Kitlelere mahzurlu bir şiir okumuş olmam yüzünden (gerçi, bugün de mahzurlu yazılar yazan gazetecilere karşı aynı şeyi yapıyorum) cezaevine girmiş -çıkmış olmam yüzünden milletvekili seçilememiş olacağım; Başkanı olduğum siyasi parti en çok oyu almış olmasına rağmen, Başbakan bile atanamayacağım, buna rağmen birçok insan hadlerini aşmayarak destek vermiş olacaklar…
Avrupa Parlamentosu sıraları, benim naçiz fotolarım ve ne olursa olsun seçilme şansına haiz olmam gerektiğine dair ibarelerle süslenecek; bunlardan son derece duygulanacak, hadlerini aşmayan Avrupalı dostlarımıza bu davranışlarından dolayı teşekkür mesajları yazmış olacağım…
Ülkemde "Artık muhtar bile olamaz" manşetler atılırken, o emperyalist, o savaşçı, o silah-öldürme sanayi sayesinde dünyayı sömüren ve daha nice (sanki bir tek ABD, tıpkı tek tip Avrupa ülkeleri ve bir tek Türkiye varmış gibi) kötülüklerin (!) temsilcisi ABD, resmi fonksiyonum olmamasına rağmen, beni Başbakan gibi davet etmiş olacak…
Kısacası, ABD haddini aşmayarak bana bunu yapmış olacak…
En önemlisi, bugün hayli yok olmuş askeri vesayet, o zamanlar ülkeyi hâlâ yönetiyorken; en çok oyu alıp Hükümet kurmuş olmama rağmen iktidar olamayışımı, hadlerini aşmamış, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği’nin destekleri sayesinde çözerek, ülke içinde dengeyi ve meşruiyeti kazanmış olacağım.
Tabii onca uğraşlarım sonucunda, ülkemi yıllardır yöneten zihniyetten önemli oranda arındırıp; Kürt Sorunu’nun çözümü için sergilemiş olduğum cesur adımlardan dolayı Nobel Barış Ödülü almam bile söz konusu oluyorken, yaptığım hareketlerle bir çuval inciri heba etmeye kalkışmam sayesinde ülke içi ve dışındaki dostların eleştirilerini had aşmak olarak mı telakki edeceğim?
İstanbul Swiss Otel’de, 7-8 Haziran 2013 tarihinde gerçekleşen Küresel Sorunlar Karşısında Türkiye ve AB İçin Ortak Gelecek temalı, Türkiye’nin AB Bakanlığı’nın düzenlediği toplantıda Avrupa Komisyonu’nun Genişleme ve Komşuluk Politikası’ndan sorumlu üyesi Stefan Füle; tercümesini kulaklıktan dinlemeye gerek bile duymadığım konuşmasında, Avrupa Parlamentosu’nun düşüncelerini aktardı.
Dost acı söyler mealinde bir konuşmaydı tabii bu…
Birkaç gün sonra, Strasbourg’da, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye konulu Genel Kurul Toplantısı’nda Füle, İstanbul’da yaptığı konuşmasını, ne deyip ne demediğini bir güzel anlattı…
Aynı saatlerde, bendenizin Biz daha AB’ye üye bile değiliz, sen ne hakla bizi eleştiriyorsun, senin haddine mi gibi sözleri, tabii Vay be Başbakanımız ne güzel posta koydu şu gâvurlara edasıyla alkışlanıyordu kitlelerce. Sayın Avrupa’dan sorumlu Bakanım ise, Avrupa Parlamentosu’nun aslında hiç de o kadar önemli bir kurum olmadığını, yetkilerinin sınırlı olduğu gibi açıklamalarla elinden geldiğince Avrupa Parlamentosu’nu, mahallemizin Yaşlılar Cemiyeti gibi bir şey olduğunu filan kanıtlamaya çalışıyordu, neredeyse…
Tabii bu işime geldiği zaman, müthiş önemseme ve değer verme, ihtiyacım olduğu zaman baş tacı etme ama işime gelmediği zaman Yok canım hiç önemli değil filan havalarına girmek, ihtiyacımın artık olmadığını (!) zannettiğim zaman ise küçümseme, babalanma ve İşime karışman haddin değildir gibi laflar etmek… Sadece ve sadece dost olmayan çevreleri ‘gülümsetir!’
Türkiye, ülkesi, devleti, milleti, toplumu ve bireyiyle buna layık değildir…
Çapulcu filan hiç de olmayan hatta herhangi bir Avrupa kentinde karşılaşabilecek kalitede gençlerle Taksim’deki Gezi Parkı’nda konuştuğunu söyleyen Stefan Füle; Türkiye’ye, barış, özgürlük, saygı çağrısında bulunan, seslerini duyurmayı, dinlenmeyi talep eden gençlerden söz ediyordu Avrupa’nın seçilmiş seçkin insanlarına…
Öz hayatlarını yaşamak isteyen çağdaş, son derece bilinçli gençler görüyordu onları Stefan Füle; tıpkı on yıl önce Türkiye için çok yararlı gördükleri bugünkü Başbakan’a dedikleri gibi…
Stefan Füle’nin dediği gibi: Müzakereler dinamizmi ile demokrasi – insan hakları hakkında ilerleme, madalyonun iki yüzü gibidir; biri olmadan diğeri de olmuyor…
Onun için, Gezi Parkı süreci bir süreç olsun, zararın neresinden döneceksek dönelim, yoksa hakikaten çok ama çok yazık olacak…
Sayın Rıza Tümen’in benzettiği gibi freni boşalmış bir araba gibi yokuş aşağı gitmemiz sonucu tosladığımızda, zor ama zor kurtuluruz…
Onun için, Avrupa Parlamentosu’nun bal gibi hadleridir, iç işlerimize (!) karışması, hem de nasıl, keşke daha fazla işlerimize (!) karışsınlar…