İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu 2 yıl 7 Ay 15 gün hapis cezasına mahkûm etti. Karar bu şekilde kesinleşirse, İmamoğlu, Belediye Başkanlığı'nı kaybedecek. Belediye Meclisi onun yerine bir başkan seçecek. Belediye Meclis'inde çoğunluk AKP ve MHP'de. Ayrıca seçimden önce kesinleşirse, İmamoğlu Cumhurbaşkanı adayı olamayacak.
Beni şaşırtan mahkeme kararı değil. Beni şaşırtan insanların karara şaşırması. Beklenmedik sürpriz bir karar olarak görmeleri. Bu karara şaşıranların ya bellekleri zayıf ya da nasıl bir Türkiye'de yaşadığımızı görmüyorlar.
Hukuk devletinin rafa kaldırıldığı, yargının bağımsız olmadığı, iktidarın beğenmediği kararları veren yargıçların cezalandırıldığı, iktidarın beğendiği kararları veren yargıçların ödüllendirildiği bir Türkiye'de yaşıyoruz.
İktidarın savcısı İrfan Fidan, Yargıtay'a atanmasından iki hafta sonra hiçbir dosyaya bakmadan Cumhurbaşkanı tarafından Yargıtay kontenjanından Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanmadı mı?
HSK, Gezi davasında 2020 yılında beraat kararı veren ve Osman Kavala'yı tahliye eden İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi heyetindeki üç yargıcı görevden alıp haklarında inceleme başlatmadı mı?
Kavala'ya ağırlaştırılmış müebbet, yedi sanığa da 18'er yıl hapis cezası veren yargıçlardan Murat Bircan 2018 seçimlerinde AKP milletvekili adayı değil miydi?
Hidayet Karaca ve arkadaşlarını tahliye eden iki yargıç, Metin Özçelik ve Mustafa Başer, Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmadı mı?
İzmir'de adliyede karşı tarafa saldıran MHP ilçe başkanı Erkan Özen'i tutuklatan hakim ve savcı Siverek'e sürülmedi mi?
AİHM, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş'ın tutuklamalarının siyasal nedenlerden kaynaklandığı sonucuna varmadı mı?
En son, Ekrem İmamoğlu'na dava açıldıktan sonra davaya bakan yargıcın değiştirilmesi, iktidarın niyetini göstermiyor mu?
Türkiye'de Nazi Almanyası'nda Fraenkel'in "ikili devlet" adını verdiği sisteme benzeyen bir hukuk düzeni var. Normal davalarda hukuk normları geçerli olabiliyor. Ancak siyasal davalarda hukuk normlarının geçerli olmadığı, keyfi, siyasal iktidara tabi bir hukuk düzeni yürürlükte. Bu iki hukuk düzeni birlikte var oluyor. İktidarın kontrolü altındaki hukuk sisteminde, yargı muhalefeti sindirmek, gözdağı vermek için araç olarak kullanılıyor. Ne tür davaların siyasal olduğuna karar veren iktidar. İktidarın çıkarlarına, dünya görüşüne ters düşen her dava siyasaldır. Her davanın sonuçlarının iktidarın çıkarlarına uygun olması gerekir.
Türkiye'de yargının iktidar tarafından araçsallaştırılması adım adım gerçekleşti. Yargının kendisinden kaynaklanan sorunlar her zaman vardı. Ama yargının siyasal iktidarın kontrolü altına girmesi 2010 referandumundan sonra başladı. 2010 referandumuyla AKP iktidarı ve iktidarla yakın ilişki içindeki Fethullah Örgütü, HSK'ya egemen oldu. HSK aracılığıyla yargının denetimini ele geçirdi. Balyoz-Ergenekon davaları başladı. Sonradan anlaşıldı ki, yargıyı kontrol eden Fethullah örgütüdür. 2016'dan sonraki aşama ise yargının FETÖ'cülerden temizlenmesi ve AKP denetimine sokulmasıydı.
İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nin Ekrem İmamoğlu hakkında verdiği karara gelince. Karar Anayasa 26. madde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğünün açık bir ihlali. İmamoğlu'nun Süleyman Soylu'nun kendisi için söylediği "ahmak" sözcüğüne yanıt olarak söylediği "31 Mart seçimini iptal edenler ahmaktır" sözlerinin YSK'ya hakaret niteliği taşıyıp taşımadığını incelerken konuyu iki ayrı düzeyde ele almak gerekir.
AİHM'in Handyside ve ondan sonra pek çok kararında belirttiği gibi "ifade özgürlüğü … yalnızca lehte ya da zararsız bilgi ve ifadeler için değil, aynı zamanda devlet ya da toplumun bir bölümü için incitici, şoke edici ya da rahatsızlık verici bilgi ve fikirler için de geçerlidir. Bunlar demokratik toplumun vazgeçilmez unsurları olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir."
Eleştiriyle hakaret arasında ince bir çizgi olduğundan, hakaret suçu otoriter iktidarlar tarafından muhalefetin sesini kısmak için kullanılmaya uygundur. Bu nedenle Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi, "hakaretin suç kapsamından çıkarılması" başlığını taşıyan bir karar kabul etti. Kararda ayrıca, hakaret için halen hapis cezası öngören üye devletleri, söz konusu hükümleri gecikmeksizin yürürlükten kaldırmaya davet etti.
AİHM, hakaret ile ilgili davaları incelerken önce kamu yararı olup olmadığına bakar. Kamuyu ilgilendiren bir konu ise eleştiri sınırları daha geniş. İmamoğlu davasında sözü edilen seçimin iptalinin, kamuoyunu ilgilendiren bir konu olduğu kuşkusuz.
Siyasetçileri eleştiri hakkı da normal vatandaşlara kıyasla daha geniş. Bu devlet görevlileri için de böyle. Kamusal görevleri olan kişiler yaptıkları işlere yöneltilen eleştirilere karşı daha hoşgörülü olmak zorundadırlar.
AİHM'in ifade özgürlüğü davalarında üzerinde durduğu bir nokta da söylenen sözün değer yargısı ya da olgulara dayanan bir konu olup olmadığı. Değer yargısı ise bu söyleyenin kişisel düşünceleridir. Kanıtlanması istenmez. Ama değer yargısı bile tamamen temelsiz olmamalıdır. İmamoğlu'nun "seçimi iptal edenler ahmaktır" sözleri elbette bir değer yargısıdır. Ama seçimler gerçekten iptal edildiğinden temelsiz de değildir.
Nasıl ki, Avusturya Başbakanı için sarfedilen "en aşağılık oportünist ve ahlaksız" sözlerini, Başbakan Erdoğan için "yalancı" denmesini, bir siyasal parti başkanı Jürg Haider için "aptal" kelimesinin kullanılmasını, Fransız Başbakanı Sarkozy'e üstünde "zavallı budala! Defol git." yazan poster açılmasını AİHM değer yargısı olarak gördü ve bu sözleri sarf edenlere verilen cezaları ifade özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirdi.
AİHM'in hakaret davalarında hapis cezası verilmesini orantısız bulan ve bu nedenle 10. Maddenin ihlaline hükmeden pek çok kararı var. İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nin İmamoğlu'na verdiği hapis cezasının ve bu da yetmezmiş gibi TCK md.53/1 maddeyi uygulayarak siyasal haklardan yoksun bırakılmasının orantısız bir ceza olduğu konusunda en ufak bir kuşku yok. Sadece bu bile, kararın AİHM'den dönmesi için yeterli bir neden.
Hakaret olup olmadığını değerlendirirken sözün hangi bağlamda, ne amaçla söylendiğine bakmak gerekir. Bu davada İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Ekrem İmamoğlu için "Avrupa'ya giderek Türkiye'yi şikayet eden ahmağa söylüyorum" ifadelerini kullanmış, İmamoğlu da yanıt vermiş. "31 Mart seçimini iptal edenler ve dünyada, Avrupa'da onların gözünden düştüğümüz noktasında, olan şeylere, biten şeylere baktığımızda tam da 31 Mart seçimini iptal edenler ahmaktır. Önce ona bir odaklansın" demiş. Kim odaklansın? Süleyman Soylu. Neye odaklansın?"Seçimi iptal etmekle uluslararası alanda saygınlığımıza darbe vuruldu. Asıl buna baksın Süleyman Soylu." diyor İmamoğlu. Süleyman Soylu'ya yanıt veriyor. Bilirkişi raporunda da belirtildiği gibi iki söylem birbiriyle bağlantılı, YSK nereden çıktı? YSK'nın saygınlığı neden söz konusu olsun? Sözleri YSK'ya hakaret olarak nitelemek ve bu yüzden İmamoğlu'na ceza vermek için epeyce çaba gerekir. Mahkemenin gerekçesini bu nedenle merak ediyorum.
Davanın bundan sonra nasıl gelişeceğini tahmin etmek güç. Ancak hukukun bu denli fütursuzca çiğnenmesi konusunda istinaf ve temyizden de olumlu sonuçlar alınmasını beklenmemeli. O zaman Anayasa Mahkemesi'ne ve oradan olumlu sonuç çıkmazsa AİHM'e bireysel başvuru yapmak gerekecek.
AİHM'den ifade özgürlüğünün (10. Madde) ihlali kararı çıkması büyük bir olasılık. Ama bunun yanında davanın açıkça siyasal bir amaca yönelmesi nedeniyle, 10. Maddeyle birlikte 18. Madde yani siyasal nedenlerle İmamoğlu'nun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği yolunda bir kararın kabul edilmesi beklenir.
İçine düştüğümüz hukuksuzluğun engin boşluğunda hukuksal değerlendirmeler yapmanın anlamsızlığını biliyorum. Ama adalet aramak için elimizde hukuktan başka bir araç yok. Bunun ötesinde toplumun adalet talebi, hukukçuların adalet arayışından daha etkili olacaktır.
Rıza Türmen kimdir?Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı. Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu. 1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı. 1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı. 1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu. 1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü. 2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı. 2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı. 2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi. İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı. Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor. Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor. |