Halk Sağlığı doktorası eğitimimin ilk günlerindeydim. Sevgili hocam Prof. Dr. Gazanfer Aksakoğlu ile Türkiye'deki sağlık politikalarını ve ilişkili mevzuatı konuşuyorduk. Doktora arkadaşlarım ile birer mevzuat paylaştık. Benim kısmetime Umumî Hıfzıssıhha Kanunu (UHK) düştü. Bilenler bilir, kocaman bir kanun, üstelik 1930'lu yıllardan kaldığı için de Türkçesini anlamak çok zor. Aradım, taradım, kolay olmasa da güncel Türkçe ile yazılmış bir hâlini buldum.
Ertesi hafta ödevleri teslim edip, bir de sunum yapıyoruz hem hocamıza hem de birbirimize. Dün gibi hatırlıyorum. "Bu bir devrim kanunudur!" diye başlıyordu ödevim. Kanun değil de, sanki Genç Cumhuriyet'in devrimci ruhunu yansıtan bir manifestoydu. "BAP" denilen bölümlerinde dolaşırken "ülkenin içinde bulunduğu koşulları bu kadar iyi anlayan ve önceliklere göre sistemi yapılandıran kim" diye sormuştum kendime. Kim, nasıl olup da gerçekleştirebilmiş bu kadar önemli konulara, bu kadar doğru ve bütünlükçü yaklaşabilmeyi, diye düşünmüştüm.
İşte o kişiyi bugünlerde aşı çalışmaları ile hemen her gün anıyoruz: Dr. Refik Saydam.
Dr. Refik Saydam, 29 Mayıs 1919'da Atatürk ile Bandırma Gemisinde olan üç hekimden biridir. En baştan beri Atamızın yanında olanlardan. Sonra da Türkiye Cumhuriyetinin ilk Sağlık Bakanıdır. "Tabip, hastalıkların giderilmesinde oynadığı rolden çok, sağlıklı olanların bu durumlarını korumaları için çaba harcayacaktır" diyen Cumhuriyet Dönemi Halk Sağlığının öncüsü. Aşı ve serum üretip ihraç edecek hale getirdiği Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Okulu ve elbet bilimin aydınlığında sağlık politikalarını yapılandırdığı-Sıtma Kanunu 2 Eylül 1925 kongresinin ürünüdür- Milli Türk Tıp Kongrelerinin hamisi.
Bugün yeniden milli aşıyı konuşuyoruz.
COVID-19 ile ilgili ya toplumsal bağışıklık ya da aşı, ikisi oluncaya dek etkin bir tedavi, belki de yeni bir mutasyon beklerken, bu işin önemini daha da anladık.
Her gün kaç kurum, firma ya da işbirliği ağının aşısının ne aşamada olduğu ile ilgili haberleri izliyoruz. Bu programlarda virüs aşıları ile ilgili detaylar anlatılıyor. Aşı çalışmaları ile birlikte klinik araştırma fazlarını da öğrendik toplumca. Ve nihayet yakın bir zamanda en az üç aşı için Faz 2 çalışmalarının başladığı haberi geldi. Mutlu olduk. Kimilerine göre sonbaharda bu iş tamamdı. Ama kimilerine göre de değil. Benim okuduklarım da yolun daha uzun olduğunu anlatıyor bana. Ama bir şekilde bu yol yürünecek ve o döneme kadar önlemleri, hayatımızın yeni halini konuşmaya devam edeceğiz.
Peki, bir an için düşünün lütfen şimdi.
Yarın itibari ile aşımız hazır dense...
İlk sevincin yerini nasıl bir panik alırdı dersiniz? Kim, ne zaman ve nasıl ulaşacak bu aşıya? Bu öyle bir aşı ki, dünyanın bağışık olmayan milyarları onu bekliyor. Bu milyarların büyük bir bölümünün onu ne üretebilecek, ne de satın alabilecek gücü var. Hatta ülkelerinin kapılarına kadar getirseler, aşıları güvenli şekilde koruyacak, insanlarına ulaştıracak tedarik zincirleri ve uygulayacak yeterli sağlık personeline de sahip değiller.
İşte tam da bu yüzden panik hatta korku haksız değil. Üstelik dünyanın bu konuda da sicili bozuk.
COVID-19 aşısı bir anda küresel tüm gereksinimi karşılayacak kadar üretilemeyecek. Bu nedenle, elimizdeki kaynağın en iyi şekilde paylaşılması çok önemli olacaktır. Bu konuda risk grubu yaklaşımına başvurmamız kaçınılmaz. En başta yaşlılar, bağışıklık sistemi baskılanmışlar ve kronik hastalığı olanlar olmak üzere hastalandıklarında hastalığı ağır geçirecekler var bu grupta. Ve elbet hepimizin sağlığı için öncelikle korunması gereken sağlık personeli. Hepsi toplandığında dünyada tahminen en az 1 milyar insan var risk grubuna giren. O an gelince, bu yaklaşımı benimsemek durumundayız. Çünkü, hızla ortaya çıkan hastalıklar veya daha uzun süreli arz ve talep uyumsuzluğu nedeniyle tedarikleri sınırlı olan aşılar için, hedef gruplara öncelik verilmesinin aşının etkisini arttırmak için gerekli olduğu biliniyor.1
Risk gruplarını tanımlamak daha kolay. Ama, ülkelerin paylaşımı... İşte bu daha zor.
Salgın Hazırlığı İnovasyon Koalisyonu (Coalition for Epidemic Preparedness Innovations)2, Mart ayı içerisinde yaptığı açıklamada COVID-19 virüsüne karşı aşının geliştirilmesinin 2 milyar dolara mal olacağını tahmin ettiklerini açıkladı. Bunun ancak yarısı o an itibariyle toplanmıştı. Üstelik bu tahmin, üretim ya da teslimat maliyetlerini içermiyordu.
Ortaya emek ve para konuluyor. Kritik soru ise bu emek ve paranın, sonrasında da ortaya çıkan ürün yani aşının kimin olduğu.
Geçen hafta içinde Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) uluslararası bir işbirliği başlattı. DSÖ Genel Direktörü Dr. Tedros, "Ortak bir yaklaşımla yenebileceğimiz ortak bir tehditle karşı karşıyayız" diyerek grubun ilk toplantısını açtı. En önemli tespiti de, "Tecrübeler bize, araçlar mevcut olduğunda bile, herkes için eşit derecede kullanılabilir olmadıklarını gösterdi. Bunun olmasına izin veremeyiz." oldu. Tecrübelerimiz kötü gerçekten. 2009 yılında H1N1 domuz gribi salgını sırasında, daha zengin ülkeler daha fazla satın alabildikleri için aşı dağıtımında adil olunmaması çok eleştirildi. Hatta bugün özellikle çocukluk çağı aşılarını en fakir 20 ülke başta olmak üzere ulaştıran küresel ittifak olan "Global Alliance for Vaccines and Immunisation" (GAVI) bu eşitsizlik tespiti sonrasında kuruldu. Ya AIDS deneyimlerimiz. AIDS ilaçları geniş çapta erişilebilir hale getirilmeden önce milyonlarca insan öldü. Benzer bir çok örneğimiz var ne yazık ki...
Henüz o aşıyı bulamadık. Önümüzde çok değerli bir zaman var. Bu zamanı COVID-19 aşısının bulunması çabalarının yanı sıra, aşı bulunduğunda hızlı üretim, hızlı ve adil dağıtımı plânlamak için kullanmalıyız.
Ve işte bu yüzden, bir kez daha "hakça paylaşımı" konuşmalıyız.
Umarım bir gün,
"yârin yanağından gayri her şeydeher yerdehep beraber!"3 diyebiliriz.
O güne kadar hepimize çok iş düşüyor.
Herkes için, ama en çok da "en zordakiler" için, "bize en aykırı gelenler için", "bizden kabul etmekte en zorlandıklarımız" için hakça bir paylaşımı istemeliyiz.
Bu yazı vesilesi ile değer verdiğim iki önemli insanı anabildim bugün.
İlki, Prof. Dr. Gazanfer Aksakoğlu. Sevgili hocam ve gerçek bir entelektüel. Gazanfer Hoca'nın kapısı her zaman açık olan odasına girdiğinizde çok geniş bir konu yelpazesinde konuşurdunuz. İz bırakırdı dinledikleriniz. Örneğin, Guernica'yı, bu değerli eseri, ilk kez onun odasında duvardaki bir baskısı ile tanımıştım. Tabi hemen öyküsünü de anlatmıştı. Ve sonrasında hayat fırsat verdi, taa Madrid'e onu görmeye gittim. Tek ve boydan boya yer aldığı salonda saygıyla eğildim o dehanın ve sanatının gücü karşısında. Ve sonra çıktım hocama yazdım, şükranlarımı anlattım ön yüzünde Guernica'nın olduğu bir kart ile.
Ve ikincisi Dr. Refik Saydam. Onu da bir başka anıyla anayım.
Çok yakın bir tarihte Ankara'dan dönüyorum. Sevgili bir genç hocamız var yanımda. Kaptırdık kendimizi Meclis Hükümeti ve erken dönemdeki sağlık politikalarını konuşuyoruz. Bir ara dedim ki, "…, ben galiba en çok 1923'lerin Türkiye'sine ve Refik Saydamın yanına gitmek isterdim". Demez mi her zamanki açık sözlüğü ile: "Çok fırça yerdiniz hocam.." Önce şöyle bir baktım.. Sonra da Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü açılışında Atatürk'ün önünde, askerî bir saygıyla eğilen adam geldi aklıma. O mücadeleci ve titiz insan. Haklıydı.
"Olsun!" dedim.
1Smith J, Lipsitch M, Almond JW. Vaccine production, distribution, access and uptake. Lancet. 2011 July 30; 378 (9789): 428–438.2Coalition for Epidemic Preparedness Innovations (CEPI).3Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedrettin Destanı / Nazım Hikmet