Tıpta henüz cevabı bulunmamış çok soru var. Muhtemelen bilmediklerimiz bildiklerimizden kat be kat daha fazla. Durum böyle olunca da ortaya birçok alternatif tedavi yöntemi çıkıyor. Bitkisel tedaviler, akupunktur, hacamat, sülük tedavisi gibi yöntemler bazen çaresizlikten, bazen kolaylığından ve bazen de dolandırıcılar sayesinde uygulanmaya devam ediyor.
Son dönemlerde bir de "fonksiyonel tıp" kavramı ortaya çıktı. Aslında fikir çok mantıklı. Örneğin tansiyonu yüksek bir hastaya ilaç verdiğinizde sadece bir semptomu yok ediyor, altta yatan hastalığı etkilemiyor diye düşünebiliriz. Çok geniş bir kavramı basit bir örnekle anlatmaya çalıştım. Fonksiyonel tıpçılar altta yatan "hastalığı" yok etmeye çalışıyorlar.
Sözünü ettiğim tedavilerin tümüyle yararsız olduğu gibi bir iddiam yok. Bitkilerin, birçok ilaca kaynaklık etmeleri nedeniyle, etkili olduğu açık ama hangi durumda, ne miktarda, nasıl, ne kadar süre gibi soruların cevabı yok. Üstelik fazlası tehlikeli sonuçlar da doğurabiliyor. Fonksiyonel tıpçıların uyguladıkları yöntemler gerçekten yararlı mı? Bunca haberin arasında güvenilir olanlar nasıl seçilecek sorusunun cevabını bulmak da çok zor.
Meslek hayatım boyunca hastalarımdan garip, hatta yanlış sayılacak bilgiler duydum ve bu bilgiyi nereden duydunuz dediğimde en sık cevap "televizyonda duydum" oluyordu. Elbette eş-dost, komşu gibi önemli haber kaynakları da vardı. Günümüzde buna Google başta olmak üzere arama motorları da eklendi. Tamamen kontrolsüz olan sosyal medyayı da unutmamak gerekir.
Medyada bir haber kirliliği olduğunu kabul etmeliyiz. Bu kirliliğin sorumluları elbette birden fazladır, ancak işin merkezinde sağlık haberlerinin kaynağı hekim/araştırmacılar ve medya mensupları bulunuyor. Hekimler açısından medyada yer almak popülerliğin ve güvenilirliğin artması anlamını taşıdığından çekici oluyor. Sağlık haberleri her zaman için okuyucu bulsa da medya çalışanları okuyucuyu çekecek çarpıcı başlıklara prim veriyorlar.
Güvenilir bilgi için kanıt gerekir. Tıpta kanıt, yapılacak bilimsel çalışmalarla elde edilir. Uygun çalışmalarla elde edilen bilgiler için "A kategori kanıt" denir, yani doğruluğu artık kanıtlanmıştır. Uzman görüşü (prof dedi ki veya ben böyle yaparım tipi bilgiler) ise B, C, D bile değil, E kategori kanıttır. Ne yazık ki gerek medya mensupları ve gerekse de toplum hâlâ bu türden bilgilere itibar ediyor.
Bilimsel çalışma sona erdiğinde sonuç tıp dergilerine gönderilir ve yayımlandığında tüm hekimlerin görüşüne ve eleştirisine açılmış olur. Bu sistem düzgün işletildiğinde elde edilen bilgiler güvenilir olmaktadır. Ancak, sistemin düzgün işletilmediği konusunda birçok şüphe, hatta şüpheden öte gerçekler bulunuyor. Saygın bilimsel dergilerdeki araştırmalara gözü kapalı inanılabilir mi?
Çoğu bilimsel dergi, hekim birlikleri ve uzmanlık dernekleri gibi organizasyonlara ait ve bu dergiler açıkça bu organizasyonların kontrolü, hatta baskısı altında. Tam bir editoryal bağımsızlıktan söz etmek zor. (1) Dergilerdeki bir diğer sorun ise ilaç ve biyomedikal ürün firmaları ile olan reklam ilişkileri. Bu yoldan birçok dergi ilaç firmaları tarafından destekleniyor.
Artık neredeyse tüm çalışmalar, özellikle ilaç çalışmaları, endüstri sponsorluğunda yapılıyor. Araştırma maliyetlerinin artması kişilerin, üniversite veya diğer bilimsel kurumların bağımsız olarak araştırma yapmasını olanaksız kılıyor. Kalın bağırsak ameliyatlarındaki enfeksiyonları önlemede, operasyon öncesi cerrahi alanın iki antiseptik solüsyondan hangisi ile temizlenmesinin daha yararlı olacağının araştırıldığı çalışmanın maliyeti 5,5 milyon dolar olarak açıklanmıştı.
Hal böyle olunca sponsor firmalar, ürünle ilgili çalışmaların her aşamasına dahil oluyor. En masumane bir yaklaşımla, sponsor firma ilaçla ilgili istemediği bir sonucun çıktığı çalışmayı yayımlamama olanağına sahip. Çalışmanın olumlu taraflarını alıp, olumsuz taraflarını yok etmek de elinde.
Saygın dergilerin başlarında gelen New England Journal of Medicine'ın eski editörü Marcia Angell, 2005 yılında, ilaçların etkinliğini ve yan etkilerini değerlendiren klinik araştırmalar hakkındaki gözlemlerini şöyle tanımladı: "Çok çeşitli numaralarla sonuçlar çarpıtılmaktadır ve bu sürekli yapılmaktadır. Toplum sağlığı ile ilgili kolektif bilimsel bilginin bir kısmı, yöntemi ile oynanmış ya da verileri taraflı olarak yorumlanmış çalışmalardan oluşmaktadır". (2)
Elbette ki çalışmaların tümüne güvensizlik doğru değildir ve tıp alanındaki tüm sorunlara karşın araştırmalar, gelişmenin ve kanıt oluşturmanın tek yoludur. Bu durumda sorumluluk araştırıcılar ve yayıncılar başta olmak üzere tüm hekimlere düşüyor. Önüne sunulan her bilgiyi olduğu gibi, sorgulamadan kabul eden bir toplum yapısından da kurtulmak gerekliliği ortadadır.