New York-Londra-Roma ŞEHİR TELLALI |
Dünyanın başka hiç bir yerinde bu kadar güzel zeytin yetişmezdi. Antik zamanlarda tamamen vahşi doğanın ürünü, insan eli değmemiş bir verim, Apollo tapınağının çevresinden, doğadan, buralı, buralı derken Zante değil, Amphissa hiç değil, Sicilya ya da güney Fransa’nın Provansı filan da değil, düpedüz Ege’nin Çandarlı körfezinden, Aliağa’nın zeytiniydi o.
Şehirlerini dünyanın en güzel iklimine yerleştirme şansına sahip olmuş antik insanların sırrı onda saklı. Şimdi olsa da, bir avuç kadar da olsa, pamuk bir keseye doldurup postalasam sana. Güvenliği aşar demir parmaklıkların gerisinde, bugün tam 467 gündür güneşin bir türlü gözünü açıp da bakmaya kıyamadığı eline ulaşır mıydı acaba...
Dalgasız küçücük bir körfezin üzerinde aynı toprağın mücevheri beyaz mermerden minyatür bir şehrin güneşin gözünü kamaştırdığı zamanlardan. Yapraklarının uçlarında o mermerin beyazını taşıyan zarif zeytin ağaçları dallarını rüzgara yatırıp, yeni yetiştirdiği her bir zeytin tanesini bebeği gibi kundaklayarak, salıncaktaymışçasına itina ile salladığında. Her tane o özene cevap verircesine parlak, dolgun, iri, diri ve asil olgunlaşıp kıymetini bilen elleri beklerken. Saf ışıkla çizilmişçesine, detay ve renkten bağımsız mükemmel bir sanat eseri her biri.
O mükemmellik ki mucize değil, hani hayat yetse günün birinde sırrını çözerdi insan. “Aşkın hatasızlığı ve siyah saçlı belirsizliği” gibilerinden Sicilyalı filozof Empedocles’in tanımından örneğin. Ne de olsa bunlar filozofları bol olan toprakların zeytinleriydi antik zamanda. Bir de hep insanı sılada ya da sıladan olan topraklardı. Peşe peşe kuruldukça yeni şehirler birbiri üzerine ve yeni insanları yeni yüzleriyle yerleştikçe kutu kutu evlerine o şehirlerin.
O yüzden tarihini yani sırrını hiç kimseye nasip etmeyecek zaman nehrinde akıp gittikçe.
Tarih boyunca hep yaban ellerden gelip de buraya yerleşen ve sonra tekrar yaban ellere gidenlerin dünyasında sıla orası hep, dünyanın en güzel zeytinleri de yetişse topraklarında. Bir sınırdan ötekine koşturuyor insanı hâlâ.
Bazen ordular, tank, top tüfek ya da çizme yeni filizlerin düşmanı. Bazen sel, deprem ya da reçineden alev alan dev yangın.
Sonra şarkıları hep biteviye bir hasretle dolu şairlerinin. Kulaklarında hep beyaz kanatlı güneş. Yürekler hep korkusuz. Bazen Asya’nın aslanları, bazen İyonya’nın yunusları dans ettirtiği gümüş kalkanları, at saçıyla bezediği dev miğferleri sırada.
Bu dünyanın en güzel zeytinin tadını acıya çalar zaman. Sılayla, nüfusların toplu kıyımı, nüfusların toplu yer değişimiyle. Geçmişi yeniden ve yeniden günün içinde tutan acılarla.
Rüzgar değirmenlerinin taçlandırdığı tepelerinden denize göç sürer biteviye. Güneşin “aşk ışığıyla parlayan yanaklarda” kızıl pembe battığı istikamete.
O istikamette nöbettedir Sicilyalı aşk filozofu, “vaktiyle hepsi bir arada büyüdü tek bir bütün olmak için, sonra hepsi birbirinden ayrıldı tek yerine bir çok olmak için. Ateş, ve su, ve toprak, ve kıymetli hava... hepsinin ortasında merkezde aşk...”
Tarihin zaman karşısındaki imtihanında o yüzden zeytinin dalıdır simgesi sınırsız barışın.
www.sebnemsenyener.com