Türkiye’de “sosyal sorumluluk” giderek gelişen ve kabul gören bir kavrama dönüştü. Kökleri Osmanlı’da vakıf geleneğine kadar uzanan hayırseverlik ile yaşadığı toplumu daha yaşanır kılmak düşüncesinin ortaya koyduğu anlamlı ve önemli bir çaba olarak övgüyü hak ediyor.
İş dünyası kadar sanat dünyası da bu kavramı benimsedi. Böylece hem kazanılan paranın bir bölümü -bu kanalla- tüketici için kullanılıyor, hem tüketicide belli duyarlılıklar oluşturulabiliyor, hem de kurumsal imaj açısından önemli bir katkı sağlanabiliyor.
Aynı gerekçelerle sanatçılar da benzer “sosyal sorumluluk” alanları üretiyor. Kimi Hasankeyf’e sahip çıkıyor, kimi Allianoi sular altında kalmasın diye duygusal demeçler veriyor. HES’e karşı çıkanı da var. Sokak çocuklarını koruyanı da…
“Sosyal sorumluluk”, adı üstünde, belli bir sorumluluğu beraberinde getiriyor. Çevreyi koruyan ve bunun için çaba gösteren bir firma ya da sanatçının geri dönüşümlü ürünleri tercih etmesi bir zorunluluk halini alabiliyor. Böylece toplumdaki bu tür örnekler bir teamül oluşması için pusula işlevi görüyor.
Bu aşamada kritik olan “sosyal sorumluluk” daha yaşanır bir dünya içinse, bizleri birleştiren değerleri temsil ediyorsa, o değerlere sonuna kadar sahip çıkmak ve sadık kalmaktır.
Kadına yönelik şiddet de bu tür bir “sosyal sorumluluk” alanıdır. Diğerlerinden çok daha yakıcı, can alan, bedenleri ve ruhları ezen, yok eden bu soruna kim katkı sağlamak isterse sonuna kadar desteklemek gerekir. Ancak yukarıdaki paragrafta olduğu gibi kadına yönelik şiddete karşı duranların kadınlara şiddet uygulamaması ve en önemlisi de kadına yönelik şiddet uygulayanla kati surette hiçbir platformu paylaşmaması gerekir. Bu ahlaki bir tercih ve seçimdir. Zira kadına yönelik şiddet uygulayanın “bizden” ve “onlardan” diye bir ayırımı söz konusu olmamalıdır. Kadına yönelik şiddet uygulayan için “kol kırılır yen içinde kalır” mantığı ile hareket edilemez. Hangi sektör, hangi inanç ve hangi mevkide olursa olsun bu tür insanlar yalnızlaştırılmalıdır.
Kadına yönelik şiddet konusunda tanım açıktır. “Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’ne göre "ister kamusal, isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma" (1. madde) halidir. Kadınlara Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi'ne göre de, "bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen" şiddettir.
Engin Yiğitgil kadına yönelik şiddet uygulamaktan 13.5 ay hapis cezasına mahkûm olmuş, hakkında, yargı tarafından bir kadına yönelik “birden çok kez aynı kasıt altında hakaret ve kasten yaralamaya teşebbüs suçlarını işlediği” kararı verilmiş bir kişidir.
Bu şahıs hapis yatmamıştır. Çünkü “ekonomik ve sosyal durumu” gözetilerek cezası karşılığında toplamda 8.800 TL. para cezasına çevrilmiştir. Kadına yönelik şiddetin böylesi bir “statü” meselesi vardır. Oysa bilinmektedir ki, “Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet Araştırması” (Altınay-Arat s. 83) kadına şiddet uygulayan erkeklerin yüzde 17.9’unun üniversite mezunu olduğunu ortaya koymaktadır. Yani kadına yönelik şiddetle “klasik müzik severliğin, kültür adamı” olmanın alakası yoktur.
Yiğitgil'in saldırganlığı münferit değil
Peki Bay Engin Yiğitgil’in bu saldırgan tavrı “münferit” midir? Bir defalığına bile yaşansa yargı ve kamu vicdanında affedilmemesi gereken bu davranış biçimi Bay Yiğitgil için tek örnek değildir.
“Gazeteci Ayşe Karasu’nun Hürriyet Gazetesi’nin 4 Kasım tarihli sayısında çıkan "Kadın dayakçısının işyeri tacizcisi olarak portresi" başlıklı yazısını okunmasını önerim. Bakın Karasu, o yazıda Yiğitgil’i nasıl tarif ediyor:
“Ben Engin Yiğitgil’i tanımam ama, İstanbul’daki iş ortamında ona yakın tanık ve kurbanlardan dinlediklerim, Antalya’daki Nimet Demir’in anlattıklarıyla birebir örtüşüyor. Dayak kısmı hariç. Ama küfür, hakaret, aşağılama gırla. Sabah toplantısında kadınlara 'Hayvan herifler, yine tuvalet kağıdını bitirmişsiniz' diye bağırmalar, öfke nöbeti geçirip elinde ne varsa etrafa savurmalar. Yemeğini getirene, 'Nereden biliyorsun aç olduğumu' diye çıkışmalar, getirmeyene 'Aç olduğumu bilmiyor musun' diye çemkirmeler, sürekli 'Burada patron benim' diye büyüklenmeler. İş ortamındakilerin çoğu kadın, dolayısıyla küfür ve hakaretleri işitenler de onlar. Üçüncü şahıs kadınlardan da 'o' ile başlayıp 'u' ile biten sıfatla bahsediyor Engin Bey. Ama hakkını yemeyelim, ofiste kimseye el kaldırmamış.”
'Herkesin içinde küçük düşürüyor, yaralıyor'
Karasu yazının devamında Yiğitgil’in bu davranışlarından mağdur olan bir eski TÜRSAK çalışanının tanıklığını da aktarmış. Bu mağdur şöyle diyor:
"Sürekli herkesin içinde bağırıyor, küçük düşürüyor, aşağılıyor, duygu dünyamı alt üst ediyordu. Her gün eve ağlayarak gidiyordum. Daha yeniyim, beceremiyorum diye kendime kızıyor, adam haklı diye kendimi azarlıyor ve hızlanmak için gayret sarf ediyordum. Konuşma ve davranış üslubunun bende bıraktığı yaraları anlatacak kelimelerim yok. Ben tüm yüreğimle o kadına (Nimet Demir) inanıyorum, ben sessiz kaldım, o kalmasın istiyorum. O şiddete tanık olup hiçbir şey yapmadığım için özür diliyorum kendisinden."
Yeşilçam Ödülleri sinema sektörü açısından önemlidir. Bu konuda duyarlılık sergileyen Kültür Bakanı, Beyoğlu Belediyesi, sinema sektörü, sponsorların çabaları anlamlı bir vefa örneğidir.
Ancak şimdi sorulması gereken şudur:
Kadına yönelik şiddet davranışı yargı kararıyla mahkûm edilmiş Bay Engin Yiğitgil böylesi bir organizasyonun vitrininde gözükecek midir?
Yeşilçam bu akşam ödülünü kabul ettiği, organizasyonuna katıldığı bu şahısla nasıl hesaplaşacaktır?
Kadına yönelik şiddet uygulayan fraklı “bizim ağa-beylerimiz”e karşı “sosyal sorumluluk” denilen şey ya da politik ve ahlaki bir duruş hâlâ geçerli midir?
Yeşilçam, 13.5 ay hapis cezasına çarptırılan bu şahsı içinden söküp atacak, onu dışlayacak mı yoksa ödülünü kabul edip, yanaklarından öpmeyi mi tercih edecektir?
Bu akşam göreceğiz.
Yeşilçam Ödülleri töreninde Engin Yiğitgil’e karşı kimler hangi tavrı takınacak?
Tek tek görecek ve izleyeceğiz.
Sonra da kadına yönelik şiddet, panel, şarkı, kampanya, senaryo, reklam ve tabii ki film yaparsanız…
Görmeyecek ve izlemeyeceğiz….