"Acı dolu yüzler soruyorlar, iyileşebilecek miyiz?Hayır, şimdilik hayır, yasaların bulunmasını bekliyoruz. Oh Tanrım, tüm karanlıkları aydınlat.O görünmeyen, küçük, ancak milyonları öldürene ilişkin karanlıkları.."
Bir hastalık etkenini bulma tutkusunun şiirsel bir metne dönüşmüş hali, biraz önceki satırlar. Yıllar önce Nevzat Eren hocamızın "Bulaşıcı Hastalıkların Öyküsü" adlı kitabından okumuştum. Bu öykü "sıtma"ya aitti.
Şimdi biraz gerilere gidelim.
Sıtma insanlık tarihi kadar eski bir hastalık. İlk çağlardan günümüze ulaşan yazılı birçok belgede belirtileri çok iyi tanımlanmıştır. Hatta Romalıların Dea febris (Ateş Tanrısı) adlı bir sıtma işleri tanrısı bile vardır. Tıp Fakültesinde her salgın dersimin öncesinde Efes antik kentinin sıtma ile ilişkisini ve bu nedenle nasıl yer değiştirdiğini anlatırım. Bugün epidemiyolojide kullandığımız birçok sistematik yaklaşımın ilk kullanımları kendilerini sıtmada bulur. Örneğin, bir sağlık sorunu karşısında "kişi, yer ve zaman" özellikleri tanımlanmalıdır, deriz. O hastalık ya da sorunun hangi cinsiyette, hangi ayda ve hangi coğrafik bölgede ortaya çıktığını tanımlayabilirsek, bu tanımlamadan giderek olası risk gruplarını anlamaya çalışacağımız daha farklı araştırmaları yapabiliriz. Ve bunların bize gösterdikleri ile de o sorunla ilgili ne yapmamız gerektiğine varabiliriz. Sıtma özelinde de bu süreç böyle gelişmiştir. Çok eskiden beri Hipokrat'ın da içinde olduğu birçok hekim, sıtmanın mevsimler ve bataklık bölgelerle ilişkisini tanımlamışlar; sivri sinekten korunulması gerektiği söylemişlerdir.
Ve zaman akmış, giderek hastalığın bataklıklardan çıkan görünmez, kötü kokulu bir gaz nedeni ile olduğuna inanılmıştır. Böylece hastalık, Latince kötü hava anlamına gelen "male (kötü)" ve "aria (hava)" sözcüklerinin birleşik hali ile "malaria" olarak anılır olmuştur. Bu tanımlama da İtalyancadan bize geçip dilimizde "malarya" halinde vücut bulmuştur. Ama bizde daha çok kabul göreni "ısıtmak"tan türediği sanılan "sıtma" olmuştur.
Nedeni bilinmeden tedavisi bulunmuş bir hastalıktır sıtma. İnkalar kına kına (Quina Quina) ağacının kurutulmuş kabuklarının toz haline getirilip hastaya verildiğinde ateşi düşürüp hastalığı iyi ettiği bulmuş. Bir görüşü göre, dünyaya bu şifanın yayılmasında yine bir kadının katkısı var. Lady Montagu'nun mektupları ile Avrupa nasıl çiçek aşısından haberdar olduysa, başka bir kadın-Kontes Chinchon-kendisi de aynı şekilde tedavi olduktan sonra bu maddeyi dünyaya tanıtmıştır. Bu nedenle de, madde Chinchona (kınakına) olarak anılmaya başlamıştır. Ya da bizim daha çok bildiğimiz haliyle, "kinin".. Kinin o zamandan sonra çok uzun bir süre hastalığın nedeni, etkeni bilinmeden onlarca insanı iyileştirmiştir.
Etkeni bulan ise, Süveyş Kanalının yapımındaki binlerce işçinin kaybedilmesinden sonra, Mısır'da görev yapan bir ordu hekimi olan ve bu buluşu ile Nobel Tıp Ödülüne layık görülen Charsles Louis Alphonse Laveran'dır. Laveran'ın mikroskobunda paraziti gördüğü yıl 1880'dir. Etken bulunmuştur ama hala insana nasıl bulaştığı açık değildir. Bunu da işte biraz önceki şiirin sahibi Dr. Ronald Ross başaracaktır. Ross, 1897'de sıtmalı bir adamın kanını emdirdiği bir tür sivri sinek olan anofelin midesinde sıtma etkenini mikroskop altında görmüştür. Ve bir kez daha şiirle anlatmıştır o andaki duygularını:
"Gizemli ölümlerin nedenini buldum,Milyonları öldüren nedeni.Bu küçücük nedeni artık biliyorum.Ey, uçan ölüm, senin sokmaların nereden?Sen artık yok oldun."
Ross da bu buluşu ile Nobel ödülüne layık görülmüştür.
Tam bu anda, iki bilim insanını da anmak gerekli. Onların ismi pek de bilinmez. Oysa Amico Bignami ve Giovanni Grassi de aynı zamanlarda dişi sivri sineğin ısırığı ile bir insandan diğerine hastalığın nasıl bulaştığını tanımlamıştır. Hastalıklı kanı emmiş sivri sinekler tarafından ısırılmasını sağlayacak kadar işi ileri götürmüş olan bu bilim insanları ve özellikle de parazitin tüm yaşam çemberini tanımlamış olduğu halde Grassi, Nobel'i alamamışlardır.
Bu da bizi 1902 yılındaki Nobel tartışmalarına götürüyor. O yıl, Nobel Komitesinin işi zordu. Uzun süre karar veremediler. Acaba Ross ve Grassi ödülü birlikte mi almalıydı? Ama Ross, Grassi aleyhine sahtekârlık iddiaları içeren bir kampanya yaptı. Ne yazık ki, bu ithamı Robert Koch tarafından da desteklendi. Üstelik Koch, Nobel komitesinin en güvendiği isimlerden biriydi ve Grassi'nin hiç şansı olamadı.
Bugün dönüp bakan herkesin fikri benzer gibi, aslında ödül ikisine birden verilmeliydi. Bilim tarihi merak, arayış, tutku ve bunların iyi kötü sonuçlarını içerir; oyuncular da ne yazık ki bazen masum değildir.
Artık enfeksiyon zinciri tamamlanmıştı. Bundan soran korunma ve tedavisi üzerine gidildi ve çok yol alındı.
Bu yollarda "kinin" hep başrolde oldu.
Bu başrolünü şimdi COVID-19 ile de oynuyor görünüyor.
Bu kez konuşulanlar onun çok da uzak olmayan akrabaları, sentetik türevleri. İçlerinde hidroksiklorokin, hani derler ya burun farkıyla önde. Bu sentetik türevler özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında ülkelerin doğal maddeyi birbirlerine vermemeleri nedeni ile araştırmalarla keşfedilmiş.
Bu grup sıtma dışında bazı immünolojik hastalıklarda uzun zamandır kullanılıyor. Ülkemizde ve birçok ülkede ruhsatlı ve yaygın kullanımda çok güvenli olduğu düşünülüyor. Dünya Sağlık Örgütünün ülkelere önerdiği Temel İlaçlar Listesinde. COVID-19 ile ilgili olarak gündeme gelmesi, antiviral özelliği ile ilgili. Klorokin ve hidroksiklorokinin in vitro yani laboratuvar ortamındaki antiviral etkisi 1960'lı yıllardan beri biliniyor. Deniyor ki, bunlar zayıf bazlardır ve konakçı hücre içi organellerde endozomal pH'ı arttırır, içeri girmek için gerekli yapıları işlevini ortadan kaldırır. Ve başkaca birkaç mekanizma..
Bugün dünyada tek başına ya da başka ilaçlarla olmak üzere COVID-19 tedavisinde denenen seksenin üzerinde klorokin ve hidroksiklorokin araştırması buluyor.
Tedavisi olmayan bir hastalıkla karşı karşıya kalınmış olduğundan, bugüne her araştırmacı en erken dönemde bulgularını paylaşmayı bir etik sorumluluk olarak gördü. Bu nedenle işler her zamanki rutininden farklı şekilde gelişti. Bilimsel bir yayının ortaya çıkışının sık dokunup eleyen süreci çoğu kez hayata geçemedi.
Önce Çin'den laboratuvar ortamında klorokinin virüsün üremesini durdurduğuna dair bilgiler geldi. Ama asıl Fransa'dan bir ekibin hidroksiklorokini bir grup hastasına verdiği ve bu ilacı almak istemeyen hastaların da kontrol grubunu oluşturdukları bir çalışma yayımlandı. Bu çalışma, çok konuşuldu. Ama ABD Başkanı Donald Trump tarafından bir basın açıklamasında dayanak gösterilince çok ünlü oldu. Başkan Trump'a göre iş bitmiş ve tedavi bulunmuştu. Zaten kendisi de ilaca önlem olarak başlamıştı. Oysa, kendisinin danışmanı Dr. Anthony Fauci için işler pek de öyle değildi. Şu ana kadar altı Amerikan başkanı görmüş ve ulusal bir ikon düzeyinde güven simgesi olan Dr. Fauci çalışmanın sınırlılıklarının farkındaydı. Araştırma çok küçük bir hasta grubunda yapılmıştı. Bunu dışında ilacın etkilerini izleme süresi yetersizdi. Üstelik altı hastayı da araştırmadan çıkartmak zorunda kalmışlardı. Araştırmada devam edemeyen hastalardan biri ölmüştü, ikisi vazgeçmişti ve üçü de yoğun bakım ünitesine verilmek zorunda kalınmıştı. Oysa ilacı alamayan grupta bu sorunlardan herhangi biri gelişmemişti. Zaten araştırmacıların başlarda güçlü çıkan sesleri süreçte güç kaybetti.
Basın toplantısında Dr. Fauci müdahale etmekten kendini alamadı ve çalışmanın yöntemi ile ilgili bir düzeltme yaptı. Hatta bu açıklamasından sonra Başkan Trump'ın Fauci'yi görevinden almak için çok uğraştığı söylenir oldu. Bu arada, Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) de başkan Trump'la ilacın tanımlanan ruhsatı ile ilgili karşı karşıya gelmişti. FDA, klorokinin sıtma tedavisi için zaten onaylı olduğunu, ancak COVID-19'da etkisiyle ilgili çalışmaların devam ettiğini söyleyerek bir anlamda Fauci'ye destek verdi.
Bu çalışmanın tam tersi bulguları iddia eden bir çalışma durumu ise daha da ilginç. Çalışmada hidroksiklorokinin hiçbir fayda sağlamadığı ve hatta kullanımının ölüm riskini bile artırabileceğini öne sürülüyordu. Lancet, araştırma verilerindeki potansiyel kusurlar nedeniyle bu çalışmayı bir süre sonra geri çekti. "Çalışmanın yazarları kendi veri setlerinin doğru olduğunu teyit edememişlerdir" anlamına gelen bir açıklaması var derginin. Çok da özür dilendi. Bilim dünyasında günlerce konuşuldu. Bunun üzerine yazıldı, çizildi. Hatta DSÖ süren çalışmaları her şey netleşinceye kadar askıya alma kararı aldı. Sonra kendi verilerindeki ölümleri kontrol ettikten sonra devam etmeye.. Bu noktada belirtmek isterim ki, çalışmanın geri çekilmesi ilacın koronavirüs ile ilgili olarak yararlı veya zararlı olduğu anlamına gelmiyor.
Belli ki, yayınların geri çekilmesi başka bir yazının konusu olmayı hak ediyor.
Bugün itibari ile, klorokin ya da hidroksiklorokinin COVID-19'un tedavisinde iyileştirici etkisi olduğunu söyleyecek yeterli bilgiye sahip değiliz. DSÖ tarafından da belirtildiği gibi ilaç, test aşamasında. Bir çok uzmanlık derneği de ilacın kullanımında çok dikkatli olunmasını tavsiye ediyor; özellikle de önleyici tedavi olarak kullanılmaması gerektiğini önemle belirtiyor.
O zaman,
Olağanüstü durumlarda özellikle başka nedenlerle ruhsat alınmış ilaçların sıra dışı kullanımı olabiliyor. Burada çok dikkatli etik ve klinik süreç yönetimi gerekiyor.
Üzerinde durulması gereken bir konu da, COVID‑19 için klorokin/hidroksiklorokin kullanımının başka hastalıkları nedeniyle bu ilaçlara gereksinimi olan hastalar için ulaşılabilirliğinin risk altında bırakılmamasının sağlanması.
Gördüğünüz gibi, bilimsel bir kanıta ulaşmak çok zorlu bir süreci gerektiriyor. Bilinmezlerle dolu.
Ama net olunan, açık olunanlar da var.
Bir kere, her bilgi bir öncekinin üzerinde yükseliyor.
Bu yüzden hepimizin elinde avucunda, eteğinde ne varsa bir an önce dökmesi gerekiyor. Bu nedenle, olgu sayısı yüz seksen bine yaklaşmış ülkemizde kazanılmış deneyimlerin bir an önce yayımlanması gerekiyor.
İkinci olarak da bilim insanı olmak birçok özellik gerektiriyor. Meraklı, ahlaklı, sabırlı olmak bunlardan bazıları...
Ama bir özellik var ki, her insan için önemli, ama bilim insanında daha da..
Bilim insanları hayata kendileri için bir "anlam" bulmuş insanlar.
Ancak bu şekilde her türlü başarısızlığa, engele ve hatta eziyete karşı tekrar kaldıkları yerden başlayabiliyor, düştükleri yerden kalkabiliyorlar.
Bazen de tüm çabalarına karşı hak ettikleri değeri bulamıyorlar. Ama mutlaka bir şekilde iz bırakıyorlar.
"Marifet hiç ezilmemek bu dünyadaAma biçimine getirip ezerlerseGüzel kokmakKekik misaliLavanta çiçeği misaliFesleğen misaliItır misali…"
Üç noktadan sonraki isimleri bu şiiri bilenler bilir.
Hayatlarına "anlam"ı katan insan her biri.
Buraya kadar gelip de bilmeyenler de -biliyorum ki- öğrenirler mutlaka.
Kaynaklar