Soma davasının ilerleyişindeki sorunlar ve çarpıklıklar, medyanın Soma haberlerini artık ana akımda görmemesi ve kamuoyunun ilgisizliği madenci ailelerinin adalet arayışında umutları tüketiyor.
Soma faciası üzerinden tam 3 yıl geçti. 301 madenci ‘’Geliyorum" diyen faciada yaşamını yitirdi. Onlardan geriye acılı eşler, anne ve babalar, babasız çocuklar kaldı. Yakın tarihin bu en önemli iş 'kazası' aslında düpedüz bir cinayetti. Hepimizin gördüğü bir cinayet. Türkiye gibi hafıza kıtlığı yaşanan bir ülkede artık unutmaya başladığımız bir cinayet.
Boğaziçi Üniversitesi’nde akademisyenler ve öğrencilerin girişimleriyle oluşturulan Boğaziçi Üniversitesi Soma Araştırma Grubu ve Boğaziçi Soma Dayanışması, işte tam da bu nedenle önemli bir işlevi yerine getiriyor, bize belleğimizden silinenleri yeniden anımsatıyor.
Faciadan hemen sonra bölgeye giderek çalışmaya başlayan Boğaziçi Üniversitesi Soma Araştırma Grubu 2015 yılında hazırladığı kapsamlı bir gözlem, inceleme ve aktarım raporunu siyaset yapıcılar ve karar alıcılar başta olmak üzere kamuoyunun dikkatine sunmuştu. Bölge insanını tarımdan madene sürükleyen sebepleri, yok edilen tarım arazilerini, çiftçilerin işçilere dönüşümünü, madendeki iş şartlarını ve dayıbaşı-amir-işçi ilişkilerini, gözardı edilen güvenlik önlemlerini, eğitimleri, kadınların faciadan sonra yaşadıkları yas sürecini, hissettikleri toplumsal baskıyı, yağmur gibi bastıran yardım kampanyalarını, çocukların üstüne adeta boca edilen oyuncakları, bir şekilde babası madende ölmemiş çocukların yaşadığı yabancılaşmayı ve daha pek çok gerçeği yüzümüze vuran ilk ve tek bilimsel raporu hazırlayan araştırma grubu 2017 yılında bazı güncellemelerle raporun üçüncü baskısını hazırladı.
Güncel verilerle genişletilen ‘’Ge-li-yo-rum Diyen Facia’’ başlıklı bu rapor 9 Mayıs’ta üniversitede düzenlenen bir toplantıda kamuoyunun dikkatine yeniden sunuldu.
Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesi Fikret Adaman ve Makine Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Nuri Ersoy’un konuşmalarıyla başlayan toplantıda Ersoy, üçüncü baskı için hazırlanan önsözde Soma’nın Türkiye’de yaşanan siyasi gelişmeler nedeniyle gündemdeki yerini neredeyse kaybetmiş olduğuna dikkat çekti. Mağdur ailelerin adaleti beklediğini hatırlatan Ersoy, Soma’dan sonra da Türkiye’de çok sayıda iş kazası ve işçi ölümü yaşandığını belirtti. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre 2016 yılının Türkiye’de en çok işçi ölümünün (1970 işçi) gerçekleştiği yıl olduğunu belirten Ersoy, kadınlar, çocuklar ve göçmen işçilerin en güvencesiz çalışanlar olduğunu ekledi.
Soma’nın ardından 2016 yılında Siirt Madenköy’de 16 işçinin bir bakır madeninde can verdiğini hatırlatan Ersoy bu olayın Soma faciasından gerekli derslerin çıkarılmadığına dair bir örnek olduğunu belirtti. Türkiye için ‘’aklın ve bilimin hakim olduğu, insan hayatına değer verilen, para kazanmaktan daha önemli değerlerin öne çıktığı bir ülke olması ‘’ temennisi dile getiren Nuri Ersoy, Boğaziçi Üniversitesi Soma Araştırma Grubu olarak bu davanın takipçisi olacaklarını ve bu çerçevede kamusal sorumluluğu yerine getirmeye çalışacaklarını belirtti.
Raporun saha çalışmasına dair güncellenen bölümünde ise facia sonrası travmanın devam ettiğine dikkat çekilerek, madencilik yasalarının değişmesine rağmen uygulamaya geçilmediği belirtildi. Bir sendikacının gözlemlerine yer verilen raporda Soma’nın önündeki en büyük tehdidin ‘’Zonguldaklaşma’’ olduğu tespitine yer verildi. ‘’Soma Zonguldaklaşmasın diye çalışıyoruz ama galiba önüne geçemeyeceğiz. İnsanlar geçim derdi yüzünden artık düzenle mücadele edemiyor. Zonguldaklaşmak demek Soma madenciliğinin katliamdan önceki halinden beter demek’’.
Toplantıya katılan ve Soma’da oğullarını madende yitirmiş, kendisi de emekli madenci olan İsmail Çolak, eşi Gülsüm Çolak ve Elmas Kaya ile birlikte Soma davası müdahil avukatlarından Cihan Türsen Soma davasının geldiğimiz noktada nasıl bir seyir izlediğini anlattılar. Etkinlikte konuşan İsmail Çolak geçirdikleri son üç yılı şu cümlelerle özetledi:
‘’Bu katliam, yüzyılın en büyük işçi katliamlarından birisi oldu. Sendika, sermaye, siyaset elele vererek bu katliamı hazırladılar’’.
Bakırçay havzasındaki Soma’nın geçmişte zengin tarım topraklarına sahip olduğunu, ailelerin tütün, pancar ve pamukla geçindiğini anlatan İsmail Çolak, 90lara kadar Soma’nın yerlisinin maden işçiliği nedir bilmediğini, madenlerde genellikle Karadeniz’den gelen işçilerin çalıştırıldığını anlattı. 90’larla birlikte tarım toprakları elinden alınan çiftçinin madene mecbur bırakıldığını belirten Çolak bugün de Soma havzasına pek çok şirket tarafından göz dikildiğini söyledi.
Soma’nın her seçim sonucuyla ilgili gündeme getirilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getiren emekli madenci, ‘’Bizi yargısız infaz ediyorlar. Soma’da madenci isen biat etmek zorundasın başka türlü ekmek yok. Soma’da tüm madencileri bankalara borçlandırdılar. İşçiler özel bankalardan kredi kullandırıldılar. Buna benim madende ölen oğlum da dahildi. Seçim zamanları otobüslere doldurulup mitinglere götürüldüler. Oğlum da istemiyordu gitmek ama ‘’Baba’’ diyordu ‘’Gitmeyeyim de ne yapayım’’. Şimdi Soma’yı anlamadan infaz ediyorlar’’.
Kendisi de madenci olan İsmail Çolak 26 yaşındaki oğlu Uğur Çolak’ı madende kaybetmesinin ardından artık neredeyse tüm yaşamını dava sürecine adamış. Tüm davalara katılan baba İsmail Çolak, geçtiğimiz üç yıl içerisinde Soma davasında yaşanan hukuk garabetlerine dair gözlemlerini de anlattı ve örgütlü bir mücadele içinde olmanın nasıl sonuç verdiğini ifade etti.
Hatırlayacak olursak Manisa’nın Soma ilçesi’nde 301 madencinin hayatını kaybettiği facianın ardından 8’i tutuklu 45 sanıklı davanın ilk duruşması Akhisar’da epey olaylı başlamıştı. Tutuklu bulunan 8 sanığın ses ve görüntü bilişim sistemi ile Aliağa Şakran Cezaevi’nden duruşmaya katılması büyük tepki çekmişti. Mahkemenin yapıldığı gün sanıkların mahkemeye bizzat getirilmesini isteyen işçi yakınlarından biri olan İsmail Çolak bugün gelinen noktada mahkeme heyetinin baskıyla karşılaştığını ve bu davadan adil bir sonuç çıkmaz ise davayı AİHM’e taşımayı düşüneceklerini söyledi.
Çolak yaşadıklarını şöyle anlattı: ‘’Biz o gün örgütlü biçimde taleplerimizi belirttik ve ilerleyen aşamada sanıkların mahkemeye getirilmesini sağladık. Ancak bugün mahkeme heyeti üzerinde büyük baskı olduğu söyleniyor. Ankara’ya gittik bizi kimse kabul etmedi. Hükümetten dinleyen olmadı. Bizi kaderimizle başbaşa bıraktılar. Düşünebiliyor musunuz, Can Gürkan (faciadan sonra tutuklanan Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı), mahkeme başkanını ‘’ FETÖ sabotaj yapmış olabilir, sen neden araştırmadın’’ diyerek tehdit ediyor’’.
Madenci yakınları ‘’adalet’’ kavramının ağır derecede zedelendiğinden dem vurarak Soma’nın kamuoyu nezdinde unutulduğunu belirttiler. Oğlunu kaybeden annelerden Elmas Kaya ise Soma davasında tüm Türkiye’yi arkalarında görmek istediklerini dile getirdi. Madenci aileleri, 13 Mayıs tarihinde Soma’da yapılacak anmada tüm Türkiye’den duyarlı insanları yanlarında görmek istediklerini vurguladılar.
Toplantıda söz alan Avukat Cihan Türsen, Devlet Denetleme Kurulu’nun 2012 tarihli madenlerde güvenlik konulu raporunun uygulamaya konulmadığını, uygulanmış olsaydı bu facianın yaşanmamış olabileceğini söylerken Açık Radyo’daki Soma Nöbeti programını hazırlayan gazeteci Seçil Türkkan ise Soma davasının ana akım medyada artık eskisi gibi yer bulamadığına işaret etti ve kamuoyunda Soma’ya karşı bu ilgisizliğin bu haberlerin medyada görünür olmamasıyla bağlantısı olduğuna değindi.