Bazen Meclis grup toplantılarından sonra odama döndüğümde annemden gelen cevapsız aramayı görür ve kendi kendime, yine sert konuştum galiba diye düşünerek annemi geri arardım. Üniversite yıllarımdan beri bıkmadan usanmadan söylediği şeyleri aynı anne şefkati ve korkusuyla tekrarlardı: “Oğlum, dikkatli ol. Böyle şeyler söyleme, bunlar senin başına bir film getirirler.”
Bu toprakların bütün anneleri o “film”i çok iyi bilirler. Hangi anne, yavrusunu o “film”den korumak istemez ki. Son cezaevi görüşlerimizden birinde annem yine benzer şeyler söylemeyi başardı: “Oğlum, burada da rahat durmuyorsun. Sana elli kere dedim, böyle şeyler söyleme.” Dedim, “Anne ne olur? Beni hapse mi atarlar?” Biraz gülüştük, acı acı. Anneler böyledir. Ama çocuklarının yaptığı her iyi şeyle büyük gurur duyduklarını, onurlandıklarını, bunu hissettirmekten çoğu zaman çekinseler de evlatlar çok iyi bilirler. En çok da Cumartesi Anneleri'nden, Barış Anneleri'nden.
Anneler, evlatlarını kendi elleriyle o “film”lerin içine sürüklemeyi asla istemezler, koruma güdüsü çok baskın gelir. Anneler bunu doğaları gereği yaparlar. Bu nedenle onlara kızacak halimiz yok, sadece minnet duyarız. Ama eğer tarih boyunca annelerin bu konudaki sözlerini dinlemiş olsaydık dünya çok daha berbat bir yer olurdu. Anneler anneliklerini yaparlar, evlatlar da yapmaları gerekenleri.
Altı yıla yakındır hapishaneden dışarıyı izliyorum, anneler kazanmış gibi görünüyor. Memlekette anne sözü dinleyen bunca insanın varlığı gözlerimi yaşartıyor doğrusu (!) Hepiniz ne ara, bu kadar hayırlı evlatlar oldunuz?
Bir avuç hukuk tanımaz siyaset erbabının ele geçirdiği devlet aygıtını zorbalık ve zulüm için pervasızca kullanıp halkın anasını ağlatırken anne sözü dinlemenin nasıl bir mazereti olabilir ki?
Siyaset, kültür, sanat, medya, akademi dünyasınadır sözüm. İşten atılmaktan, işsiz kalmaktan, hedefe konulmaktan, linç edilmekten, hapse atılmaktan, mahalleden kovulmaktan mı korkuyorsunuz?
Sizin tarihsel göreviniz toplumu, bireyi tam da bu tür saldırılara karşı korumak, bunun mekanizmalarını geliştirmek, açığa çıkarmak, örgütlemek değil mi? Siz korkularınıza teslim olduğunuz için sesini çıkaran bir avuç insanın daha ağır şekilde hedef haline geldiğinin farkında değil misiniz? Dahası, korkunun ecele faydasının olmadığını, böyle davrandıkça toplumun çöküşe sürüklendiğini görmüyor musunuz? Elbette görüyorsunuz, sizin uzmanlık alanınız bu; görmek. Ama yine de susuyorsunuz, kendi bunalımınızın haklı (?) teorisini yazıyor veya tatlı melankolisini yaşıyorsunuz.
İşin en acı kısmı da ne, biliyor musunuz? Bütün bu zulüm günleri geçip gittiğinde, güzel günler geldiğinde en önde, en çok görünen, en çok övünen siz olacaksınız. Bunları size mutlaka hatırlatacağım ya da size hatırlatan birileri olacak. Yıkımın, enkazın bu kadar ağır olmasında sizin suskunluğunuzun epey bir payı var, unutulmayacak.
Annelerimizin bize bir sözü daha var, “yapma, etme, dikkatli ol evladım” derler. Ama bizim de annelerimize bir sözümüz var, “anamızı ağlatanlardan bunun hesabını soracağız, başka bir yaşamı kuracağız anne.” Acılarımıza, korkularımıza teslim olmayacağız. Milyonları diri diri yakmaya kalktılar ama küllerimizden yeniden doğuyoruz anne.
Başlığa Bergen yazmışım, “Hani Bergen nerede” diye soracaksınız ama Bergen de böyle biri işte. Korkmuyor, geri adım atmıyor, acılarına teslim olmuyor ve küllerinden yeniden doğruyor. Dört milyondan fazla insan Bergen filmini izlemiş. Direnene, ayakta kalana saygı duyuluyor, onun filmi seviliyor demek ki.
Ben filmi izleyemedim haliyle. Senaristlere (Sema Kaygusuz, Yıldız Bayazıt), yönetmenlere (Caner Alper, Mehmet Binay), oyunculara (Farah Zeynep Abdullah, Erdal Beşikçioğlu, Tilbe Saran), tüm ekibe ve yorumlara baktığımda iyi bir film olmuştur diye düşünüyorum. Başımıza getirilen o “film”lerin karanlık ekibiyle kıyaslandığında ışıl ışıl duruyor bu ekip. Ama daha filmi çekilecek çok direniş var. Bir gün yönetmen koltuğuna oturduğumuzda göreceksiniz.
Bu arada hep senin sözünü dinliyorum, olaylara karışmıyorum, bizzat olay oluyorum anne. İçin rahat olsun.
Selahattin Demirtaş Edirne Cezaevi