Endüstri sonrası dönemde, salt üretim- tüketim çizgisinin dışında kalan ve ekonomiye katma değer sağlayan yaratıcı alanlar sesini duyurdu. Bu gelişimin altında, bir tür farkındalık kıvılcımı yatıyor olsa da, yaratıcı ekonomileri temsil edenlerin de içinde bulunduğumuz şartlar söz konusu olduğunda masum olduklarını söyleyemeyiz. Yaratıcı ekonomiler, temel olarak dünyaya daha uzun, sağlıklı ve bilinçli bir yaşam ideali vaat etmedi. Asıl ilgi alanı, yıkıcı bir biçimde gelişen üretim ekonomisinin yanında, daha duyarlı olan kültürel ve entellektüel bir ekonomik katma değer varlığını ortaya koymak idi. Bu amaç doğrultusunda ortaya konan fikirler, tartışmalar ve aksiyonların tümü birlikte büyük bir sosyal bilinç sağladı. Kentlerin, sistemlerin, organizasyonların, eğitimin ve akla gelebilecek her yaşam biriminin daha yaratıcı bir biçimde ele alınması, tüm yaşam sistemlerinin merkezinde insana faydanın olduğunun hatırlanması yaratıcı ekonomi söylemleri ile yayıldı ve pekişti.
Yaratıcı endüstrilere dair birkaç notu önceki yazılarımdan birinde derlemiştim:
TIKLAYIN - Özlem Yalım yazdı: Nedir bu yaratıcı endüstriler?
Doğrudan hedefi olmasa da yaratıcı ekonomi anlayışının, bugünkü toplumsal bilinçlenmenin zeminini hazırladığı söylenebilir. Ne var ki, yaratıcı eylemlerin büyük bir kısmı malzeme, üretim, pazarlama, dağıtım gibi çarkların hala içinde ve sektörel anlamda ciddi bir öz eleştiri dönemindeyiz.
Dünya son birkaç yıldır döngüsel ekonomiyi konuşuyor. Döngüsel ekonomi, metanın içten gelen bir niyet ve tasarım gücü ile, sisteme yeniden kazandırılması veya restore edilerek kullanıma sokulması esasına dayanıyor. Bugüne kadar geçerli olan ekonomik düzende sisteme giren bir ürün her olursa olsun belli bir süre sonra yaşamının sonuna gelir ve atık haline dönüşür. Döngüsel ekonomide ise bu ürünün restorasyonu, yenilenebilir enerji döngüsüne katılıp katılamayacağı gibi faktörler öne çıkar. Aynı zamanda üstün tasarım bilgisi, doğru malzeme ve üretim yöntemlerinin seçimleri ile yine bu ürünlerin yaşam döngülerinin uzatılması, toksik değerlerinin azaltılması, belli bir noktada atığa değil de faydaya dönüşmesi sağlanır. Döngüsel ekonomi bakış açısı sadece dolaşımdaki mal ile değil; bu malı ortaya çıkaran tüm süreçlerin verimliliği ile de ilgilidir.
Daha özet olarak sunmam gerekirse, geleneksel ekonomik sistemlerdeki tüketici kavramı, döngüsel ekonomide “kullanıcı” ile değişir. Kendinizi tüketici değil de kullanıcı olarak hissettiğinizde, tüm yaşam kararlarınıza hakim olacak bir adım atmış olursunuz. Tüketici alır kullanır ve atar, sonra yenisini alır. Kullanıcı ise ihtiyacı olanı kendi üretebilir, belli bir süre kullanım için kiralayabilir, paylaşabilir; kullandığı o şeyi, tamir edebilir veya değiş tokuş edebilir. Paylaşım ekonomisi, yapıcı kültürü gibi kavramlar da bu bağlamda döngüsel ekonominin bir uzantısından başkası değil.
Günümüzde giderek yaygınlaşan döngüsel ekonomi, öncelikle çöp ve atıkların ortadan kaldırılmasını tasarlar. Bunu yaparken faydalandığı en önemli uzmanlık alanı tasarımdır. Döngüsel Tasarım, döngüsel ekonominin bir gereksinimi olarak günümüzde gittikçe daha çok konuştuğumuz bir kavram. İçinde bulunduğumuz zorlu koşullar, dünyanın pek çok bakımdan yaşanamaz bir yer haline gelmiş olması, geleceğimizin epey sorunlu görünen tablosu, anlayışımızı döngüsel tasarım esasları ile acilen değiştirmemiz gerektiğini gösteriyor.
Döngüsel ekonominin temelini oluşturan sıfır atık yaklaşımı, tasarım dünyasının akılcı yöntemleri ile sağlanıyor.
Örneğin bir ürünün kolay montajı için daha kağıt üzerinde kararlar alınabiliyor. Kolay montaj o ürün için harcanan zaman faktörünü, o ürünün paketlenmesini ve nihayetinde taşınması sırasında daha verimli olarak istiflenmesini, tek seferde daha fazla ürün dağıtımı sağlanabileceği için daha az nakliye hizmeti yapılmasını sağlıyor. Bu zinciri oldukça özet sundum; ancak inanın bir ürünün daha en başta akıllı bir biçimde tasarlanmasının yarattığı fayda ağı çok ama çok geniştir.
Döngüsel tasarım anlayışı, bir ürünün malzeme seçimlerini de akıllı yapmayı gerektirir. Öncelikli olarak ürünler artık daha sağlam yapılmalıdır bu tasarım yaklaşımında. Bozulma, yıpranma süreci olabildiğince uzatılmalıdır. Bozulan parçaların tamiri veya kolayca değişimi de önemli bir konu halini alır. Bu nedenle ürünler olabildiğince parçalı olarak tasarlanarak imal edilmeli ve bu parçaların olabildiğince çok değişimi sağlanabilmelidir. Böylece bir malın bozulması sonucu atık haline dönüşmesinin önüne geçilir.
Malzeme seçimi sadece dayanıklılık yönünde önemli değildir. Ürün kullanılamaz hale geldiğinde ortada kalan ürünün malzemesinin yeniden kullanım döngüsüne dahil olabilmesi; diğer yandan biyolojik ve doğal malzemelerin artan kulanımı hep tasarım kararlarının sunduğu farklılıklar olarak ortaya çıkar. Bir örnek vermek gerekirse muz yaprağından veya yosundan doğada yüzde yüz çözülebilir plastik eşdeğeri malzemeler ortaya çıkarmak, döngüsel ekonominin motive ettiği döngüsel tasarım anlayışının bir sonucudur. Tasarım dünyasında, bakir kalmış malzemeleri araştırma yönünde artan iştah, sisteme yeni ve döngü içinde kalabilecek fikirler sunabilme yarışından başkası değil; ki bu her yönü ile harika bir çaba. Bu nedenle tasarımcının rolü, döngüsel ekonomide oldukça hayatidir.
Üretim ekonomisinde rekabette avantaj sağlamak üzere, eşyaya form verip ona albeni katan tasarımcı anlayışından, yer küreye ve canlılara daha uzun ömür sunabilmek için evreni bir laboratuvar olarak kullanan tasarımcı statüsüne geçtiğimiz bir dönem içindeyiz.
Geçtiğimiz hafta Marmara Belediyeler Birliği'nin düzenlediği kent forumu MARUF'a çok kısıtlı da olsa vakit ayırabildim. Buradaki sunumlardan birinde ifade edildiğine göre, dünyadaki en büyük 100 ekonomik güç arasında 18 tane kent var. Ekonomik bir makine olarak kent, üzerinde pek çok kar amaçlı kararın alındığı bir ortam. Üretim – tüketim aksındaki sorunlu yaklaşım, ekonomik büyümenin gelişim olarak kabul edildiği bir bakış açısı ile insanları kentlileşmeye yönlendirdi. Kentlilik kavramı başka bir yazıda irdelenebilecek kadar önemli bir konu, ancak içinde bulunduğumuz düzeni göz önüne alarak düşündüğümüzde dünyada herkes artık neredeyse tamamen kırsallıktan kentliliğe geçmek istiyor.
Bölgesel olarak kentte yaşayanların toplam nüfusa oranları Kuzey Amerika kıtasında yüzde 82, Latin Amerika'da yüzde 78, Avrupa'da yüzde 74, Asya'da yüzde 49 ve dünya üzerindeki ortalama yüzde 54.
1960 yıllardan bu yana artan bu eğilim doğrultusunda artan kentlileşme eğilimi alt yapı sorunlarından hava kirliliğine, trafik yoğunluğundan gürültüye, ulaşımdan barınmaya kadar pek çok sorunu da beraberinde getirdi ve bugün artık sona ermek üzere.
Aynı endüstriyel üretimde olduğu gibi kent makinasının da döngüsel ekonomi kararları ile yönetilmesi dünyada önem kazanan bir yaklaşım. Kentin daha sağlıklı, yaşanabilir, refah sunan bir ortam haline getirilmesi, kentsel tasarım yaklaşımlarının da dönüşmesine olanak veriyor. Kent içinde insanların kendi tarım alanlarının oluşturma eğilimlerinden tutun da, yerel yönetimlerin atık politikalarına kadar pek çok farklı koldan döngüsel ekonomi devreye giriyor. Doğal kaynakların kullanımının yaygınlaşması, enerji verimliliğinin sağlanması gibi çevresel kararların yanında, sosyal gelişim ve ilgili konularda farkındalık gibi konular döngüsel kentlerin ilgi alanını oluşturuyor.
Döngüsel ekonomi yaklaşımı ile yönetimi benimseyen kentlerde daha fazla otomobil tercih edilmiyor; aksine insanların bisikletli veya yaya ulaşımı teşvik ediliyor. Toplumsal olarak paylaşım kültürü üzerine bilinç yaratılmaya çalışılıyor. Örneğin bir ailenin iki veya üç otomobili olması yeni dünya düzeninde neredeyse görgüsüzlük; herşey bir yana büyük sorumsuzluk. Aileler, komşular birbirleri ile ulaşımı paylaşıyorlar, farklı ulaşım yöntemlerini tercih ediyorlar. Döngüsel kent, atıklarını ayrıştırıyor, mümkün olduğunca daha az çöp üreten ürünleri tercih ediyor; binasını daha uzun ömürlü ve dayanıklı malzemelerle inşa ediyor; mahallesindeki tamirciye sahip çıkıyor.
Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) belirttiğine göre, kentlileşme eğiliminde önümüzdeki dönemde oransal anlamda bir düşüş yaşanacak. Buna göre 2020 ye kadar yüzde 1,84 oranında artış gösteren kentlileşme isteği, 2020-2025 arasında yüzde 1,63, 2025-2030 arasında da yüzde 1,44 olarak seyredecek. Eğilim ne olursa olsun 2050 yılında dünya nüfusunun üçte ikisinin kentte yaşayacağını biliyoruz. Hali hazırda dünyadaki atıkların yüzde 50 isini oluşturan kentler, doğal kaynakların de yüzde 75'ini tüketiyor; atmosferdeki sağlıklı havanın yüzde 80'ini yutuyor.
Entellektüel yaşamın, ekonomik gelişimin, eğitimin ve politik kararların en büyük karar vericisi konumundaki kentlerin, döngüsel ekonomi esaslarını benimseyerek döngüsel kentler haline dönüşmeleri, dünyanın sorunları karşısındaki en güçlü kozumuz. Bu yönetim anlayışı sürdürülebilir bir gelecek için tasarımı, sosyal refahı, çevresel duyarlılığı öne çıkaran bir yaklaşım demek.
Döngüsel tasarım, iş biçimlerini değiştiren yeniden tanımlayan radikal bir yaklaşım. Bütün süreçlerin, en önemlisi bakış açısının değişmesini hedefleyen pahalı bir dönüşüm gerektiriyor kuşkusuz.
Diğer yandan dünya da elden gidiyor; seçim bizim.