Tasarım, işi yüzey, ürün, mekan, kent ölçeğinde gerçekleştirdiğinde yaşam kalitemize doğrudan etki eder. Bu alanlarda sunulan çözümler ne kadar nitelikli ise bireysel ve toplumsal olarak o denli “iyi”leşir hayatlarımız
Tasarım her yerdedir. Yok öyle kaş tasarımından, gülüş tasarımından bahsetmiyorum tabii; nesnel boyutu ile her yerdedir. Etrafımızı saran dünya şu ya da bu şekilde tasarlanmıştır. Giydiğimiz kıyafetten, kullandığımız bastona; su içtiğimiz bardaktan bindiğimiz trene; içinde ömrümüzü geçirdiğimiz yapılardan sokakta yürüdüğümüz kaldırıma kadar her şey birileri tarafından tasarlanmış ve hayatımıza girmiştir.
Bir tasarımın ilk evresine -pek demeyiz ama– “tasa” demek pek de mantıksız değil; kimi zaman tasarımı en iyi tanımladığımız cümle, “tasarım problem çözmektir “ ise eğer... Bir sorun karşısında tasalanan beyin, onu çözmek için bir fikir veya ürün geliştiriyor. Günlük hayatlarımızda yaptığımız onlarca problem çözümüne birer tasarım süreci olarak yaklaşabilir; aslında her birimizin ne kadar yaratıcı olduğumuzu görebiliriz pekala.
Söz gelimi iyi tasarlanmış bir gazete haberleri kolay görmemizi, yazıları rahatça okuyabilmemizi, boyutu ile elimizde kolayca açıp kapayabilmemizi sağlar; kağıdı ne kadar kaliteli ise üzerindeki baskı da o denli iyidir; mürekkebi -eğer duyarlı bir yayın ise– çevreye ve insan sağlığına zararsızdır.
İyi tasarım bireysel ölçekte daha çok şirketler ile tüketiciler arasında bir mesele iken, toplumsal ölçekte devlet ile halk arasında bir konu. Şirketler ürünlerini pazarda tutabilmek, tüketicilere beğendirerek kârlılıklarını arttırmak için daimi bir çaba ve yarış halinde iken devletlerin görevi ise hizmet ettikleri halk için yukarıda bahsettiğim o yüksek yaşam kalitesini sağlamaktır.
Devletin kamusal alanlardan yapılara, yollara, toplu ulaşım araçlarına, kentsel aydınlatmadan, hizmetlerini sunduğu dijital platformlara kadar tasarım ile iç içe olduğu pek çok nokta var. Nihayetinde iyi yaşam kalitesi bir arz talep meselesi. İnsanların da daha iyi olanı, daha sağlıklı olanı daha güvenlikli olanı talep etmek için bilinçli olmaları gerekli.
Bir kaç örnek…
Kent yaşamında insanın en öncelikli ihtiyacı bir noktadan diğerine ulaşmak. Bu ulaşımın olabilecek en hızlı, en ekonomik, en güvenli ve en sağlıklı biçimde sağlanması seçilmiş kent yönetiminin asıl sorumlulukları arasında gelir. Kentin ulaşım alternatiflerinin haritalanması, kaynakların tüm verimliliği ile kullanımı, sunulan hizmetlerin planlanması, ulaşım araçları, ulaşım ücretleri… Liste daha da detaylanabilir; hepsi birer tasarım konusu.
İyi tasarlanmış toplu taşıma araçlarının tümünde özellikle engelli, yaşlı yolcuların araca iniş-binişleri için özel çözümler geliştirilmiştir. Durakların yazdığı panolardan, tutunma borularına ve aparatlarına kadar yolcunun konforlu seyahati düşünülerek onlarca tasarım problemi çözülmüş olmalıdır. Toplu taşıma durakları, yapı tasarımında en önemli alanlardan biri. Bu yapılar gerek kendi içlerinde gerekse çevreleri ile bağlamlarında olabildiğince fonksiyonel olarak yapılmalıdır. Örneğin metro istasyonlarının yağmurlu havalarda su ile dolması, alt geçit ve tünellerin duvarlarında meydana gelen sızıntılar kalitesiz bir yapım sürecini gösterir. Tasarım ne kadar iyi yapılırsa yapılsın; inşa aşaması bütünleyici bir biçimde kaliteli malzemelerle ve işçilikle yapılmaz ise, insanların yaşam kaliteleri yine düşer.
Southhampton Üniversitesi’nde 2013 yılında yapılan bir araştırma, raylı sistemi yoğun kullanan insanların buradaki hava kalitesinden dolayı hastalanma risklerinin diğerlerine göre daha fazla olduğunu belirtiyordu. Çoğunlukla yerin altındaki ulaşım tünellerinde bulunan toksik toz, ancak ve ancak çok iyi bir klimatizasyon ile belli sağlık standartlarına ulaştırılabiliyor. Bunu neden belirttim? Çünkü sadece gözle gördüklerimiz değil; görmediklerimiz de arka planda iyi düşünülmüş olmalı, gelişmişlik bu hassasiyet ile sağlanıyor.
Toplumların sağlığı pek çok devletin en öncelikli maddesi. Gelişmiş toplumlarda insanların hasta olduktan sonra sağlık kuruluşlarında karşılaştıkları deneyimleri iyileştirmek artık eskisi gibi konuşulmuyor. Hastaneye giden insanlara “müşteri” gözüyle de bakılmıyor zaten. Aksine, insanların hasta olmamaları için büyük çaba ve emek sarf ediyor devlet kuruluşları. Çünkü insanlar hastalandıklarında onları iyileştirmek için sunulan hizmetler, ilaçlar, binalar, iş gücü, alet-edevat; tümü çok pahalı.
Özel şirketler de bu konularda büyük adımlar atıyorlar. Ofislerin mekan tasarımlarında daha çok yeşillik, daha çok temiz hava, daha çok gün ışığı var artık... İnsanların ofisteyken dinlenmesini, sosyalleşmesini sağlayan ortak alanlar, spor salonları, vitamin barları gibi pek çok yenilik, evet, çalışanların daha sağlıklı ve mutlu olmaları için yapılıyor ama büyük resimde, onların beden ve ruh sağlıklarını yerinde tutarken, böylece hem sağlık masraflarını kısmayı hem de iş verimliliğini arttırmayı gösteriyor.
Yapılan araştırmalar sağlık sorunları yüzünden işten izin alan çalışanların sadece bu izin günleri sebebi ile işletmelere olan zararının yılda 1000 Amerikan Doları olduğunu öngörüyor. Örneğin Avustralya’da işe gitmeyen çalışanların işletmelere yarattığı toplam zarar yıllık 7 milyar dolar civarında. Çalışanların daha sağlıklı bireyler olması için çalışma ortamı konforunun arttırılması gerekiyor; bu noktada da en çok yararlanılan unsur tasarım özellikleri. Ofisler için mimari tasarım, mekan tasarımı, mobilya ve aydınlatma tasarımı bu sektördeki en büyük pasta dilimini oluşturuyor. Bu çabaların arka sahnesi ne olursa olsun, sonuçta toplam kalite tasarım ile artmış oluyor.
Tasarım güvenliğin sağlanmasında da büyük rol oynuyor toplumsal hayatta. Birleşmiş Milletlerin yayınladığı bir rapora göre Hindistan’ın Yeni Delhi kentinin fakir bölgelerinde yürüyüş yollarının genişletilmesi ve geceleri yapılan etkili aydınlatma ile kadınlara yönelik şiddet suçlarında büyük oranda azalma sağlanmış.
Benzer bir projenin Afrika kırsalında da uygulandığı bir sunum dinlemiştim. Bu projede tüm köye aydınlatma sağlanmıştı. Ayrıca köyün belirli noktalarına kırmızı renkte boyanmış kapıları içten kilitlenebilen konteynırlar yerleştirilmişti; bunların da içleri ışıl ışıldı ve telefon da bulunuyordu. Bu , yolları topraktan olan köyde gece karanlığında kadınlara yönelik tecavüz suçları çok yaygındı ve bu uygulama ile azaltılabilmişti; kendini tehlike altında hisseden kadınlar buraya sığınabiliyorlardı; köyün kadınları izlediğim filmde minnettar görünüyordu.
Tasarımı politik yaklaşımlarının en üst seviyesinde tutan İngiltere hükümetinin de özellikle suç oranlarının yüksek olduğu bölgelerde uyguladığı bir “tasarım ile iyileştirme” stratejisi var; bu tür mahallelerde iyi tasarlanmış parklar, çocuk oyun alanları, gençelere yönelik açık spor alanları tasarlıyor ve uyguluyorlar. Suç oranlarının azalması elbette harika. Bu tür uygulamalardan olumlu olarak etkilenen yine toplumun yaşam standardı oluyor.
İyi tasarım, demokratik haktır
Devletin tasarımı veya salt inşaatı politik bir söylem haline getirmesi arasında ince bir çizgi var: Tasarımı politikanın parçası yapan devletler tasarımın tüm süreçlerini kendi işleyişlerine yayarak, baştan iyi planlama yaparak hareket ediyor ve uygulamaların da projelere uygun kalitede yapılıp yapılmadığını sıkı bir biçimde denetliyor. Söz konusu toplum olduğunda konuyu riske atmamak için en iyi malzemeyi, en iyi uzmanı, en iyi hizmeti tercih ediyor; uzun vadede kârlı ve etik bakımdan doğru olanı bu.
Salt inşa etmenin politik strateji olduğu devlet yapısında ise, yapılanın sadece “yapılmış “olması kuşkusuz güce güç katıyor. Pazarlama gurusu Al Ries’ın dediği gibi, pazarlama algıların savaşımı; ürünlerin değil…
Toplum yapılan köprüler, alt geçitler, havaalanları gibi yatırımların nasıl yapıldığı ile değil de yapılmış olması ile ilgileniyor, alkışlıyor da alkışlıyor: Mediyokrasiye hoşgeldiniz!
Oysa vasatlığın alkışlanacak pek bir yanı yok; alkışlayanlar ne yazık ki daha iyisini tahayyül edemeyenler.
Unutmamalı: İyi tasarım demokratik bir haktır.