Son günlerde siyasetin gündemine İyi Parti'nin yükselişi oturdu, daha doğrusu oturtuldu. Anketlerde, oy oranının yüzde 20'lere yaklaştığından, hatta aştığından söz ediliyor. Meral Akşener, cumhurbaşkanlığına değil seçimler sonrasında kurulacak hükümetin başbakanlığına aday olduğunu, bu aşamada AKP ve CHP'nin oy oranlarını aşarak birinci parti olmayı hedeflediklerini defalarca vurguluyor. 2018'deki cumhurbaşkanlığı adaylığı gibi bu defa da fazla havaya girmiş görünüyor.
Fransa'da, son seçimlerde parlamentoya 80'i aşkın milletvekiliyle üçüncü parti olarak giren ve "tarihî başarı" elde ettiği yorumları yapılan Marie Le Pen'in Ulusal Birlik Partisi (RN) "aşırı sağcı" olarak sınıflandırılıyor. Bizde ise, ülkeleri ve kişilikleri arasındaki farklılıklara rağmen geçmişi ve zihniyetiyle Türkiye tipi Marie Le Pen sayılması gereken Akşener ve partisinin siyasî yelpazede merkez sağ oturtulması pek yadırganmıyor.
Overton Penceresi, sosyal psikolojide kitlelerin bakışlarının/ fikirlerinin nasıl değiştirilebileceğini, bunun sürecini ve tekniklerini açıklayan politik bir kavram veya teori. Toplumun kanaatlerinin kökten değiştirilebileceğini, radikal (aşırı) sayılanın kabul edilebilir'e, imkânsız görülenin mümkün'e dönüşebileceğini öngörüyor. Mesela, Ukrayna'da bir süre öncesine kadar neo-Nazi, faşist olarak nitelenen grupların Rusya'nın saldırısından, savaşın kızışmasından sonra vatan savunması yapan milliyetçiler olarak görülmeye başlanması; mesela Hitler'in yükselişi, mesela eşcinsel evliliklerin birçok ülkede "normalleşmesi", vb… (Bakınız: Overton Penceresi'nden haberdar olmamı sağlayan Akdoğan Özkan'ın T24'teki 21 Mart tarihli yazısı.)
Ülkücü ve MHP kökenli Meral Akşener'in Türkçü-devletçi-şoven milliyetçi İyi Parti'sinin, zihniyet ve uygulamaları açısından radikal sağa yerleştirilmesi gerekirken çeşitli yorumlarda merkez-sağ, hatta kısaca merkez partisi olarak değerlendirilmesi Overton Penceresi teorisini doğrulayan iyi bir örnek. İyi Parti'nin; temel hedefini demokratikleşme, "Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırma" olarak açıklayan Millet İttifakı içinde en güçlü ortak konumunda bulunması, başta CHP diğer ortakların da "overton" etkisi atında olduklarını gösteriyor. Başımızdaki beladan kurtulmak için yılana sarılmaya razı olan muhalif seçmenler de Millet İttifakı'nda çatlak yaratmamak, bozgunculuk yapmamak için kökleri faşizan Türk milliyetçiliğine, ferdi ezen devlet yüceltmesine dayanan devletçi-milliyetçi sağ'ın merkeze taşınmasına rıza gösteriyor.
İyi Parti'nin, 2020'de hayır oyu verdiği Libya tezkeresine bugün AKP ve MHP ile birlikte evet demesi, Millet İttifakı'nın tek adam rejimine son vererek demokrasiyi yeniden tesis etme amacıyla ne kadar uyuşuyor? Hiç… Hiç, çünkü Suriye, Libya, Kıbrıs konularında Erdoğan'ın yanında hizalanmak, onun (ve ortağı Bahçeli'nin) değirmenine su taşımaktır. Çünkü Erdoğan; muhalefet üzerinde yoğun baskı, her türlü muhalif sesi susturmak, yargıyla oynamak, HDP'yi yok etmek gibi, kitlelere birkaç ay içinde tenekeye dönüşecek altın boncuklar ihsan etmek yanında, seçim hesabını Kıbrıs fatihliği, Libya hâmiliği, Kuzey Suriye kahramanlığı üzerine kuruyor.
Bu politikaların ne içerde ne de dışarıda barışa, demokrasiye, istikrara katkısı olmadığını söylemeye bile gerek yok. Cumhur İttifakı'nın savaşçı, müdahaleci, ilhakçı, saldırgan politikalarına verilecek her destek, her evet oyu, Türkiye'nin bekasına değil Erdoğan'ın seçim zaferine verilen oydur; evlatlarımızın yabancı topraklarda yaşamlarını yitirmelerine, ölmelerine, öldürmelerine, kan dökülmesine, savaş suçlarına verilen oydur. Türkiye'nin uluslararası planda saygınlığını yitirmesine verilen oydur. Evet oyu kullananları Cumhur İttifakı'nın gizli işbirlikçisi konumuna itecek, suç ortağı yapacak oydur.
6 muhalefet partisi liderinin bir masada buluşmasını, tek adam rejimine karşı güçlendirilmiş parlamenter sistem amacında ortaklaşmasını, demokrasi vurgulu vaadlerini küçümseyenlerden değilim. Masanın çökmesini de, zayıflamasını da istemem. Aksine, sol bacağı eksik de olsa, Kürt siyasetine mesafeli (İyi parti söz konusu olduğunda düşmanca) bir tutum da sergilese, Cumhur İttifakı karşısında güçlenmesinden ve kazanmasından yanayım. (Bu duygularımı da Overton penceresi etkisi olarak yorumlayabilirsiniz. Nelere razı oluyoruz!..)
Erdoğan ve ortağı Bahçeli'nin hesapları, 6'ların Aşil topuğuna (en zayıf noktasına) ateş ederek dağılmalarını sağlamak. İttifakın, daha doğrusu 6'lı birlikteliğin en zayıf iki noktası Kürt meselesi ve beka yutturmacasıyla köpürtülen devlet kutsaması/yüceltilmesi. Cumhur İttifakı bu zayıf noktalara vurmak için İyi Parti okunu kullanıyor. Meral Hanım ve ekibi de hem ideolojik kökenleri hem de oy hesaplarıyla bu oku, Erdoğangiller'in gösterdiği hedefe yönlendirmekten, Erdoğan'ın değirmenine su taşımaktan geri kalmıyor.
Hem Cumhur İttifakı'nın oyununu bozmak hem de siyasî merkezin devletçi-milliyetçi radikal sağa kaymasını engellemek bu aşamada ve seçim sonrasında büyük önem taşıyor. İyi Parti'nin Erdoğan destekçisi tutumuna değinmemin nedeni de bu. Kendini sosyalist sola ve Kürt siyasî hareketine kapamış olan 6'lı masa, özellikle Kılıçdaroğlu, dağılma korkusu veya oy kaptırma endişesiyle Akşener çizgisine teslim olursa seçimlerle birlikte ülke de elden gitti demektir. Tabii yanılabilirim ama akıllı ve güçlü bir lider olan Meral Hanım'ın -ideolojik tutumu kolay kolay değişmese de-, gerçekçiliğinin ve gelecek emellerinin 6'lı birlikteliğin dağılmasına izin vermeyeceğini düşünüyorum. Bir koşulla: diğer liderlerin tehlikeyi açıkça işaret etmeleri ve kendilerinin de Erdoğan'ın dış siyasetine gerekli mesafeyi koymaları koşuluyla.
6'lı masa; özellikle de ittifakın ikinci büyük ortağına çok önem veren, gücendirmekten çekinen Kılıçdaroğlu ve diğer liderler İyi Parti'yi, İyi Parti ile birlikte de merkezi, aşırı sağdan ortaya çekmeye gayret edebilirler. Bu da oy kaygısıyla Meral Hanım'ın peşine takılıp uygun adım sağa, daha da sağa gitmek yerine kamuoyu yoklamalarının rüzgârına kapılıp yüksekten uçmaya meyleden Akşener'i merkeze yönlendirmekle olur.
Selahattin Demirtaş'ın altını çizdiği gibi, herkes birbirinin korkusunu, endişesini gidermek zorunda. Kılıçdaroğlu'nun kendi partisi içinde bile iyi anlaşılmayan "helalleşme" önerisi tam da bu amaca hizmet ediyor. Bütün siyasî eğilimlerin, partilerin, yapıların, kişi kişi hepimizin öncelikle kendimizle yüzleşmeye, cesaretle hesaplaşmaya sonra da helalleşmeye ihtiyacımız var. Faili meçhul'ler döneminin İçişleri Bakanı Meral Hanım da bundan masun değil.
Merkezin radikal sağa çekildiği bir siyasal ortamda mevcut iktidar değişse de Türkiye demokratik bir ülke olamaz.