Katılımcı demokrasi, yurttaşların yaşamlarını ilgilendiren kararlara aktif biçimde katılmalarıdır. Demokrasi durağan bir kavram değil. 2500 yıl önce Atina’da uygulanmasından bu yana sürekli gelişmiş, genişlemiş, yeniden üretilmiş. Günümüzde katılımcı demokrasi, temsili demokrasinin eleştirisinden doğdu.
Küreselleşme temsili demokrasinin temellerinin aşınmasına yol açtı. Küreselleşme sürecinde ulus devletlerin ekonomilerini yönlendirme olanakları giderek kısıtlanırken, halkın kaderi ulusal sınırların dışında alınan kararlar ile belirlenmekte. Dolayısıyla, temsili demokrasinin ülkenin, halkın seçtiği temsilcileriyle yönetilmesi ilkesi büyük ölçüde zedelendi. Bunun yanında görüldü ki, temsili demokrasi özellikle demokrasi kültürü zayıf, demokrasinin kurumsallaşmadığı ülkelerde çoğunluğa sahip iktidarın azınlık üzerinde tahakkümcü bir hegemonya kurmasına yol açıyor. Demokrasi yerine seçimli bir otoriterliğin ya da diktatörlüğün kurulmasına olanak tanıyor.
Öte yandan, günümüzde demokrasiye tehdit oluşturan popülist rejimlerin en önemli doğuş nedeni mevcut liberal sistemin yarattığı eşitsizlikler ve sistemin nimetlerinden pay alamayanların sisteme yabancılaşmaları, sistemi reddetmeleri. Bunun önlemi, sistemin kendilerine haksızlık ettiğini düşünen insanları içine alacak, yabancılaşmayı ortadan kaldıracak daha demokratik bir sistemin kurulması. Bu yapılamadığı için neo-liberal sistemde ezilenler tepkilerini demokrasi karşıtı popülist partilere ya da liderlere oy vererek gösteriyorlar.
Türkiye’de bunların yanında başka bir gelişme var. Tüm gücü elinde toplayan her türlü denetimden yoksun başkanlık sisteminin yürürlüğe girmesiyle Meclis işlevsiz kaldı. Bu sistemde, Meclis’in denetim yetkisi yok, yasama yetkisi Başkan izin verdiği ölçüde. Halkın seçtiği milletvekilleri gerçekte işsiz. Halkın sorunlarını, üzerlerinde hiçbir yetkileri bulunmayan, Başkan’ın atadığı bakanlara ulaştırma olanakları yok. Halk Başkan ne verirse onunla yetinmek zorunda. Muhalefet üzerindeki baskılar, korku, bağımlı bir yargı, Türkiye’deki yaşamın parçaları. Bu durumun toplumda depolitizasyona, insanların siyaset dışına itilmesine yol açması kaçınılmaz. O zaman, halkı siyasetin öznesi yapacak yeni bir demokrasi anlayışına gereksinim var. Halka popülist otoriter bir rejim yerine geçecek demokratik bir proje sunmaya gerek doğmakta. İşte katılımcı demokrasi projesi bu nedenle Türkiye açısından özel bir önem taşıyor.
Günümüzde katılımcılık ve çoğulculuk demokrasinin vazgeçilmez koşulları. Katılımcılık sadece demokrasinin gereği değil aynı zamanda bir hak. AB Lizbon Antlaşması’nın 10. maddesi “Birliğin demokratik yaşamına katılma hakkı”ndan söz eder. Aynı madde “kararların saydam ve yurttaşa en yakın biçimde” alınacağını belirtir. Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’nın giriş bölümünde ve Ek Protokol’de yurttaşların kamuyu ilgilendiren konuların yönetimine ve yerel yönetimlere katılım hakkına sahip olduğuna ve devletlerin herkese bu hakkı sağlamakla yükümlü bulunduğunu belirtir.
1960 ve 1970’lerde katılımcı demokrasi, temsili demokrasinin yerine geçecek alternatif bir yönetim modeli olarak ortaya atıldı. Günümüzdeyse, katılımcı demokrasiye daha çok temsili demokrasinin eksikliklerini tamamlayıcı bir rol tanınıyor. Ancak, katılımcı modelin temsili demokrasiyle birlikte uygulanması, katılımcı demokrasiye yumuşak bir geçiş görevi de görebilir.
Katılımcı demokrasinin uygulama alanı yerel yönetimler. O nedenle katılımcılık mutlaka ademi merkeziyetçilikle el ele yürür. Katılımcı demokrasi her şeyden önce merkez-yerel ilişkisinin yeniden tanımlanmasına, merkezin yetkilerinin büyük ölçüde yerel birimlere devredilmesine gereksinim gösterir.
Katılımcı demokrasinin temel unsuru yurttaş meclisleri. Bu meclisler mahalle meclisleri ya da kent meclisleri olarak görülebilir. Meclislerin yürütme organları, denetim organları gibi başka organları da olabilir. Bunun yanında, Meclisler arasında bağlantı kurulmasını sağlayacak meclisler üstü bir organ gerekir. İdari yapıda bölgeler varsa, bu işlevi bölgeler görüyor. Türkiye’de ise, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun öngördüğü Kent Konseyleri kurma olanağı bulunmakta.
Katılımcı demokrasinin öznesi halk. Bunun için insanların dört yılda bir oy veren seçmenden, yurttaşa dönüşmesi, siyasetin seyircisi değil oyuncusu olma bilincine kavuşması gerekir. Tabanda oluşturulan politik alanının tabandan gelen yurttaşlar tarafından yürütülmesi önemli. Bunun için katılım teşvik edilmeli. Yurttaşın potansiyelini tam olarak kullanmasına olanak sağlanmalı. Katılım farklılıklarıyla birlikte her yurttaşa eşit bir biçimde açık olmalı. O nedenle, katılımcılık çoğunlukla birlikte yürümeli.
Katılımcı demokrasinin dünyada pek çok uygulaması var. En başarılı örneklerden biri Brezilya’nın Porto Alegre kentindeki uygulama. Porto Alegre’deki katılımcı demokrasi uygulaması 1989’da İşçi Partisi’nin yerel seçimi kazanmasıyla başladı. Porto Alegre örneğinin önemli bir özelliği yerel meclislerin kendi bütçelerini yapma yetkisine sahip olmaları. Bu yetki yerel meclislere büyük bir güç kazandırıyor. Bütçenin görüşüldüğü forumlar gerçek bir katılımcı demokrasi örneği.
Katılımcı demokrasi Porto Alegre’de büyük bir değişime yol açtı. Bir kere katılım sürekli bir artış gösterdi. Kentte yaşayanlar arasında yurttaşlık bilinci gelişti. Katılımın ilginç yönü şu: daha az eğitimli, daha yoksul kesimlerde katılım daha yüksek. Bunun sonucu kentte gelir dağılımı çok daha eşit bir duruma geldi. Uygulanan projeler daha çok yoksul, dışlanan insanlara yönelik projeler oldu. Porto Alegre örneğinin başka bir sonucu da yolsuzluk, rüşvetin azalması, politika ile halk arasındaki müşteri ilişkisinin yani kayırmacılığın sona ermesi.
Katılımcı demokrasinin daha yakın tarihlerdeki örnekleri: İspanya’da Madrid, Katalonya ve Andaluzya’da. Bu örneklerin hepsinde yerel meclislerin bütçe yapma yetkisi var.
Türkiye’de de başarılı, katılımcı demokrasi örnekleri var. 5393 sayılı Belediye Kanunu buna olanak tanıyor. Ama ne yazık ki, çok az belediyede uygulanıyor. En başarılı örneklerden biri Bursa Nilüfer Belediyesi. Nilüfer Belediyesi’nde mahalle komiteleri karar süreçlerine halkın katılmasını amaçlamakta. Mahalle komitelerinin aldığı kararlar, saptadığı ihtiyaçlar Kent Konseyi’ne gelmekte. Kent Konseyi toplantılarına mahallenin temsilcileri de katılmakta. Konsey, mahallenin ihtiyaçlarını belediyeye götürmekte.
Nilüfer Belediyesi’nde mahalle komitelerine katılım giderek artmakta. Bu da gösteriyor ki; aktif yurttaşlık bilinci uygulamanın içinde gelişiyor. Belediyeler Kanunu yerel meclislere bütçe yapma olanağını vermiyor. Bu nedenle, eksik bir uygulama.
Katılımcı demokrasi devlet paternalizmini sona erdiren, güç ilişkilerini yeniden tanımlayan, iktidarı merkezden halka devreden bir demokrasi devrimi. İktidarın tek bir kişinin elinde yoğunlaştığı Türkiye’de halka başka bir demokratik Türkiye yaratmanın olanaklı olduğunu göstermek gerekmez mi?