Ne Erdoğan'ın ne Bahçeli'nin, ne AKP ne MHP çığırtkanlarının sözlerine, konuşmalarına, bağırıp çağırmalarına kulak vermiyorum artık. Çünkü gerçekleri gizlemekten, yalandan, tehditten, hakaretten, ötekileştirmeden, bölücülükten başka sözleri yok. Son olarak, Cumhurbaşkanı sıfatı taşıyan, seçildiğinde vatanın ve milletin bütünlüğünü sağlayacağına yemin etmiş olan Erdoğan, salgına karşı alınan yeni önlemleri açıklarken bile "biz" ve "onlar" ayrımını yaparak "onlar"a kükrüyor, gözdağı veriyordu. "Onlar" dediği bizlerdik, yani Türkiye'nin yarısından fazlası.
Bir daha vaktimi, kafamı bunlara harcamamaya karar verdim. Sonra muhalefeti düşündüm. İktidar cephesiyle onların tespit ettiği gündem çerçevesinde ağız dalaşına girmenin, laf yetiştireyim derken sözün ve kürsünün şehvetine kapılıp pusuda bekleyenlere altın fırsat yaratacak maksadını aşan sözler sarf etmenin gereği de getirisi de yokken, neden benim gibi iktidar reislerinin provokatif söylemlerine kulak tıkayıp kendi yollarında gitmezler?
Muhalefetin iktidara laf yetiştirmek yerine kendi sözünü cesaretle ve güçlüce söylemenin yolunu yordamını bulması gerekiyor.
Korona salgınının açığa çıkardığı ve derinleştirdiği ekonomik yıkımı geniş halk kitlelerinin etinde kemiğinde hissetmeye başladığı şu günlerde, hep sorulup hiç doyurucu cevap alınamayan mahut soru kaçınılmaz oluyor: İktidarın bu denli yıpranması ve işçisinden esnafına, köylüsünden memuruna emekçi halk kesimlerinin dertlerinin, sorunlarının tavan yapmasına karşın, üstelik bütün kamuoyu yoklamaları Cumhur İttifakı'nın oylarında ciddi düşüş kaydederken ana muhalefet partisinin oyları neden artmıyor?
Cevap basit ama çözüm bir o kadar güç: Oylar artmıyor çünkü başta CHP, muhalefet topluma yeni bir hikâye, güven ve umut sunamıyor. İktidarın salladığı gündem oltasına takılıp laf yetiştirmekten, yanlış yanlış diye bağırmaktan öteye gidemiyor. CHP'nin önemsediği 21. Yüzyıla Çağrı Beyannamesi kuşkusuz güzel, afili bir metin ama güzel metinlerle kitlelere ulaşılamıyor, iktidara yürünmüyor.
Görün bakın ki, iktidar bloğunun kendi yarattığı ekonomik ve toplumsal krizin (çöküş demek de yanlış olmaz) Korona salgınıyla derinleşmesi, kitleleri sarsmaya başlaması, memnuniyetsizliği artırması, muhalefete hem önemli bir fırsat sunuyor hem de sorumluluk yüklüyor.
Yalan söylüyorsunuz, halka ihanet ediyorsunuz, suçlusunuz diye bağırıp çağırmak (ki evet, suçlular) partilerin kendi tabanlarında yankı bulsa, alkış alsa da geniş seçmen kitlelerini ikna etmeye yetmiyor. Hatta bazen de ters tepiyor.
Lütfen yanlış anlaşılmasın; yılların siyasetçilerine, koca koca partilere akıl verecek kadar densiz değilim. Ama bu iktidarın gittiğini, bu rejimin değiştiğini, ülkenin düze çıktığını, en azından normalleştiğini ölmeden görmek isteyen yaşlı bir yurttaş olarak gözlemlerimi, düşüncelerimi paylaşmak derdindeyim.
Ülkenin şiddet, cinnet, açlık sınırında yoksulluk ortamından çıkması, Korona salgınının perişan etmekte olduğu geniş halk kesimlerinin ekmek, aş, iş, sağlık kaygılarının asgarî düzeyde de olsa hafifletilmesi için muhalefetin acil sorunların çözümüne yapıcı öneriler getirmesi, açık ve net bir mini program sunması gerektiğini düşünüyorum. "Ağzından çıkanı kulağı duymaz olmuş, kendi içinde kavgalı, pusulasını şaşırmış iktidar ağalarına kulağınızı tıkayın, etkili ve doğru sözü siz söyleyin onlar tartışsın. Hatta onlara, eğer kendi bekanız için değil de ülke için, halk için çalıştığınızı iddia ediyorsanız, gelin önerdiklerimizi birlikte yapalım, diye seslenin" diyorum. Tabii ki anlamayacaklar, kabul etmeyecekler, biliyorum; ama halk kendi çıkarına, yararına olanı bugün olmasa yarın anlayacaktır, buna güvenin.
CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu geçenlerde esnafla buluşmasında, sorunlarınıza çare arıyorsanız oylarınızın rengini değiştirin, dedi. Bu sözü yadırgadım, belki böyle düşünmemişti ama bu cümle esnafın dertlerine çözüm arayışı yerine oy hesabı kokuyordu. Sonra emeklilere, oylarınızı neden iktidara verdiniz, diye çıkıştı. Yine yadırgadım; Sayın Kılıçdaroğlu soruyu kendine sormalı, neden bize oy vermiyorlar, nerede hata yapıyoruz, diye düşünmeliydi.
Salgının ağırlaştırdığı ekonomik yıkımdan en fazla etkilenen kesimlerden olan esnafın, emeklilerin, yoksulların, dar gelirli grupların bu dönemi en az hasarla atlatması için yapılması gerekenler, sağlanması mümkün destekler var. Talepleriniz talebimizdir, demek; o grupları iktidara karşı ajite etmeye çalışmak yetmiyor. Neyi nasıl yapacağınızı, destek için gerekli kaynağı nasıl sağlayacağınızı da açıklamanız gerekiyor. Sarayın masraflarını kıssınlar, israfa son verilsin, Emine hanım pahalı çanta kullanmasın, uçaklar, arabalar satılsın türünden 60'lı, 70'li yıllardan kalma bu türden popülist ajitasyon 2020 Türkiye'sinin toplumsal-siyasal psikolojisine hitap etmiyor. İnanın ki halk bu düzeyin çok üstünde.
Ben haddim olmayarak diyorum ki; esnafı, işçiyi, tarımcıyı, emekçi halkı rahatlatabilmek için gerekli malî kaynaklarımız var:
a) Büyük devlet ihalelerinin peşkeş çekildiği, vergilerimizle milyarlarca dolar haksız kazanç sağlayan dev inşaat şirketlerine, geçiş garantili köprülere yollara, hasta garantili hastanelere sağlanan avantaları kesip halka aktararak; b) gereksiz, zamansız, hatta zararlı çılgın projelere ayrılan meblağları dondurarak c) bayrak göstermek için (örnekse Doğu Akdeniz'de Navtex ilanlarıyla bir gönderilip zoru görünce bir geri çağrılan, sonra yine gönderilip geri çekilen Oruç Reis gemisi), komşu ülkelerde, hatta uzak bölgelerde nüfuz sahibi olmak için (örnekse Libya), çatışmacı yöntemleri sürdürmek için harcanan milyarları kısarak, bütçedeki savaş ve silah alım kalemlerini (örnekse S-400'ler) en aza indirerek gerekli kaynaklar sağlanabilir. Daha iyi, daha gerçekçi olanaklar da vardır kuşkusuz. Muhalefet bunları benden çok daha iyi bilir. Benim örneklerim cahil saçmalamasıysa, doğru ve gerçekçi olanları bulup açıklamak onlara düşer.
İktidarla ağız dalaşı yerine somut öneri ve programla çıktığınızda, ne yapacağınızı açıkladığınızda, esnafın da kararsız ve umutsuz halkın da olup bitenlere bakışıyla birlikte oylarının rengi de değişir. Güven kazandığınız ölçüde, "bakalım, bir deneyelim" ruh hali egemen olur kitlelere.
İktidar bloğu çözüldü, çöküş başladı. Önümüzdeki günlerde kriz daha da derinleşecek. Kendileri de bunun farkındalar, çöküşü gizlemek ve engellemek için her yola başvuracaklar. Ne var ki, kısa vâdede çözüm sandıkları adımların her biri orta vâdede daha büyük yanlışlara ve yıkımlara yol açacak.
Geçmişte sosyalist kesimde tartışmalara ve ayrışmalara neden olan devrimci durum, "İktidardakiler artık yönetemez olduklarında, kitleler ise artık böyle yönetilmek istemediklerinde" diye tanımlanırdı. Ancak devrimci durumun devrime yol açmasının olmazsa olmaz koşulu, iktidarı devralacak bir gücün hazır olmasıydı. Öyle büyük devrim falan değil, nerede o günler! Türkiye'yi bugün battığı çukurdan çıkarıp normalleşmeyi sağlayacak bir iktidar değişikliğinden söz ediyoruz.
Yazının başlığında sorduğum soruyu tekrarlayacak olursam, ana muhalefet partisi CHP başta, TBMM'de yer alsın almasın bütün muhalefet partileri, sivil toplum, bütün demokratik güçler, odaklar, vb. topyekûn muhalefet, iktidar istiyor mu, iktidara hazır mı?
Lâfı uzatmayım: İktidarın değişmesi, ülkenin normalleşerek düze çıkması için tek bir olanak, yapılacak tek bir şey var: Muhalefetin asgarî ortak paydada buluşup halkın önüne çıkması, iktidarın karşısına kale gibi dikilmesi. Bu konuda şu veya bu şekilde yan çizen; iktidar istemiyor, sözde muhalefetçilik oynayıp bizleri kandırıyor demektir.
Aslında kendisini muhalefette gören siyasî partilerin tümü asgarî demokratik taleplerde birleşiyorlar. Bunları neredeyse aynı cümlelerle ayrı ayrı platformlarda, ayrı ayrı dile getiriyorlar. Ama ortak bir cümle kurmaya, yan yana fotoğraf vermeye, ortak bir demokrasi taahhütü veya ülkeyi düze çıkaracak bir toplumsal sözleşmeyi birlikte hazırlamaya gelince yan çiziyorlar. Bir süre önce, aslı astarı olmayan, "birleşip anayasa çalışması yaptılar" provokasyonu tuzağına nasıl düştüklerini izledik. "Eğer anayasa bir parti belgesi değil de bütün toplumu kucaklayacak bir sözleşmeyse, herkes, sizler de dahil toplumun bütün temsilcileriyle yapılacaktır tabii ki. Şimdiye kadar bunu sağlayamadığımız için kusurluyuz, hadi şimdi toplanıp birlikte yapalım" demek yerine, yapmadık diye sanki suç işlemiş gibi yemin billah ettiler.
Bu zihniyetten kurtulamayan, demokrasi ittifakında buluşma cesareti gösteremeyen muhalefet, iktidar olmaktan kaçıyor demektir. Konuşurken mangalda kül bırakmayan ama iktidardan kaçana halk güven duymaz. Umut yaratmayan iktidar olamaz, bu dağınıklık ve aymazlıkla da muhalefetin hiçbir kanadı umut yaratamaz.
Bu apaçık gerçeği görmek istemeyen, demokrasi ittifakından kaçan, kendi küçük oy hesapları ve ideolojik takıntıları peşinde çöplüklerinde eşelenmeyi yeğleyenler çöküşe ortak olacaklar, iktidarın suçunu günahını paylaşacaklardır.