ŞEHİR TELLALI Newyork-Londra-Roma |
Londra’da ilk kahve 1650-52 tarihleri civarında İzmir’li Pasqua Rosee tarafından St Michael Çıkmazında açıldı. İlk açıldığındaki adı “Türk Başı kahvehanesi”. “Türk Başı” İngilizce’de saç örgüsü şeklinde bir baş bandına benzeyen denizci düğümüne verilen isim. Tümüyle meşeden yapılmış, yüksek tavanlı, sütunlu, Türk hamamıyla denizlerin hakimi görkemli bir gület karışımı oryantalizm etkisinde Viktoryan bir yapıydı Türk Başı. Londra’nın ilk kahvehanesi olmakla kalmayıp, labirentvari ortaçağ meydanlarının ve parke taşlı dar sokakların arasında ilk seçmen sandığının konulduğu yer olarak İngiliz demokrasi tarihinde özel bir yerin sahibi.
Aynı zamanda kahvehanelerin İngiliz demokrasisinde oynadığı önemli rolün de sembolü Türk Başı. Seçim mekânları olmalarının yanı sıra ilk banka, borsa, İngiltere’nin denizaşırı nüfuzunu yönlendiren ticarethaneler ve denizcilik şirketleri de kahvehanelerden türeyen kurumlar.
1660’larda –İstanbul’dan sonra dünyanın ikinci en çok kahve sahibi şehri- Londra’da kahve sayısının 500 ile 2000 arasında olduğu söylenir. Hatta bütün kahvehaneleri kayda geçiren kalın bir rehber mevcuttur. Kahvehanelerde Türk şerbeti, gülsuyu, limonata, menekşe kokulu şekerler, çikolatalar, kumar, tütün ve nargile ile koyu doğulu bir hava hakimdir. Çoğu kahvehane “en iyi Türk ürünlerini bulundurarak” müşteri tavlar. Başları türbanlı Afrikalı garsonlar kahve ve Çin çayı servisi yaparken kahvelerin müdavimi entelektüeller, doktorlar, avukatlar, hükümet ve Saray görevlileri, iş adamları, tüccarlar aralarında haber değiş tokuşu yapar. Kimi kahvehaneler şiir, edebiyat, tiyatro ve güzel sanatlar merkezidir. Exchange-Borsa çıkmazındaki “Büyük Türk Kahvehanesi” ya da “Büyük Murad” “gelmiş geçmiş en acımasız Osmanlı hükümdarı” Sultan Murad’ın büstünü kahvesine yerleştirerek kahvenin en iyi orada pişirildiğini iddia eder.
Kahvenin Osmanlıdan bir yüzyıl sonra batıya sıçrayıp entelektüel merkez haline gelmesinde İstanbul kahvehane manzaralarının büyük yeri var kuşkusuz. 16. yy tarihçisi Peçevi’ye göre İstanbul kahvelerinde o tarihlerde biber, afyon ve safran dahil yedi ayrı uyuşturucu ve baharattan yapılan “Fez Abbas” bulunur. Katip Çelebi’ye göre kahve menülerinde, bal ile karıştırılan haşiş şekerlemeleri ile yapılan kahveler, nargile için kullanılan marijuana ile karıştırılan tütün mevcuttur. Bazı menülere güzel oğlanlar dahildir. Kahve kapları mırlanıp güzel kokular saçar. İşte bu haliyle her türlü duyuya hitap eden kahvehane bir keyif yeri olarak batının gözünü dünyaya açar.
Kahvehaneler toplantı yerleri haline geldikçe bazıları da muhalefetin toplandığı yerlere dönüşür tabii. Ve Avrupa’da her türlü devrime zemin hazırlanırken liderler kahvelerde buluşmaya böyle başlar. Bu yüzden de 17. yy’da “hainlik ve komplo merkezleri” şüphesi altına düşer kahvehane. Entellektüeller, bilimadamları en son projelerini kahvehanelerde basına bildirdiler. Deniz ticareti yapan kurumlar, East India, the African ve Levant şirketleri kayıtlarını tutmak için kahvehaneleri kullandılar.
Yaşam ve Ölüm Tarihi adlı eserinde Francis Bacon kahvenin sağlığa zararlı tehlikeli özellikleriyle kamuyu uyarırken akın akın kahvehanelere giden erkeklerin durumundan endişe eden kadınlar 1674’de “isimsiz kadın bildirgesi”ni yayınladılar:
“Kadınlar için bir cennet olan memleketimiz son günlerde dile getirilmesi çok acıklı bir durum içinde. Kısa bir süre önce öğrendik ki, cesur erkeklerimiz, hani kabara kabara dolaşıp ilk rüzgarda yerlere serilen serçe horozlara dönüştü… Bu hale düşmelerindeki tek sebep zararlı, doğayı zayıflatan ve erkeklerimizi cephaneyle dolu olduğu halde ateş edemez hale düşüren, iktidarsız harem ağası yapan kahvenin ta kendisidir. Maalesef erkeklerimizin damağı kafaları kadar tutucu hale gelmiştir. Öyle olmasaydı, hepsinin o orospu çorbası, ya da Türk lapası denilen o küçük bir parmak çapını bile doldurmayan, acı, kara, çamurdan farksız, leş gibi kokan, mide bulandırıcı, bulaşık suyuna her gece çocuklarının nafakası yatırıp müptela hale gelir, hatta uğruna fahişeliğe düşerler miydi? Bu sebeble kahve satışının altmış yaş altı bütün erkeklere yasaklanmasını, yerine o iştah açıcı güzel renkli biranın tavsiye edilmesini temenni ediyoruz ki… Kocalarımız sadece sakalları bıyıklarıyla değil erkeğe yakışan şekilde bize erkekliklerini gösterebilsinler böylece habire dildolarla boynuzlanmak durumuna düşmesinler.”
Buna rağmen 1701’de yayınlanan “The London Spy”- Londra Casusu kahvehaneleri “yaratıcı sohbetleri ateşleyen, tartışmaları körükleyen, fikirlerin gelişmesine yolaçan sohbetleri kucaklayan” yerler olarak nitelendirdi. Kahveyi iş dünyası için uygun bir içecek olarak tanımladı.
İngiliz demokrasisinde kahvehanenin yerini en güzel ifade eden hikayelerden biri ise ilk gazeteye zemin hazırlayan Tatler dergisinin tarihçesi. Tatler dergisini 1701’de İsaac Bickerstaff ismini kullanarak yarattığı gazeteci karakteriyle Richard Steele kurdu. Steele’in amacı, Londra kahvelerinde duyduğu dedikoduları, haberleri, kim olduğunu belli etmeden basıp yayınlamaktı.
Greenway Kahvehanesinin müdavimi İsaac Newton, Will’in Kahvehanesine sık uğrayan Jonathan Swift, Old Slaughter’ın kahvehanesini tercih eden Alexander Pope, Steele’e Tatler fikrini verdikleri gibi yayına başladıklarında derginin düzenli yazarları haline geldiler.
Kahveler çoğaldıkça yazarlar yazarlarla, borsacılar borsacılarla, satıcılar satıcılarla, kısacası herkes kendi kahvesine gider oldu. Kimi kahvelerde ressamlar, kimilerinde heykeltıraşlar toplanıp günün geçer konularını konuştular. Steele aynı anda birden fazla yerde olamayacağını anlayınca pratik bir çözüm geliştirdi. Her kahvede bir muhabir masası belirledi. Sonra muhabirlerden derlediği en ilginç haberlerden oluşan haftalık bir bülten yayınlamaya başladı. Bültenin şiirlerini şairlerin toplandığı Will’s kahvehanesinden, dış haberleri St James Kahvehanesinden, sanat ve eğlence haberlerini ise White kahvehanesinden alırdı. Bültenin yazı tarzını, kahvelerde anlatılanları “diyalog stilinde” okuyucunun sanki kahvede oturmuş da kahvesini yudumlarken hikayeyi anlatanın ağzından, ayrıca bir yorum ya da açıklamaya gerek kalmadan ilk elden duyuyormuş izlenimiyle okumasını sağlayacak bir tarz olarak belirledi. Kahvehane günlük yaşam dilinin sadeliği ve güzelliğiyle yazıya geçirildiği yer haline geldi. Steele’nin bülteni İngiltere’nin ilk modern dergisi Tatler’a dönüştü. Muhabirleri ve bölümleriyle demokrasinin atar damarı ilk gazeteye yol açtı. Londra’nın en eski gazetesi Llyods’ News, Llyods’ Kahvehanesinin bülteni olarak yayınlanmaya başladı. Bugün İngiltere’nin önemli bankalarından biri Llyods’un tarihi bu kahvehane macerasıdır. Kahvehanelerin başı olan Türk Başı kahvehanesi ise büyük yangında tümüyle yandıktan sonra Jamaica Kahvehanesi olarak yeniden açılmıştır.