Hadi vicdan yok, hukuk yok, adalet yok, utanma yok diyelim; dünyada ve ahrette hesap verme korkunuz da mı yok! Kendi postunuzu kurtarmak, suçlarınızı gizlemek, çıkarlarınızı pekiştirmek için dört bir yanı ateşe vermekten, masum insanları ölüme göndermekten çekinmezsiniz; biliyoruz da, o ateşte benim hânem de yanar, her ölümde binlercesi dirilir karşıma çıkar diye düşünebilecek akıldan da yoksun musunuz?
Çocuklarımızın ölümünü şehitlik diye allayıp pullayarak, ötekilerin çocuklarını “ölü ele geçirdik” diye böbürlenerek, vicdanını kuruttuğunuz zavallı insanlara meydanlarda idam naraları attırarak, kadınları, çocukları evlerde sokaklarda öldürerek, iş cinayetlerini yok hükmünde sayarak ölümü kanıksattınız; insanları birbirinin canına kast etmiş nefret makinelerine, ülkeyi kin, nefret, ölüm ülkesine dönüştürmeyi becerdiniz. Şimdi bu başarınızla övünebilirsiniz, tahtınızı cesetlerin üzerine kurup iktidarınızı nefret ve kötücüllükle tahkim edebilirsiniz.
Sadece son on beş yılda değil, on yıllardır bu ülkede yüzlerce, binlerce aydın suikastlara kurban gitti. Hepsinin faili, daha doğrusu azmettireni meçhul kaldı. Uğur Mumcu’dan Ahmet Taner Kışlalı’ya, Musa Anter’den Hrant Dink’e, Tahir Elçi’ye… Ve şimdi sıra Ahmet Türk’e mi geldi?
Hrant’ımızı, Elçi’mizi tetikçilerinize kurşunlattınız, Ahmet Türk’ü sağlık durumundan, yaşından yararlanıp eziyet ederek öldürmeye çalışıyorsunuz. Hem de saklayıp gizlemeye gerek görmeden küstah bir pervasızlıkla gözlerimizin önünde. 75’e dayanmış yaşını, yıllardır kalbinde pille yaşadığını, Diyarbakır işkencehanesinde kendisine yaşatılanların tahribatını hesaba katmaya bile gerek duymadan. İki ayda İstanbul’dan Elazığ’a, oradan bilmem nereye hapishane hapishane dolaştırarak, salıverilmesi için gerekli Adlî Tıp raporu için aynı gün içinde Elazığ’dan İstanbul’a getirip yine Elazığ’a geri götürerek ve de o raporu vermeyerek.
Eyyyy irili ufaklı, aşağıdan yukarı, ayaktan başa bütün muktedirler! Barışçılıkta, insanlıkta, bu topraklara çıkarsız bağlılıkta, memleket ve halk sevgisinde topunuz Ahmet Türk’ün tırnağı olamazsınız. Belki de içten içe bunu sezdiğiniz için bu kadar öfkeli, bu kadar zalimsiniz.
Ahmet Türk’ün tahliye haberi yazıyı yarılamışken düştü ekranlara. Ama yazımı değiştirmiyorum. Yarın bir yerlerden emir gelir, bir namuslu hakim tahliye ederken üst akla bağımlı bir başkası yeniden tutuklar. Daha birkaç gün önce HDP milletvekilleri Meral Danış Beştaş ve HDP sözcüsü Ayhan Bilgen örneğinde yaşadık bu durumu. Bu defa korktunuz; öylesine açık, öylesine vahim bir vicdan ve hukuk ihlali vardı ki Türk’ün tutuklu yargılanmasında, insanların yetti artık deyip suskunluklarını yenecekleri bardağın son damlası olabilirdi. Ahlakını vicdanını büsbütün yitirmemiş, aklını kaybetmemişse kimsenin terörist diye damgalayamayacağı, her zaman barıştan, çözümden yana olmuş, Kürt halkının sağduyulu, namuslu, cesur sesidir o. Ve bazen sessizlik sizlerin gümbürtülü nutuklarınızdan, dehşetengiz tehditlerinizden daha güçlüdür.
Eskilere gitmeyelim; Hrant, Elçi ve Türk üzerinden konuşalım. Üçünün ortak özelliği barış insanları olmaları; dil, din, etnik köken, kültür, inanç farkı gözetmeden bu ülke insanlarının, bütün halkların ortak vatanda eşit yurttaşlar olarak huzur içinde yaşamaları için mücadele vermeleridir. Üçünün ortak özelliği kişilikleriyle, yaşam ve edimleriyle kazandıkları saygınlıktır. Üçü de katıksız barış insanlarıdır.
Onları hedef haline getiren bu özellikleridir. Çürüdüğü bugün yaşadıklarımızla iyice ortaya çıkan devlet mekanizmasının dişlileri arasına yuvalanmış derin çetelerin, “devlet aklı” denilen lanetli zihniyetin planları doğrultusunda onları hedef almalarının nedeni budur. Hrant; bu aklın adım adım hazırladığı plan doğrultusunda, Türk Gladyosu’nun asker-sivil -kimi de hukukçu görünümlü- elemanlarının, beyinleri şoven milliyetçi ideolojiyle yıkanmış bir/birkaç genci tetikçi olarak kullanmalarıyla öldürüldü. Çünkü o, Ermeni meselesini sadece siyasette değil yüreklerde de barış yoluyla çözebilecek kişiydi.
Tahir Elçi, Kürtlerin en barışçı seslerindendi, birleştiriciydi, çözüme odaklıydı. Barış ve çözüm gerçekten istenseydi el üstünde tutulması, sakınılması, danışılması gerekiyordu. Bir televizyon programında toplumsal linçe uğratıldı, tutuklandı, tepkiler üzerine serbest bırakıldı ve o andan itibaren tıpkı Hrant gibi hepimizin gözleri önünde adım adım ölüme gönderildi.
Ahmet Türk için başka bir yöntem düşünülmüştü. Pek kaba, pek açık seçikti ve de referandum öncesinde sağlığının büsbütün bozulması bölgeden iktidara yönelebilecek birkaç evet oyunu hayır’a çevirebilirdi. Şimdilik göze alamadılar.
Ölümün sıradanlaştığı, şehitlik adı altında yüceltildiği, silahın, kanın, kinin ahlak normu olduğu, katilin kahraman mazlumun hain sayıldığı bir toplumda insanlar kötücülleşir, kirlenir. Muktedirler iktidarlarını kötücülleştirdikleri, vicdanlarını ahlaklarını ipotek altına aldıkları kitlelerle pekiştirirler. Elinde silah poz verip “Hayır diyenleri tıpkı 15 Temmuz’daki gibi sokaklarda bekliyor olacağız” diyen iki katil adayı zavallı gözaltına alındığında “Vatanımızı ve milletimizi sevdiğimiz için böyle yaptık” deyince serbest bırakılır. Parkta Gesi Bağları türküsünü söyledikleri için tutuklanan gençler aylarca hapiste kalır. Barış istiyoruz diyenlere davalar açılır, “kanlarınızda duş yapacağım” diyen ikinci sınıf mafya babaları iktidarın en güvenilir destekçisi olur.
Değerlerin alt üst olduğu, vicdanını yitirmiş, bölünmüş, yarılmış bir toplumda kötücüllük ve lumpenlik üzerine kurulu tahtların temeli çürüktür, er ya da geç yıkılır. Mesele o zamana kadar yaratılacak tahribatın engellenebilmesinde.