Lânet olsun! Topunuza lânet olsun!
Savaşa sürdüğünüz gencecik askerlerin, subayların, polislerin cenazelerinde timsah gözyaşları döken muktedirler! Seçim yatırımı olarak bir cenazeden ötekine koşturup televizyon ekranlarında boy gösterenler! Omuzları kalabalıklar, şapkaları sırma kokartlılar; yürekleri gibi kara takım elbiseleri, maskeli suratları, riyakâr nutuklarıyla siyasetçiler! Yangın yerine çevirdiğiniz bölgenin, her yanına kin ve nefret tohumları ektiğiniz ülkenin büyük başları! Devlet denilen o korkunç terör örgütü! Hikmet-i devlet denilen kanlı iktidar aklı! Gencecik insanları ölüme yollarken, muktedirlerin menfur iktidar amaçlarını maskelemek için uydurulmuş şehitlik kavramı bezirgânları!
Ve de sizler: Kürtlerin özgürlük mücadelesini; Kürt halkını devlet postalı altında ezdirme, kırdırma, barış umutlarını yıkma pahasına savaş, kör şiddet ve terör hareketine dönüştürmekten çekinmeyenler! Silah ve savaştan başka yöntem tanımayan; Türküyle, Kürdüyle, bütün üyeleriyle huzur ve barış isteyen Türkiye toplumunu, ne olduğu, neye hizmet ettiği belirsiz amaçlar uğruna ateşe atanlar!
Şehit cenazelerinde poz verirken, Varto’da çatışmada vurulan Kürt kızı Kevser’in, çırılçıplak soyulup sokakta teşhir edilen cansız bedenini görmeyen, göstermeyen, ne oluyoruz diye Varto’ya koşturmayan topunuza lanet olsun! Ne mevkiiniz, ne partiniz, ne siyasetiniz umurumda! Kevser’in sokakta sürüklenen, yetmezmiş gibi bir de medyaya servis edilen çıplak bedeninden hepiniz sorumlusunuz. O özel harekât timlerini sizler kurdunuz, sizler eğittiniz, bu iğrenç cesareti onlara sizler verdiniz, ağızlarınızdan düşmeyen kini, nefreti, düşmanlığı sizler öğrettiniz.
Topunuza lanet olsun!
PKK, 12 Eylül’ün Diyarbakır zindanlarından çıktı, denir. O çok korktuğunuz bölünme de gencecik Kevser Eltürk’ün Varto sokaklarında teşhir edilen çıplak bedeninden doğacak. Kurşunlanan, bombalanan evlerden çıkan parçalanmış cesetlerden doğacak, öldürülen çocuklarımızdan doğacak. Riyakâr söylemlerinize meze yaptığınız “vatan”ın dağlarını, ormanlarını, meralarını cayır cayır kavuran yangınlardan doğacak.
Kürtler, ne zamandır, yüksek sesle bölünme istemiyoruz, ayrılma istemiyoruz, ortak vatanda eşit haklı yurttaşlar olarak yaşamak istiyoruz diye haykırırlarken kulaklarını tıkayanlar! Devletinizin kolluk güçleri, vahşetin adı olan IŞİD’in bile yapmadığı iğrenç, aşağılık bir zulmü halka reva görürken, o tarafa bakmamayı, görmemeyi ve de göstermemeyi marifet sayanlar! Bu ülkenin barış ve gelecek umudu olan bir hareketi, HDP’yi bitirmek için düşmanları PKK’yi de kullanarak savaşı bile göze alanlar! Her birinin ölümünde payınız olan askerlerimizin, polislerimizin cenazelerini halkı tahrik için, bölmek için kullanırken Kevser’in cesedine hakaret edilmesinden, fırında çalışan iki çocuğun terörist diye vurulup öldürülmesinden insanlık adına utanmayanlar, Şırnak’ta karakola saldırıda vurulan Kürt çocuğu er Barış’ın: “Berkin’e üzüldüm, CHP’li olmadım. Şehit polisimize üzüldüm, AKP’li olmadım. Sadece vicdanımı dinledim, insan oldum” diye yazan, “El kelepçe, kol kelepçe, unutmam seni Halepçe” diyen canım ciğerim Barış’ın taşıdığı mesajın anlamına bile varamayanlar! Dökülen kandan, yakılan ülkeden, karartılan hayatlardan ortak sorumlusunuz.
Ve bizler; bencileyin köşelere kurulmuş yazıp çizenler! Ne işe yarıyor bunca yazı ölümlere, yıkımlara engel olamadıkça; tek bir canı bile kurtaramadıkça? Hüzünlü, hülyalı bakışlı gerilla Kevser’in, İmam Hatip’li fırıncı çırağının, nicelerinin nicelerinin küçük vücutlarına kalkan olamadıkça; vicdanını dinleyen Barış’ın insan olarak yaşamasını sağlayamadıkça, ne işe yarıyor?
Şehit cenazelerinde dolanan vampirler ve yamakları barışın dilini anlamıyorlar. Amacın aracı haklı kıldığını sananlar ise, araç ölüm ve yıkım getirse de ölümü, kanı, yangını amaç’la temize çıkarmaya çalışıyorlar. Sesimiz iki tarafa da ulaşmıyor.
Belli ki daha yüksek, çok yüksek bir ses: milyonların, gerilla Kevser’le er Barış’ı aynı çığlıkta birleştirecek, aynı sevgiyle sarıp sarmalayacak sesi gerekiyor, kirli siyasetçilerin, savaş baronlarının ve silaha tapanların gücünü kırmak için.
Umut var mı, bilmiyorum. Yıllar önce, yaşı 70 civarında olan barışçılar, “Barışı görmeden ölmek istemiyoruz” diye seslenmiştik topluma. Artık barışı, huzuru, insanlığa dönüşü görebileceğimize inanmıyorum.
Umudumuzu öldürenlere, geleceğimizi karartanlara lanet okuyorum, çaresizce. Ve bu çaresizlikten utanıyorum, kahroluyorum.