AKP’nin ipoteği altında. Çünkü siyasi taleplerinizi, kendi duruşunuzu ve programınızı bir başka odağa göre ve ona karşıtlık üzerinden belirlemeye başladınız mı, artık aklınız ve vicdanınız özgür ve bağımsız olamaz; olamıyor da zaten. Ne yazık, ne acı ve ne vahim! Anayasa referandumu konusunda yazmamayı düşünüyordum, kaçındığımdan değil; yazılanlardan çizilenlerden, özellikle de televizyonlarda söylenenlerden gına geldiği için, bir de ben kafa ütülemeyim diye düşünüyordum. Ama, bağımsız siyasi iradelerini ve tercihlerini AKP fobisine kaptırmış bazı “hayır”cıları dinleyince, kendimi tutamadım. Ne anayasa uzmanıyım ne de hukukçu, sizler de değilsiniz sevgili okurlar. Yani sandığa gidip oyumuzu attığımızda, ince anayasal hukuk tahlilleri yaparak karar vermiş olmayacağız. Kendimize karşı dürüst olalım; 12 Eylül Anayasası’nın değiştirilen maddelerini, eski metinle de karşılaştırarak okuyup nelerin ne yönde değiştiğini tek tek belirledik mi? Cevabın, eğer açık yüreklilikle verilmişse çok büyük çoğunlukla hayır olacağından eminim. Referandum oylamasında ezici çoğunluğumuz, peşinden sürüklendiği siyasi akım ne diyorsa onu yapacak; red cephesinde ya da hükümet cephesinde konuşlanıp evet ya da hayır diyecek. Aklına vicdanına siyasi ipotek koydurmayı reddeden, her iki cephenin de dışında kalanlar ise kendi aklına, adalet duygusuna, vicdanına göre davranacak, gerçekten özgür yurttaş olarak oy kullanacak. Tabii ki siyasal aklımız beyaz kağıt değil, tabii ki bugün ya da geçmişte farklı siyasal mensubiyetlerimiz vardır veya olmuştur ve tabii bunların kaçınılmaz payı olacak kararımızda. Ama, her şeyi AKP fobisi veya yandaşlığı üzerine bina etmek yerine kendi ilkelerimizden ve taleplerimizden hareket edersek, daha adil ve özgürlükçü bir karar verebileceğimizi düşünüyorum. Sözüm, özellikle de benim gibi sol’dan gelenlere, kendini hâlâ sol’da tanımlayanlara; çünkü anlatmaya çalıştığım ruh hali, yani AKP fobisinin yarattığı akıl tutulması en çok onlarda gözleniyor. Siyasal iktidarın ak dediğine kara, kara dediğine ak demek utanç verici bir politikasızlık olarak solun geniş kesimleri tarafından savunuluyor. Korkarım ki anayasa referandumu solun tümü olmasa da geniş kesimleri ve bu arada BDP’de temsil edilen Kürt siyasal hareketi için yine başarısız bir sınav, istemezük’te kilitlenen bir siyaset üretememe hali olacak. Ben kendi payıma, anayasa referandumu konusunda çok basit, yalın ve kimilerinin naif bulacağı bir sorudan hareket ediyorum: “Evet dersem AKP’li, hayır dersem Ergenekoncu olurum” gibi kendime ayıp kaygılara kapılmadan, bu kısır ve tehlikeli cepheleşmenin askeri olmadan, önümüze konan metin hak ve özgürlükleri öncekine göre daraltıyor mu genişletiyor mu, toplumu prangaya vuran statükocu, vesayetçi sistemi ve zihniyeti güçlendiriyor mu geriletiyor mu, demokrasinin tek değil ama olmazsa olmaz şartı olan seçilmişlerin iradesinin yansımasını güçlendiriyor mu, zayıflatıyor mu? diye soruyorum. Ve önümüze konan bu yetersiz, kısıtlı, eksik metnin bile 12 Eylül darbe anayasasına göre önemli bir ileri adım olduğunu düşünüyorum. Bu anayasa değişiklikleri diktaya kapı aralıyor, demokrasiyi tehdit ediyor gibisinden kitleleri kandırmaya yönelik, söyleyenin de yalan olduğunu bildiği meydan nutuklarını aklıma vicdanıma hakaret olarak algılıyorum. Oyumuza sunulacak olan metnin tek tek bütün maddelerine bakıp karşılaştırdığımda pek çok eksiğini görüyorum; eksiklerin hem AKP’nin ideolojik yapısından ve sınıfsal özünden kaynaklanan sınırlılığından, hem de henüz gücünü koruyan statükocu vesayetçi devlet mekanizması karşısında yaşadığı kendini koruma güdüsünden kaynaklandığını biliyorum. Oylamaya sunulan anayasa değişikliklerinde çok eksik var, ama demokrasinin gelişmesi ve vesayetin geriletilmesi açısından gerileme değil ilerleme olduğunu da nesnel gözle bakan kime yadsıyamaz. Evet, bazı maddeler makyajlı, yani eskiyi biraz rötuşlayarak sunuyor. Evet, kimi değişiklikler şu sırada iktidardaki AKP’nin çıkarlarına uygun olarak biçimlendirilmiş (ki bunlar Anayasa Mahkemesi tarafından büyük ölçüde tırpanlandı) ama“Hayır’da hayır vardır” çakma sloganıyla meydanlara çıkan CHP’nin yeni başkanının “zehirli hap” nitelemesinde zehirin nerede olduğunu kavramakta güçlük çekiyorum. 12 Eylül darbecilerini dokunulmaz kılan 15. maddenin kaldırılması mı zehir? Grev hakkının tanınmaması bir eksiklik olsa da kamu personeline toplusözleşme hakkının sağlanması mı zehir? Genel Kurmay Başkanı’nın da diğer faniler gibi Yüce Divan’da yargılanmasına olanak tanınmış olması mı zehir? YAŞ kararlarına itiraz hakkı mı zehir, yoksa HSYK’nın birbirini seçen bir yargıçlar kastını biraz olsun aşarak daha demokratik yapıya kavuşturulması mı zehir? Statükocu vesayetçi zihniyetin çok korktuğu Meclis iradesini atanmışlar karşısında biraz olsun güçlendirmeyi amaçlayan ürkek düzenlemeler mi zehir? Bugün iktidardaki AKP’nin işine geleceği varsayılan ve bu yüzden karşı çıkılan Meclis çoğunluğunun iradesinin güçlendirilmesi, yarın iktidara aday olduğunu haykıran CHP ve diğer muhalefet partilerinin de yararına değil mi? Bugün zehir olan, onlar iktidara geldiğinde şerbet olmayacak mı? Bütün bunlarda zehir varsa, milletçe bu zehirli hapı yutmalıyız derim ben. Darbe Anayasası’nın geçici 15. maddesinin kaldırılmasına, zaten zaman aşımı var, yargılanamazlar, diye karşı çıkılmasının ne büyük bir tutarsızlık olduğunu nasıl kavramıyor 30 yıldır 12 Eylül Anayasası değişsin diye çırpınanlar, Evren yargılansın diye daha geçen yıla kadar toplantılar, mitingler düzenleyenler? Yargılama pekâlâ mümkündür, olmasa bile darbeci zihniyeti geriletici sembolik psikolojik değeri vardır. Referandumda evet çıkarsa, bir daha yeni anayasa yapılamaz diyenler, mevcut anayasanın köşesinden kıyısından defalarca (16 kere mi ne?) değiştirildiğini de mi hatırlamıyorlar. Yapılır, hem de çok daha ilerisi yapılır, iş ki bütün demokratik adımlara, özgürlüklere, darbeciliğe vesayetçiliğe karşı her öneriye, şundan veya bundan geldi diye hayır denmesin. Yeni anayasa istiyoruz diyenlerle beraberim ben. Evet; yeni, özgürlükçü, eşitlikçi bir anayasa; değiştirilemez maddeleri olmayan, Türkiye’de yaşayan bütün insanların Türkiyelilik üzerinden eşit haklı yurttaş olduğu, herkesin kimliğini kültürünü koruyan, emeğe ve ezilmişlere geniş sosyal haklar ve fırsat eşitliği getiren; düşünce, ifade, inanç, örgütlenme özgürlüğünü, cinsel kimlik ve yönelim özgürlüğünü, kadınların tüm haklarını güvence altına alan; vesayetçiliğe, militarizme, yargıçlar diktasına kapı açmayan bir anayasa. Ama gerçekten özgürlükçü bir solun devrimci atılımının ürünü olabilecek böyle bir anayasa isteminin/özleminin bugün hayata geçemeyeceğini hepimiz biliyoruz. O zaman kısmi düzeltmelere, eksik de olsa bir adım öteye götürebilecek maddelere hayır mı diyelim? Hiçbir zaman hiçbir yerde başarıya ulaşamamış, özünde mevcudu savunan maksimalist bir siyaset örneğinden başka nedir bu? Anayasa referandumunda aklımı ve vicdanımı AKP fobisine ve ipoteğin kaptırmayacağım, “Yetmez ama EVET” diyeceğim ki kendimle tutarlı olayım, 12 Eylül Anayasası’nı aklamayayım.,