Türkiye‘de yaratıcı alanlarda eğitim veren köklü kurumların geçmişi, Cumhuriyet’in kuruluşundan çok öncesine, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarının yüz yıllarla ifade edilen kültürel birikiminin üzerine dayanıyor ve günümüzde onlarca üniversiteden binlerce genç yaratıcı alanlarda meslek sahibi oluyor; buna rağmen, toplumun oldukça büyük bir kesiminde “yaratıcı endüstriler” in varlığı ve ekonomiye katkıları görmezden geliniyor.
Yaratıcılıktan ve endüstriden anladığımız nedir? Bu iki kelime bir araya geldiğinde neyi ifade eder? Bu sorulara değinmek, içinde bulunduğumuz dönemde bir kez daha önemli oldu.
Endüstri denilince pek çoğumuzun aklına, bacası tüten fabrikalar, yani sanayi geliyor. 14. ve 15. yüzyıllarda yaygınca kullanılan Fransızcadaki Industrie ve İngilizcedeki Industry kelimelerinin kökeni Latincedeki “industruus” kelimesine dayanıyor. Bu kelime endo ve stuere ( ingilizce: in+stem ) köklerinin birleşiminden oluşuyor ve “ içten gelenin üzerine inşa etme, içten geleni çalışkanlık ve alışkanlıkla yaygınlaştırma “ anlamına geliyor. 15. yy ın sonlarında sıklıkla “ akıllı, etkin, becerikli, yetenekli, deneyimli, coşkulu” gibi özellikleri tanımlamak için kullanılan bir kelime. 1530’lardan itibaren çalışkanlık ve çaba ile özdeşleşen deyimin ticaret ve imalat ile birlikte anılması da 1560’lardan itibaren ortaya çıkıyor. Bunda kuşkusuz o dönemde ekonomik bakımdan altın çağını yaşayan başta İngiltere olmak üzere Avrupa’daki sosyal ve ekonomik gelişmelerin, artan ticaretin ve refah düzeyinin büyük rolü var.
2000’li yılların başlarında ortaya çıkan ekonomik sorunlara kadar endüstrinin temelini, kapitalizm ışığında gittikçe artan tüketim alışkanlıkları ile paralelinde dünyayı sarıp sarmalayan sanayi üretimi oluşturuyor. Kelimeyi ilk duyduğumuzda aklımıza sanayinin gelmesi bu yüzden.
Bu yazımda, insanlığın iç güdüsel olarak geliştirdiği yaratıcı üretimin romantizm etkisindeki gelişiminden, daha sonraları yaşanan savaşlarla tetiklenen mühendislik ve üretim çağından, sanayi devrimi ve sonrasında yaşananlardan, tüm bunların toplumsal ve ekonomik etkilerinden detaylı bir biçimde bahsetmeyeceğim; sözkonusu bu dönemin keskin kenarları 21. Yy da değişen ekonomik koşullar, çevresel faktörler, insanlığın artan duyarlılığı, gelişen teknoloji ile birlikte bilginin yaygınlaşması, kaynakların tükenmesi ve/ veya siyasi krizler ile erişilebilirliğinin güçleşmesi gibi faktörler ile birlikte oldukça yuvarlandı, yumuşadı. Sanayiye dayalı endüstrilerin karanlık ve isli duvarları iyice hijyenikleşirken, tutucu ve katı işleyişleri esnekleşti ve işbirlikçi oldu.
Tüm bunlar yaşanırken içinde bulunduğumuz son bir kaç on yılda, farklı endüstriler öne çıkarak ekonomilere büyük ölçüde katma değer sağlar oldular.
“Yaratıcı Endüstriler” olarak adlandırdığımız bu alanlar, günümüzde ekonomik sürdürülebilirliğin ve gelecek vizyonlarının en güçlü paydaşlarından biri konumunda.
Yaratıcı endüstrilerin, yani irili ufaklı farklı yaratıcı sektörlerin kolektifinden ortaya çıkan yaratıcı ekonominin kendini duyurması 90’lı yılların başlarına dayanıyor.
Ülkelerin ekonomik planları içerisinde önceleri, kültür ekonomisi, telife dayalı endüstriler, yaratıcı sektörler, içerik endüstrisi, medya endüstrisi, sanat merkezli sektörler, medya sektörü, iletişim endüstrisi gibi pek çok farklı tanımla anılan bu alanın yaratıcı endüstri olarak bir arada tanımlanması ilk kez 1994 yılında Avustralya hükumetinin yeni kültür politikasını “ yaratıcı toplum “ teması altında sunmasıyla gerçekleşti. Kavramın İngiltere’de “yaratıcı endüstriler “ olarak kullanımı 1997 yılında gerçekleşse de, ülkede 80‘li yıllardan itibaren aktif biçimde çalışmalarını sürdüren ICT (Information and Communication Technologies / Bilgi ve İletişim Teknolojileri birimi ) hükümete bağlı bir birim olarak ilgili alanlardaki çalışmaları zaten yönlendiriyordu.
ICT departmanı bir bakıma,1930’lardan itibaren yaygın - ve biraz da ironik - bir biçimde var olan kültür endüstrisinin uzantısıydı. Endüstri devrimi sonrasında artan olanaklarla gittikçe daha fazla kopyalanarak yaygınlaşan müzik, ucuz roman, sinema filmleri ve radyo yayınları gibi kitle kültürünü oluşturan üretimlerin tümüne “kültür endüstrisi” ismi takılmıştı. ICT bu –alt- kültür üretimini denetlemek amacı ile ortaya çıkmıştı. Bu terim ilk kez, Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer’ın birlikte kaleme aldıkları, Aydınlanma Diyalektiği isimli kitapta (Dialectic of Enlightenment (1944).) resmi olarak yer aldı. Yazarlar, Kültür Endüstrisi: Kitlesel Aldatma Olarak Aydınlatma ( The Culture Industry: Enlightenment as Mass Deception ) isimli makalalerinde “kitlesel kültür” yerine “kültür endüstrisi” tanımını tercih ettiler. Kuşkusuz Adorno burada, endüstri kelimesini seçerken, kelimenin etimolojik kökeninden çok içinde bulunulan ağır sanayi üretimi dönemi de göz önüne alındığında, daha çok bir standartlaşmadan, tektipleşmeden bahsediyor, özgün olan yaratıcı üretimin nasıl da değersizleşiverdiğinden dem vuruyordu. Nevarki buradaki eleştirel yaklaşım, bir anda kültürel üretimin de ürünleşmesini ve bir meta olarak algılanmasını sağlayan en önemli adımlardan biri oldu zamanla. Önceleri, somut çıktısı göreceli ve pek de ölçümlenemez olduğundan göz ardı edilen kültürel ve sanatsal üretim bir anda Marx’ın kapitalist ekonomisindeki komoditelerden biri haline geldi. Kapitalist toplumda, kültür üretiminin üreticisi de tüketicisi de bir varlık olarak değer kazandı, mercek altına alınmaya başlandı.
İşte böylece günümüzde fikri mülkiyete dayalı yaratıcı üretimlerin ve ticaretin tümünün bir arada anıldığı kavrama “yaratıcı endüstriler” deniliyor ve bu tanım global olarak yaygın. Fikri haklarla ilgili hukuki düzenlemeler ülkeden ülkeye farklılık gösterse de, bu endüstrilerin içinde bu haklara tabii bulunan edebiyat, dizi, film ve sinema, müzik ve ses kayıtları, baskı ve matbaa, multimedya, zanaatler, dijital tasarım dahil olmak üzere tasarım mesleklerinin tümü (mimarlık, iç mimarlık, peyzaj tasarımı, endüstri ürünleri tasarımı, grafik tasarım, moda tasarımı vb.), plastik sanatlar, reklam alanları ve bunlarla ilgili tüm ticari faaliyetler yer alıyor.
Örneğin otomobil endüstrisinin tek başına dünya üzerindeki hacmi ile kıyaslandığında, dağın yanındaki fare gibi algılanabilecek bu alanların her biri, bir araya gelip yaratıcı ekonomiyi oluşturduklarında, ülkelerin ekonomileri için hakkında söz edilebilir bir rakamsal hacim ifade ediyorlar.
2018 yılında Almanya tarafından yayınlanan resmi rapora göre ülke genelinde 254.700 firmada, 1.675.287 çalışandan oluşan bir endüstriden ve yaklaşık 102.4 milyar avroluk bir sektörel değerden bahsedebiliyoruz. İngiltere’de ise, 2015 verilerine göre ülke içinde 91.6 milyar pound ve dış ticarette 35.9 milyar pound değerinde bir ticari hacimden bahsediyoruz. Ülkenin hizmet ihracatının %9.4’ü ve ürün ihracatının % 5.2 si yaratıcı endüstrilerden geliyor. 2017 ‘deki verilere göre (RIBA) sadece mimarlık hizmetleri ile ülkenin genel ekonomisine sağladığı yıllık katma değer 4.8 milyar pound. AB ülkeleri arasında mimarlık hizmeti ihracatının %20 lik bir oranla en büyük temsicisi olan İngiltere’de her beş mimardan biri mutlaka yurt dışı ile iş yapıyor, yani hizmetlerini ihraç edebiliyor. Yine 2017’de yayınlanan bir rapore göre (TEFAF) İngiltere tek başına dünyadaki özel sanat piyasasındaki ikinci büyük oyuncu konumunda.
Türkiye’de, hemen hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da henüz net veriler bulmakta güçlük çekiyoruz. Yazımı hazırlarken, geçtiğimiz 10 yıl içerisinde kurulmuş olan YEKON’un, ilgili bakanlıkların, çeşitli meslek kuruluşlarının ve kalkınma ajanslarının yayınladıkları bilgileri araştırdım ; ne varki sizlerle paylaşacak kadar güvenilir, bütüncül ve kapsayıcı bir bilgi edinemedim, veriler dağınık ve resmi kaynaklarda şeffafça açıklanmış ciddi raporlar yok.
Diğer yandan içinde bulunduğumuz dönemde başta dizi ve film sektöründe olmak üzere moda, mimarlık, endüstriyel üretime dayalı tasarım faaliyetleri ile dijital medya ve özellikle oyun pazarında önceki dönemlere göre hissedilir bir artış yaşandı. Yurtdışında yaygınlaşan yerli yapım dizi ve filmlerimiz, gittikçe büyüyen oyun pazarımız gibi yeniliklerin tümü bu ekonominin birer parçası. Devlet tarafından özellikle Ar-Ge ve tasarım hizmetlerine ilişkin çeşitli teşvik programları yürürlüğe girdi. Önümüzdeki dönemde bu artışın dökümantasyonunun ve sağladığı ekonomik katma değerin niceliğini görebilmek en büyük beklentimiz olabilir.
Diğer yandan, bu niceliğin de ilk başlarda çok büyük bir anlam ifade etmeyeceğinin altını çizmek gerekir. Şöyle ki niceliğin sunulduğu her ortamda niteliğe de bakılmalı. Yapılan pek çok üretimin özgünlüğü, söz konusu yaratıcı endüstriler olduğunda öne çıkan en önemli faktör. Türkiye’de henüz “ yaratıcılık” kavramını bile tam olarak ifadelendiremediğimiz bir atmosferi soluyoruz. Yaratıcılığın temelinde orjinallik, yenilik ve yenilikçilik yatıyor. Mevcut bir fikrin sadece farklılaşması ile sağlanan ürünler, üretimler ve hizmetlerin ekonomiye katma değer sağlaması söz konusu olamaz. Sanayimizin kopyacılık konusunda yurt dışı ortamlarda saldığı olumsuz ün bir yana, çağdaş sanat piyasasında, modada, mimarlıkta, reklamcılıkta ve tasarımda intihal vakalarına her gün rastladığımız bir dönemden geçiyoruz. Üstelik hal böyle iken yapılanın ve sunulanın takdirine dahi tanıklık edebiliyoruz. Görünen o ki, bunu da okuyarak ve araştırarak değil; her seferinde olduğu gibi deneyimleyerek ve yaşayarak öğreneceğiz.
Yeni ve orjinal olmayan bir fikri bizden kimse satın almaz. Bu fikirlerin ve üretimlerin bizlerin kültürel gelişimine ve gelecek nesillere de bir faydası olmaz. Umalım henüz yeni yeni palazlanan yaratıcı ekonomimiz temellerini sağlam kursun.