Her yıl Amerikan Hükümet Sistemine giriş dersinde “declaration of independence ” i öğrencilerime dinletirim, https://www.youtube.com/watch?v=jYyttEu_NLU çünkü doküman okunmak, hatta içinde yaşanmak, yaşatılmak için yazılmıştır. 33 yasındaki kızıl saçlı Virjinyali deha, Thomas Jefferson, baştan çıkartıcı bir doküman hazırlamıştır. Doküman üç kısımdan oluşur, önce Amerikalı koloniler neden ayaklanlanmalarının doğru olduğunu ve haklarını anlatmaya çalışırlar, ikinci kısım –ki dökümanın büyük çoğunluğunu bu bölüm işgal eder—Kralın kolonilerde yaşattığı baskı ve zulümü detaylarıyla ortaya koyar. Tekrarlanmış haksızlıklardan bahseder, tekrar tekrar kendisiyle konuşmaya çalıştık der. Son bölümde ise bağımsız bir ülke olabilmek için gerekli şartları belirler.
Fransız Devrimi'nden, ABD içşavaşının sonundaki köleliğin yasaklanmasını ilan eden anayasal değişime dek pek çok dönüm noktası olayı etkilemiş bu büyülü dokümanı dinlerken “Neden devrim Amerika kıtasında başladı” sorusu sorulmalıdır. Neden Amerikan kıtasındaki koloniler böyle bir ayaklanmada ilk oldular? Neden İrlanda ya da Hindistanda böyle bir doküman üretilememiştir diye…. (en azından bildiğimiz kadarıyla) Elbette pek çok nedeni var ama en önemli nedenlerinden birisi Amerikan kolonilerinin kendi içinde her birinin devrimden önce bağımsız üniteler halinde çalışıyor olmaları, yani Kralın daha fazla vergi diye başlattığı zulm sürecinden önce, aslında koloniler oldukça iyi bir idari düzen tutturmuşlar. İlginçtir, koloniler Kralla konuşmaya çalışırlar, ve lakin Kral onları eş düzeyde görmez. Konuşmak uzlaşmak şöyle dursun, baskılar iyice arttırılır, çünkü Kralın bildiği en iyi yol budur. Ve lakin Amerikan kıtasındaki koloniler sahip oldukları özgürlüklerin daha fazla kısıtlanmasını hazm edemezler ve bunun için savaşmaya karar verirler. İşte bu savaşın ilanıdır bağımsızlık bildirgesi…Dokümanın sonlarında Erdoğan’ın çok sevdiği kardeşlik kavramına da atıf vardır, ve nasıl hayal kırıklığına neden olduğuna…
Yok sizleri Amerikan masallarıyla uyutmak niyetinde değilim… Bunları yazdım çünkü 1990lara döner miyiz sorgulaması var… Bence 1990lara dönmeyiz bence… Şöyle ki… O ya da bu şekilde bir barış süreci yaşandı, ve bu süreç içinde eğer geri gidilirse, bırakılan yerden başlanmaz. Çünkü çok ciddi bir güven kaybı olur. Şöyle düşünün, Ortadoğu geleneğidir, almaya niyetliyseniz pazarlık edersiniz….Pazarlık ettiğinizde, esnaf fiyatı istediğiniz çizgiye indirirse satın almanız beklenir. Almazsanız o anlaşma orada biter. Satin almaya cidden niyeti olmayan kisilerin pazarlik etmesi bu nedenle akillica degildir. Bu pazarlık kültürünün en temel ve ortak anlayışıdır Ortadoğuda. Aynı sistem barış süreçleri için de geçerli, bir kere koparsa bıraktığınız yerden degil daha geriden başlamak gerekiyor.
Hani şu çok ünlü kurbağa pişirme hikayesi vardı ya… Kurbağaları kaynayan suya atamazsınız, yoksa tencereden fırlarlar, soğuk suya koyup az ateşte pişirmeniz gerekir diye… Yani doğru bir benzetme bu çünkü insan fıtratı gereği zulm çekilebilir oldukça katlanıyor, ezilebildiği sürece tamamdır diyor, belki aşk kadar evrensel bir tutum da bu… Çile çekmek… Ama nereye kadar?
Game theory ile düşünecek olursak şu sonuç çıkıyor… Türk tarafı Suriye iç meselemiz dedikten sonra, Kobane neden bizim sorumluluğumuz olsun, dış mihraklar bizi birbirimize düşürmek istiyor, ama izin vermeyeceğiz, barış herşeye rağmen sürecek diyor. Peki…
Kürt tarafı Kobane düşerse, barış süreci biter, PKK saldırıları başlar diyor. Türk tarafı Kobane bahane, biz sertleşeceğiz, herkesi sokaklardan çekeceğiz, şımarıklığa izin vermeyeceğiz ve barış sürecek diyor…
Bu durumda bize Kobane düşmesin diye ekstra ekstra dua etmek düşüyor…Cidden… Çünkü ucundan kenarından bazı gurupların edindiği özgürlükler var, bunlar ellerinden giderse, zaten boğulmakta olan öbür guruplarla birlikte, ve de sınırdan girdiği belirsiz onlarca sleeper cell’i ve silahların gücünün ve sayısının ülke genelinde artmasını da göz önüne alırsanız…
Sizlere satır aralarında çok korkutucu bir tablo çizdim…İçine koymadığım tek kesim, bir azınlık, bu azınlık, zenginler… onların kaybedecekleri çok şey var… nereye oynayacakları çok önemli…..
Eğer hafızam beni yanıltmiyorsa…Ahmet Hakan bir yazısında “zulmün artsın” diye dilek tutmuştu, Sanırım o dilek gerçekleşecek ve elbette…. Bu sertleşme… muhtemelen kırılmayla sonuçlanacak…
Bence sertleşmeyin….Bu oyunda en kötü sonuç, Kobane’nin düşmesi ve Türkiye’nin gitgide tek elde toplanan siyasi gücünün daha da “sertleşmesi” olur… Buradan orta vadede ne çıkar görebiliyorsunuz değil mi?
Elinizde halen seçenekler var… Sürekli karşı tarafı suçlamak, sen sus demek, kötü seçimler yaptığınızı, bu kötü seçimlerinizin size daha kötü olasılıklar listesiyle döndüğünü, manevra yapma alanınızın gitgide daraldığını, ve bazı sonuçların sorumluluklarını bir iktidarın alması gerektiğini anlamak için çok kıymetli bir dokümandır 1776 da yazılmış Amerikan bağımsızlık bildirisi.