Bu ülkede, aynı zamanda Cumhurbaşkanı da olan AKP Reisi’nden, soyadı Soylu İçişleri Bakanı’ndan, bir de derin devletin en savaşçı ve faşizan sözcüsü ve gözcüsü Bahçeli’den daha yetkili ağız, daha etkili kim var? Yargı, ordu, polis, adı var kendisi yok Meclis onların elinde. İnsanların kaderi onların iki dudağının arasında.
Hâl böyleyken, günde beş vakit koro halinde “terör örgütü”, “terör örgütünün uzantısı”, “katil”, “cani”, “vatan haini”, vb. ilan ettiğiniz HDP’yi neden kapatmıyorsunuz? Maçanız sıkmıyor da (özür dilerim, böyle argo konuşmayı Sayın Cumhurbaşkanı’ndan öğrendim) ondan mı? Hiç sanmıyorum. Öylesine pervasız, gözü kara, hak hukuk yoksunusunuz ki, isteseniz bunu da rahatlıkla yaparsınız. Ayrıca kankanız Perinçek’in Vatan Partisi’ni de, ana ve yavru muhalefetin bilumum faşizan ulusalcılarını /milliyetçilerini de kapı gibi arkanızda bulursunuz.
Yapmıyorsunuz, çünkü HDP’ye vurmanın, Kürt siyasî hareketini ve özgürlükçü, barışçı destekçilerini şeytanlaştırmanın, terörist ve hain ilan etmenin size kısa vadede getirisi var. Bu kafayla asla çözemeyeceğiniz ve çözemedikçe kendinizle birlikte bizleri de batağa sürüklendiğiniz Kürt meselesinde kitleleri kandırmanın, uyuşturmanın, korkutmanın en önemli araçlarından biri HDP=PKK=terör denklemi, daha doğrusu çarpıtması. Siz bu silahı elinizden bırakmak istemiyorsunuz. Bıraktığınız anda ülkeye ve bölgeye kan kusturan, yalanlar üzerine kurulu savaş siyaseti çökecek.
Bu konuda en büyük destekçiniz, zerzevat fiyatları ağız dalaşını muhalefet sanan sözde muhalefet partileri ve de medya. Adlarının HDP ile anılmasından hepsinin ödü kopuyor. Biri de çıkıp, “HDP 6 milyona yakın oyu olan, Meclis’e 67 milletvekili sokmuş ( ama ikide bir milletvekilliklerini düşürdüğünüz, ya da içeri attığınız için bu sayıyı hiç bulamayan) en azından AKP kadar, MHP kadar yasal bir partidir. İttifak da yaparım, güç birliği de” diyemiyor. Bir diyebilseler feleğiniz şaşacak; ama mallarınızı iyi tanıyorsunuz, cesaret edemeyeceklerine güveniyorsunuz; patlıcan-biber muhalefetiyle yetineceklerini biliyorsunuz.
Bu işi bir de tersten düşünün: Birileri her Allah’ın günü -gecesi televizyon ekranlarından, besleme basından, mikrofonlardan, meydanlardan dur durak bilmeden, “AKP terör örgütüdür, Cumhur İttifakı vatan hainidir” diye bağırsa ne olur? Goebbels’in propaganda yöntemlerini herkesten daha iyi bilen ve her türlü medya kanalını denetim altına almış olan sizler, ne olacağının tabii ki farkındasınız. Beyin yıkamak amacıyla îmal edilen yalanlar insanların beynine yapışır, milyonları etkisi altına alır. Bir süre sonra yalanlar gerçek, gerçekler yalan olur. Bazen en uyanıklar bile bundan kendilerini kurtaramazlar.
Bekâ meselesi diye yutturduğunuz, savaşmaktan başka yol tanımayan, yayılmacı, fütuhatçı siyasetinize bahane kıldığınız, “merd-i Kıptî sirkatin söyler (suçunu söyler)” misali ekonomik krizi, pahalılığı, halkın sıkıntılarını meşrulaştırdığınız bu büyük çarpıtmayı sadece kitlelere değil muhaliflerinize de yutturmayı, onları zerzevat muhalefetine kıstırmayı başardınız. Seçimlere doğru giderken, düşman imajına ihtiyacınız var. Bu yüzden HDP’ye sarılıyorsunuz.
HDP Hakkâri Milletvekili Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi yaygınlaşarak sürüyor. Açlık grevleri, talep ne olursa olsun, tutsak edilmiş, hakları elinden alınmış, sesini duyuramayan insanın S.O.S çığlığıdır. Tecridin kaldırılması talebi ise hem insan hakları sorunudur hem de devlete/iktidara, yasaların herkese eşit uygulanması sorumluluğunun ve zorunluluğunun hatırlatılmasıdır. Yurttaşlarını öldüren değil yaşatan bir iktidar olmanın gereği; geri dönüşsüz sakatlanmaları, ölümleri aldırmazlıkla seyretmek değil, çözüm bulmaktır.
Bunu yapmayacağınızı; ceberrut devlet geleneğinin son halkası olarak, “aslolan hayattır” diyemeyeceğinizi biliyorum. Açlık grevlerini; HDP’yi ve Kürt siyasî hareketini zaafa uğratmak için cezaevlerine attığınız, delilsiz ispatsız mahkûm ettirdiğiniz insanların çığlığı olarak değil, iktidarınıza saldırı olarak değerlendirdiğinizi biliyorum. Leyla Güven’in tükenmesine “biri eksildi” insansızlığıyla, vicdansızlığıyla yaklaştığınızı da biliyorum.
Açlık grevleri, ister bireysel ister örgütsel kararla olsun, çözüm devletten, iktidardan beklenir. Örgüt insanlarını kendi çıkarlarına, kendi bekâsına feda ediyorsa, yurttaşlarını korumak, yaşatmak yine devlete/iktidara düşer. Bu konudaki umursamazlığınız, kendilerine muhalefet diyenlerin üç maymunu oynayacaklarına olan güveninizden kaynaklanıyor. Haksız da sayılmazsınız!
HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ı hapse attınız. Davaları, insanın adalet duygusunu ve vicdanını hançerleyen bir kara komedi gibi sürüyor. AİHM’den gelen tartışma götürmez tahliye kararını uygulamadınız. Çünkü terör örgütü dediğiniz PKK’den değil, asıl ondan korkuyorsunuz. Terörle, şiddetle ilişkisi olmayan, halklar arasındaki eşitliği ve kardeşliği yücelten, ortak vatanda barış içinde yaşamayı öneren Demirtaş, sizin için PKK’den çok daha tehlikeli. Kürt siyasî hareketini terörle özdeşleştiren propagandanızı söylemiyle, eylemiyle, kişiliğiyle boşa çıkaracağını bildiğiniz için susturdunuz onu.
Benden, biz fânilerden çok daha iyi biliyorsunuz, istihbaratınız var; Selahattin Demirtaş’tan ibaret olmayan ama onda ifadesini bulan barışçı, özgürlükçü, demokratik hatla başa çıkmanız, HDP=PKK=terör denklemini onun şahsında kurmanız çok güç. Varlığınızın ve iktidarınızın bekâsı için Demirtaş’ların zindanda kalması gerek.
HDP’yi kapatın gözünüz kesiyorsa, açlık grevi yapanları ölüme gönderin, bu ülkenin en iyi evlatlarını zindanlara tıkın. Ama yetmez, bir de milyonlarca seçmen var, onları da oy hakkından mahrum etmeniz gerek.
Söylemedi demeyin: Önümüzdeki seçimlerde, özellikle Güneydoğu’da yapacağınız her türlü katakulliye, seçmen kaydırmacaya, sandık apartmacaya, korucu aşiret satın almaya, HÖH’leri PÖH’leri seferber etmeye rağmen o seçmenleri kazanamayacaksınız.
Yine söylemedi demeyin: HDP, iddia ettiğiniz gibi terör örgütünün uzantısıysa, bu partiyi kapatmadığınıza göre sizler de terör örgütüne yardımda bulunuyor, suç ortağı oluyorsunuz.
Bir de hatırlatayım: İster dışarda isterse içerde hapishanede olsun, yurttaşların yaşamı ve sağlığı devletten sorulur. Açlık grevlerinde yaşanacak ölümlerden ve sakatlıklardan, sadece insanî, vicdanî olarak değil hukukî olarak da iktidarın başındakiler sorumludur.
Bugüne kadar sürüp giden cezasızlığa güvenmeyin.