İki gün boyunca Umur Talu, Habertürk Gazetesi’ndeki köşesinde “Amiral Gemisinin Jilet Tarihi” başlıklı yazıları yayınladı...
İki gün boyunca Umur Talu, Habertürk Gazetesi’ndeki köşesinde “Amiral Gemisinin Jilet Tarihi” başlıklı yazıları yayınladı. Bu yazılarda, Doğan Medya Grubu’nun hem maddi hem de manevi bakımdan içinden geçtiği süreçleri anlatıyor. Ardından şu tespitini de ekliyor: “İktidar zaten bir ötekini silmek isteyen medya grupları buldu. Onlar birbirini dişlemişti, ham yapmak siyasete kaldı!” Uzun yıllardır tartışılan konulardan biri, medya sahipliği kavramıdır. Bir gazete patronunun farklı sektörde çalışan bir başka şirketin sahibi olması, ihaleler alması, ihaleleri almadan önce bazı haberleri görmemesi, başka haberlerin parlatılması gibi konular tartışılır. Medya tekelleşmesi diye adlandırılan kavram, dünyada da basın özgürlüğü konusunda en önemli sorunlardan biridir. Basın Özgürlüğü Alarm Veriyor Bundan on gün önce, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, ülkelerin “basın özgürlüğü” karnesini çıkardı. Türkiye 138. Sırada. Bundan üç yıl önce ise, Freedom House adlı kuruluş, Türkiye’nin basın özgürlükleri konusunda bir gerileme yaşadığını belirtmiş basın üzerine sansürün açık olmadığının altını çizmiş ve otosansüre vurgu yapmıştı. Otosansürün tanımlarından bir iktidar korkusu olsa gerek. Bu iktidar korkusu, sektörde barınamama ile yaşam kaygılarıyla beraber harmanlanan bir korku. Otosansürle harmanlanan bir başka durum daha vardır; gerçekliğin yeniden inşası. Prof. Dr. Raşit Kaya, İktidar Yumağı adlı çalışmasında bu konuya değinir: “Medyanın (yeniden inşa yoluyla) aktardığı (yapay) gerçeklik, gerçekliğin yalnızca aktaran tarafından tanımlanmış bir temsilidir.” Yapay gerçeklik inşası, haberin objektiflik sorunu getirmekte ve böylece sorunun toplumsal sorumluluk bakışını oturtmaktadır. 1925 yılında Mustafa Kemal Atatürk, TBMM’nin ikinci dönem üçüncü yasama yılının açılışında basın özgürlüğüne değinen bir konuşma yapar. Basın özgürlüğünün sınırlarının yine basın özgürlüğü içinde çizilmesi gerektiğini söyler... Bu iyimser görüşü bugün geçerli saymak zor. Bugün basın özgürlüğünün sınırları yine ekonomik yapı içinde belirleniyor. Basın özgürlüğünün bir yanına toplumsal sorumluluk kavramı otururken diğer yanına da gazetecilerin özgürlüğü sorunu oturur. Özgür Gazeteciler? Şu anda cezaevlerinde tutuklu 48 gazeteci bulunuyor. Bunlar dışında 700 gazeteci hakkında açılan –tutuksuz olarak yargılandıkları- davalar nedeniyle ceza ve tazminat ile karşı karşıya. TCK’ da, basın ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan 27 hüküm bulunuyor. Terörle mücadele kanunun ise 6 ve 7. Maddeleri gazetecilere karşı kullanılıyor. Zihniyet kavgası Her iktidar, kendi siyasi görüşlerini topluma taşır. Bugün ise tamamen yeni kodlarla tarih yeniden yazılıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu haftaki grup toplantısında, Oktay Ekşi’yi “edepli davranmaya” çağırdı. Ardından şunları ekledi: “Biz bu zihniyetle mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz. Demokratik yollardan, hukuk yollarından bu anlayışı, bu edepsizliğe karşı gerekeni yapacağız.” Üstelik "cumhur" ile "halk"ı sürekli ayırarak. "Edep" ile "zihniyetin" kavgası, ekonomideki iktidarı tam anlamıyla perçinleyene kadar devam edecek. Bizlere ise olanlara bakmak, gerektiği noktalarda sesimizi yükseltmek düşecek. Elbette iş işten geçmeden. Yeni çiçekler, yeni yıldızlar, yeni tenler ve yeni diller icat etmeyi denedim, der Rimbaud. Bu tarih deneyinin sonu nereye varacak, hep beraber göreceğiz. Not: Yakınlarını siyasi cinayetlerde kaybetmiş ailelerin oluşturduğu Toplumsal Bellek Platformu olarak, 8 Kasım 2010 Pazartesi sabahı saat 11’de Ankara’da Mamak cezaevi önünde olacağız. Bundan 30 yıl önce, 7 Kasım’da öldürülen İlhan Erdost’u anmak ve görevini suiistimal edenlere suç duyurusunda bulunmak için. Siz nerede olacaksınız?