Agir; belediye başkanı babasından sonra annesi de son KCK operasyonlarında tutuklanan üç yaşında bir Kürt çocuğu...
Agir; belediye başkanı babasından sonra annesi de son KCK operasyonlarında tutuklanan üç yaşında bir Kürt çocuğu. Ortada kalınca, annesiyle birlikte karakol, emniyet, şu hapishane bu hapishane dolaşıp durdu hafta boyunca. Annesi minik oğulcuğunu yanından ayırmak istemiyordu. Analar ve çocuklar bilir ancak: Annesiz babasız bir saraydansa, anne koynunda bir hapishane koğuşu evladır. Sonunda amcası alıp Diyarbakır’a götürdü Agir’i. Amcasının elinden tutmuş, oyuncak kaplanını göğsüne bastırmış, düşünceli hüzünlü bakan bir fotoğrafını gördük gazetelerde. Bülent Arınç; başbakan yardımcısı, kelli felli, yaşlı başlı bir bey. Türkçedeki “Akım derken b..m diyor” deyimi ona cuk oturuyor. Bazen öyle bir şey söylüyor ki “Helal olsun adama! Lafı kıvırtmada yüreğinin sesiyle konuşuyor” diyorsunuz. Ardından öyle bir söz söylüyor ki donup kalıyorsunuz. “Şeyini şey ettiğim”, ya da CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu için sarf ettiği “Şu kadarcık boyuyla konuşuyor”, ya da sonradan kendisinin de özür dilemek zorunda kaldığı benzer münasebetsizlikler, onlarcası arasından sadece birkaçı... Son olarak TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’e “Ümit Hanım ümitlerimizi boşa çıkardı, bendeki kredisini tamamen tüketmiş durumda” dedi. Bu konuda Doğan Akın’ın dünkü yazısından daha iyisini yazmak mümkün değil, aynen katıldığımı söyleyerek asıl derdime dönüyorum. Agir’le Arınç’ın ne ilgisi var, demeyin. Onların adlarının aynı yazıda yan yana gelmesinin nedeni şu “kredi tüketme” meselesi. Çünkü, kredi açanlar ve kredi alanlar konusunda, başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP ileri gelenlerinin ve de Bülent Arınç beyefendinin kafaları bir hayli karışık; borçluyla alacaklıyı karıştırmış durumdalar. Sonradan yüklü kredi faizi borçları ve iflasla karşılaşmamak için, becerebilirlerse bir kez daha düşünmeleri ve kendilerini toplamaları gerekiyor. Çok partili demokrasilerde tartışılmaz gerçek, iktidara gelenlere kredi açanların halk, sivil toplum, seçmenler olduğudur. Yani Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın sandığı ve dile getirdiği gibi, yurttaşlara ya da kuruluşlara kredi açan; siyasal erk ve o erki kullananlar değildir. Aksine; kredi açanlar, yani borç verenler,“hadi bakalım, görelim, vaadlerini yerine getir” diyerek iktidara taşıdıklarına bir fırsat vermişlerdir. Kredi faizlerinin ödenmesini; yani vaad edilen işlerin, taahhüt edilen hakların, seçim nutuklarında meydanlarda avaz avaz verilen sözlerin yerine getirilmesini beklerler. AKP gibi, toplumun kabuğunu kırma, değişim ihtiyacına cevap verme, köhnemiş, donmuş katılaşmış, kastlaşmış elitler rejimini değiştirme vaadiyle gelmiş ve iktidarlarını bu umutlar üzerine kurmuş olanların işi büsbütün zordur. Çünkü, yine kredi metaforundan hareket edecek olursak, onlar bütçelerini kat kat aşan, ödenmesi zor çok büyük kredi talep etmişler ve almışlardır. Neden ve nasıl aldıkları apayrı bir yazı konusu. Ama sadece doğal tabanları olan dindar, muhafazakâr kesimlerden, son yirmi yılda palazlanan yeni sermaye kesimlerinden, dillerini konuşabildiği yoksul kitlelerden değil; herkes için demokrasi, özgürlük, açılım isteyenlerin, vesayet rejimine, tek tipçiliğe, ceberrut devletin baskılarına karşı olanların en azından bir bölümünden de gelmiştir bu kredi. Anayasa referandumu sırasında, sadece iki renk görenlerin çok sinirlendikleri, anlamadıklarını ifade ettikleri “Yetmez, ama evet”çilerin oyları örneğin, tam da bu kredi açma tavrının örneğidir. “Gösterdiğiniz, vaad ettiğiniz karşılıklar pek fena değil, hadi bakalım bir fırsat verelim, ama aldığınız kredinin üstüne yatarsanız, günah bizden gider” tutumudur. Başbakan Erdoğan’ın MÜSİAD’a övgüler düzer, teşekkür üstüne teşekkür ederken TÜSİAD’a savurduğu “Taraf olmayan bertaraf olur” tehdidi; ardından Arınç’ın TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’e “Bendeki kredisini tüketti” demesi, bunların yurttaştan kredi isterken ağızlarından düşürmedikleri hak, hukuk, özgürlük sözlerinin sadece dudakta kaldığının; AKP’nin kendine açılan kredilerin üstüne yatmaya meyyal olduğunun göstergelerinden sadece biri. Bir başka gösterge olarak, Kürt açılımı diyip Kürtlerden yeni kredi talep ederken, minik Agir’in, onun annesinin, babasının, Kürt halkının; özgürlük, eşit yurttaş hakları, eşit adalet istemlerine kulak tıkanmasını hatırlatmak istiyorum. Almanya’da Türk çocukları için anadilde eğitim hakkı isteyen Başbakan, Kürt çocukları için anadilde eğitim, hatta anadil eğitimi taleplerini kesin bir dille kestirip atabiliyor. Ama küçük Agir’i hatırlatmam asıl şu KCK davaları yüzünden. Agir’in babası ve annesi, PKK’nin şehirlerdeki siyasi kolu diye kestirip atılan KCK ile bağlantılı oldukları iddiasıyla tutuklular. Onlar yeni tutuklandılar, ama bu davanın açılmasının üzerinden neredeyse iki yıl geçti, iki yıldır insanlar daha mahkemeye bile çıkmadılar. (Yeri gelmişken ara not: Burada sadece iktidara değil, kendini resmen Ergenekon davalarının avukatı ilan etmiş CHP’muhalefetine ve Ergenekon sanıklarının tutukluluk hallerinin artık infaza dönüştüğü gerekçesiyle mahkeme kapılarında dayanışmaya gidenlere, Hanefi Avcı olayında, Avcı’nın tahliyesini talep etmek ve dayanışma için yine o kapılarda gösteriler düzenleyenlere de hatırlatmak gerek. KCK zanlıları iki yıldır tutuklu ve dava bu ayın 18’inde yeni başlıyor. Agir’in annesinin tutuklanma gerekçesi, daha doğrusu hikâyesi, inanın bana Hanefi Avcı’nın Devrimci Karargâh örgütüne üyelikten tutuklanmasından daha inandırıcı değil. Ergenekon sanıkları için geçerli olan KCK sanıkları için geçerli değil mi? Sanıklar Kürt olunca unutuyor muyuz hukukun üstünlüğünü, tutukluluk halinin kural olmaması ve cezaya dönüşmemesi gerektiğini. AKP’nin çifte standartını eleştirirken, muhalefetin çifte standartı ne olacak?) Şu krediyi tüketme meselesine geri dönersek, iktidardan çeşitli menfaat beklentileri içinde olanlarla zaten bugüne kadar hep borçlu çıkarılan inançlı yoksul kitleler bir yana, AKP’ye şu veya bu dönemde, şu veya bu vaad ve -kimsenin hakkını yemeyelim- zaman zaman da verilen sözler doğrultusunda değişime yönelik uygulamalar karşılığında kredi açmış olanların nezdinde, iktidarın kredisi hızla tükeniyor. Bir yandan açılım diyecek, öte yandan her gün yeni bir KCK operasyonu yapacaksınız, sınır ötesi tezkeresini bir yıl daha uzatacaksınız, “anadil mi? Zinhar” diyeceksiniz, kendi palazlandırdığınız sermaye kesimlerinin dışındakilere bertaraf tehdidi savuracaksınız, Alevilerin, ama sadece onların değil inançlı olmayan ya da dini sadece sizin sünni yorumunuz ve dayatmanızla öğrenmek istemeyen kesimlerin zorunlu din derslerinin kaldırılması talebini kesinlikle reddedeceksiniz, şoven milliyetçi dalga ve desteğindeki Azerbaycan baskıları karşısında hemen gerileyip Ermeni açılımından çark edeceksiniz, yüzde 58 heyecanıyla, anayasa değişiklikleri için hemen yarın işe koyulalım diyip, bir de kurda Kuzu’ya halkın ve ekranların önünde sözde talimat vereceksiniz, sonra seçimlardan önce gündemimizde yok diyeceksiniz, tam bir toplumsal siyasal mutabakat olan seçim barajının düşürülmesi konusunu duymak bile istemeyeceksiniz; sonra da kredi aldıklarınıza dönüp, bendeki krediniz tükendi diyeceksiniz... AKP; hesaplarını, öz varlığını, borçlanma kapasitesini yeniden gözden geçirmeli bence. Hele de, özellikle Arınç’ın söyleminde dile gelen yanılgıya hiç düşmemeli. Kim kime borçlu, kim kimden kredi almış karıştırmamalı. Benden söylemesi, böyle giderseniz krediniz hızla tükeniyor, iflas ve haciz kapıya sandığınızdan kolay gelir. Taahhüt ettiğiniz özgürlük ve demokrasi, (benim de inanç, ifade ve yaşam biçimi özgürlüğü bağlamında sonuna kadar savunduğum) başörtüsü özgürlüğünde sona eriyorsa ve gerisi göstermelikse, borcunuzu size hatırlatır bu halk. Bugün değilse, yarın...