Gündelik dilde üstüne pek düşünmeden birbirinin yerine kullanılan iki sözcük var. Biri haysiyet, öbürü itibar. Kökenlerine bakılırsa ikisi de birbirini ikame edemeyecek kadar farklı insan deneyimlerinden oluşmuşlar. Arapçadan gelen ‘itibar' aşmak, kat etmek kökünden geliyor, belli bir yol almış şahsiyet, aştığı yolların birikimiyle itibarlı biri olarak biliniyor. Başkanların, şeflerin, yöneticilerle müdürlerin, dekanlarla başhekimlerin, bakanlarla vekillerin ezici çoğunlukla erkek olmasıyla itibar, insanmerkezci bir erkek sıfatı. Kullanım alanları geniş, iktidar biriktirmeye elverişli, her kapıyı açan güçlü bir tanım.
Yine Arapça'dan gelen ‘haysiyet' sözcüğü ise her canlıyı esas alan köklere uzanıyor. Kestirmeden söyleyecek olursak dünyadaki her canlı, haysiyet zarfında soluklanır. Kullanımı 16. Yüzyıl'a giden haysiyetin Latince eş anlamlısı ubiq kökünden gelen ubiquitas. Aynı anda her yerde bulunmak anlamına gelen ubiquitas, topraktaki karbon, havadaki oksijen gibi döngüsel yaşamı vurgulayarak birlik öğretisini savunan birçok düşünce ve inanç akımına sızmış bir sözcük. İtibar derken dünyevi, haysiyet derken yaşamsal bir şeyden söz ederiz. İtibarın yıkımı mahvedicidir. Öte yandan kurumsallaşmaya elverişli özür ve ceza sistemiyle yeniden yapılanması mümkündür. Kimsenin tek bir hayatı yoktur çünkü. İnsan, her yaşadığı ve yaşattıklarıyla üst üste hayatlar yaşayan bir dil varlığıdır. Kendini kura kura yeniden başlama gücü gösterecek kadar arzuludur. Haysiyetin yıkımı ise ölümcüldür. Sürek avında canlılara kıymakla aynı şiddettedir. İtibar yıkımıyla haysiyet yıkımı hiçbir zaman aynı anlama gelmez.
Israrlı Takip yazımda birazını dile getirdiğim haysiyet ve itibar çatışmasının kurum içinde nasıl ele alındığını kaldığım yerden, resmi belge ve alenileşmiş paylaşımlardan yola çıkarak anlatmaya devam edeceğim; bir kadının haysiyeti için verdiği mücadelede yaşadıklarının hepimizin yakından tanıması gereken politik uğraklar olduğunu yeniden anımsatarak. Ama bu kez süreci özetlemekle yetinmek zorundayım, çünkü birazdan hukukçu Dilek Bektaşoğlu Sanlı'dan okuyacağınız, hukuk ve adalet arasındaki tarihsel mesafeden başlayarak söz konusu mahkeme kararını nesnellikle açıklayan yazısına daha çok yer vermek istiyorum.
En son Umut Özkırımlı üniversiteye, Pınar Dinç tarafından sistematik olarak taciz edildiğini hissettiğini belirten bir şikâyette bulunmuştu. Şikâyet edildiğini öğrenen Pınar Dinç 2 Kasım 2018 günü, Ahmet Kural'ın Sıla'yı şikâyet etmesine değinen Facebook postunu paylaşır: "Demek ki neymiş, bu tip insanlarla iş yapılmaz, onlara affililation (üyelik, iş bağlantısı) verilmezmiş. Düşünün ki bu zat ‘aaa beni rezil etti, itibarımı karaladı' diyor, bu yüzden Sıla'yı şikâyet ediyor" diye başlayarak, kendisini taciz eden kişi tarafından karalama gerekçesiyle üniversiteye şikâyet edildiğini anlatır.
Bunun üzerine Pınar Dinç 9 Kasım 2018'de Umut Özkırımlı'ya karşı ikinci bir şikâyette bulunur. Önceki şikâyetinde "Bana zarar veriyor" diye kurduğu yazılı ifadesine kıyasla daha kendinden emin, neyle savaştığını bilen feminist bilinçle deneyimlerini tanımlayan keskin bir dil kullanır. 24 Ocak 2019 günü, Facebook'ta Murat Paker dava süreci hakkında görüş bildiren bir kadının postunu paylaşarak yine aynı çerçevede, Umut Özkırımlı'nın adının bile geçmediği bir yorum yazar. Pınar Dinç bu paylaşımı yüzünden mahkemede yargılanacaktır. Yaptığı paylaşımdan 6 gün sonra, 30 Ocak 2019 günü, Umut Özkırımlı'nın avukatı bir ihtarname gönderir. İhtarnamede avukat Sebastian Scheiman, "(müvekkilinin) başkalarının saygısızlığına maruz kalmasına neden olan suçlu veya kınanması gereken bir yaşam tarzına sahip olduğuna dikkat çekmek için kasıtlı bir girişim gibi görünen bazı küçük düşürücü ifadelerin yapıldığı dikkatimizi çekti. Kendisi hakkında yayılan karalama niteliğindeki beyanlar müvekkilimizin karakterine, kişisel itibarına, kariyerine ve mesleğine ciddi zarar verebileceği gibi maddi zarar da verebilir" diyerek, "İsveç Haksız İşlenen Fiilin Sorumluluğu Kanunu gereğince zararların tazmini bir hukuk davasının gerekçesi olabilir" savıyla Pınar Dinç'i ihtar eder.
Pınar Dinç avukattan gelen ihtarnameyi, danışmak için dekana gönderir. 3 Şubat 2019 günü Dekan'ın Pınar Dinç'e yanıtında: "Avukatlarımız bu mektup konusunda kaygılanmamanı söylediler. Yeterince kanıt bulunmadığında bunun bir korkutma taktiği olduğunu öngörüyorlar" dedikten sonra bağımsız bir avukattan görüş almasını önerir. [Temyiz 3866-21] İsveç'te avukattan danışmanlık almanın ücreti en az 1200 SEK, Pınar Dinç'in karşılayamaya cesaret edemediği bir ücrettir (Daha önce açıklamıştım, bilmeyenler için yineleyeyim, Pınar Dinç'in kazandığı fon projeye ve projeyi yürüttüğü üniversiteye aittir, o ise post-doc pozisyonunda, maaşıyla geçinen bir çalışandır).
Bu arada 3 Haziran 2019 günü Umut Özkırımlı'nın üniversiteye sunduğu şikâyetiyle ilgili rapor gelir. Noter tasdikli raporda, Pınar Dinç aleyhine tarif edilen davranışları/eylemleri Ayrımcılık Yasası kapsamında ele alan fakülte, Pınar Dinç'e yöneltilen suçlamaları reddeder ve Umut Özkırımlı'ya yapılan önceki yazılı uyarının önemine vurgu yapar. Pınar Dinç'in Umut Özkırımlı hakkında yaptığı şikâyet konusunda ise rapora "Ayrıca hakkında şikâyet yapılan diğer tarafa sözlü bir takip gerçekleştirdiği" yazılmıştır. Özetle, Pınar Dinç'in şikâyeti, önceden yapılan yazılı uyarının karşı tarafa anımsatılmasından ileri gitmez. Böylece iki şikâyet dosyası da kapatılmış olur. Ancak, soruşturma sürecinde Umut Özkırımlı'dan beklenmedik bir hareket gelir. 8 Mart 2019 günü Umut Özkırımlı, Lund Üniversitesi araştırmacılar portalında, Pınar Dinç'in Marie Curie araştırmacısı olarak sürdürdüğü FIRE projesine kendi adını da ekler. Dekan 13 Mart 2019 günü Umut Özkırımlı'ya kesin dille bir e-posta gönderir [Temyiz 3866-21]:
"Sevgili Umut,Bilginize, adınız Lucris'teki FIRE projesinden çıkarılacaktır.Lund Üniversitesi'nde işveren olarak sizden ne beklendiğini çok net bir şekilde işaret ettiğimizi umuyordum. Önceki anlaşma ve hatırlatma göz önüne alındığında ve Şubat raporunun (ve yanıtlayan e-postanızın) ışığında, araştırma portalında bu projeye adınızı ekleme kararınız hem şaşırtıcı hem de hayal kırıklığı yaratıyor.İyi dileklerimle,Christofer" |
Çok geçmeden, 5 Mayıs 2019 günü Umut Özkırımlı ile ilgili Dekan'a bir e-posta gelir. Mektup, Barselona Otonom Üniversitesi'nin düzenlediği konferansa katılmış bir akademisyendendir. Umut Özkırımlı'nın aynı konferansa katılan bazı akademisyenlere Pınar Dinç hakkında yaydığı söylentiyi anlatır. [Temyiz 3866-21]
"Organizasyonda profesyonel odağımı korumak için, herhangi bir yüzleşme veya etkileşimden kaçınarak, onu görmezden gelerek hakkında konuşmazken, onun yukarıda belirttiğim olaylarla ilgili Pınar'ı ve enstitüdeki diğer kadınları söylenti çıkarmakla suçlayacak şekilde insanlara konuştuğunu fark ettim. Bu doğru değildir. Bu konuşmaların içeriğini tam olarak bilmiyorum ama konferansta yeni tanıştığım bir Türk akademisyen, konferansın aynı gününde kendisine yaptığı konuşmanın içeriğini biraz anlattı. "Özkırımlı, görünüşe göre bu saygın akademisyene, Pınar Dinç'in hafifmeşrep (promiscous) bir kadın olduğunu anlatmış ve tacizcilerin tipik söylemiyle karşı tarafı suçlamak için mevcut ilişkisi hakkında söylentiler yaymıştır. Ayrıca kariyerinin başında bir bilim insanını aynı derecede küçük düşürecek şekilde, Pınar'ın Marie Curie projesinden kendi projesi olarak bahsetmiş görünüyor. Hatta Özkırımlı konuşmasında benden bahsetmiş, Pınar'ın arkadaşı olduğumu ve bu yüzden insanların potansiyel olarak söylediklerime -ki ben bu konuda kimseyle konuşmadım- inanmaması gerektiğini belirtmiş. (…) Kendisi tanınmış bir akademisyen 'profesör' olduğu için, adımı kullanarak önceden tanımadığım bilim insanlarına yanlış iddialarda bulunması çok küçük düşürücü. Bu anlamda ortak alanlarımızda Pınar Dinç'in üniversiteyi temsil ettiği mesleki etkinliklerde bu tür söylentileri yaymanın Pınar Dinç ve üniversite için nasıl küçük düşürücü olduğunu hayal edemiyorum." |
Bu geçen zaman içinde Pınar Dinç sadece işine odaklanmıştır. 27 Nisan 2020'de, Doğan Gürpınar'ın "I am Delighted to…': Akademisyen Pornosu Üzerine" yazısına atfen akademide kadın-erkek eşitsizliği ve toplumsal cinsiyet kodlarını irdeleyen bir yazı yayınlar. Arada başka hiçbir temas ve Pınar Dinç'ten kaynaklanan bir çatışma yaşanmamış olmasına karşın, Pınar Dinç 1 yıl 3,5 ay sonra bir ihtarname daha alır. DURDURMA, İFTİRA başlıklı 15 Mayıs 2020 tarihli ihtarnamede mesleki açıdan oldukça sorunlu şu sözler vardır:
"#MeToo ile güçlendirilmiş hissettiğinizi ve ataerkil yapılar, ayrımcılık ve kadın hakları konusunda bir değişiklik yapma konusunda güçlü hissettiğinizi anlıyoruz. İfade özgürlüğü hakkınızı sınırlamak istemiyoruz, ancak İsveç'te de ifade özgürlüğünün sınırları olduğunu size bildiririz." İhtarnamede dikkat çeken bir ifade daha vardır; Avukat Sheiman "Yukarıda belirtilenlerle ilgili olarak, Prof. Özkırımlı polise suç duyurusunda bulundu."
Gelgelelim Umut Özkırımlı'nın gerçekten polise suç duyurusunda bulunup bulunmadığı konusu, tartışmalı. Dosyaları (3866-21) kamuya açılmış temyiz davasında, Pınar Dinç'in savunma avukatının mektubunda, o tarihlerde Umut Özkırımlı'nın polise suç duyurusunda bulunmadığı, polis kayıtlarında o tarihte böyle bir rapor olmamasına karşın, söz konusu ihtarnamede gerçek dışı bilgilerin yer aldığı belirtilmiş. Pınar Dinç'in avukatı ayrıca, iki ihtarname arasında geçen süreye dikkat çekerek, Pınar Dinç'in bu süreçte Umut Özkırımlı'nın tacizine ilişkin sadece üniversiteyle iletişime geçtiğini, söz konusu ihtarnamenin onu susturmak için gözdağı amaçlı olduğunu iddia ediyor. Bu ihtarnamenin gönderilmesinin altındaki diğer olasılığın, Pınar Dinç'in Birikim'de yayımlanan yazısıyla -cinsel taciz dışındaki konularda bile- kamu tartışmasına girmesine karşı ihtar yoluyla misilleme şeklinde algılandığını da eklemiş. [Temyiz 3866-21]
Bu ikinci ihtarnameden sonra aylarca dişini sıkan Pınar Dinç, 24 Mayıs 2020'de bir paylaşım yapar. Yine ad vermeden "Bir tacizci düşünün" der "2017 Aralık ayından beri yapmadığı rezillik kalmadı. Şikâyet edildi, soruşturmadan geçti. Resmi uyarı aldı tacizden. Ayrıca hatırlatmalar, uyarılar yapıldı dekan tarafından. Artık Lund'da bile değil ama hâlâ uğraşıyor. 2,5 sene oldu düş yakamdan be adam!" diye yazar. Bu postu da yargıya taşınır. Bu arada artık durumu bu kez apaçık anlatan kurum içi bir yazışma yapar. Ayrıca, ısrarlı takibe uğradığını kayıt altına almak için hacklenme olayından sonra ikinci kez polise gider, elinde bu kez sadece iki ihtarname vardır. Polis ertesi gün dosyayı kapatır. Aynı süreçte Pınar Dinç, üniversitenin ikinci soruşturmayı yürütme şeklinden duyduğu kuşku üzerine başvurduğu Eşitlik Ombudsmanı'ndan (DO) kararı bildiren bir mektup almıştır.
Eşitlik Ombudsmanı (DO) cinsiyet, trans kimlik veya ifade, etnik köken, din veya diğer inançlar, engellilik, cinsel yönelim veya yaş temelinde ayrımcılıkla mücadele etmek için çalışan, yükseköğretim kurumlarının ve okulların ayrımcılığı önlemek için nasıl çalıştığını değerlendiren resmi bir kurum. Eşitlik Ombusmanı memurları Sofia Söderberg ve Hanna Wilson üniversitenin yaptığı soruşturmayı ve aldığı idari kararı inceleyerek, kararı ve fakültenin aldığı önlemleri usulde ve esasta 20 Mayıs 2020 tarihli raporla onaylarlar. Pınar Dinç istediği sonucu elde edememişse de Eksik Parça yazımda tam metnini verdiğim idari kararın resmileşmesini bir kazanım olarak kabul eder.
Bundan sonrasını Türkiye medyasından olayı takip edenler biliyor. Şu haberde göreceğiniz gibi Pınar Dinç yine ad vermeden kararı ve süreci beyan eder. Bu tam bir ifşa değildir. Hukuki koşullarda kendini koruması zorunludur. Sonrası Umut Ökırımlı'nın açıklamaları, medium ve thetrial blogunda yaptığı yayınlar, yayılan kuşkular, türlü karalamalarla şiddete maruz kalır. Pınar Dinç bütün bu yayınları derleyerek 12 Haziran 2020 günü tekrar polise gider. Normal şartlarda polis bir iki günde yanıt veriyorken haftalarca yanıt gelmemiş olması düşündürücüdür. İsveç'te tanıdığı bir avukatın verdiği bilgiyle, haber gelmediğine göre polisin soruşturmayı yürüttüğünü zanneder ve bu tahmin birçok yanlış algıya yol açar. Maddi bir hatadır bu. Aynı zamanda bu kadar baskı altında insanca bir kusur. Tanımadığı, dilini bilmediği bir ülkede, bambaşka şartlar altında yaptığı hata, Türkiye'de üstüne giydirilen iftiracı kadın imgesinin pekişmesine sebep olur.
Gelgelelim kimsenin sözünü etmediği, sözünü etmek istemediği söz konusu polis başvurusuyla ilgili Pınar Dinç'e, 13.08.2020 tarihinde, Krkom Jacob Linton imzalı bir mektup gelir. Mektubu yeminli çevirisinden aktarıyorum:
"Mağdur; kişinin huzur ve sükûnunu bozma, taciz sebebiyle aşağıdaki şikâyette bulunmuştur. Yapmış olduğum değerlendirmeye göre, şikâyet konusu daha çok iftira/karalama olarak değerlendirilmiş olup ve kamu davası açılabilmesi kapsamına girmediğinden dolayı polis tarafından soruşturma başlatılamayacaktır. Buna ek olarak, ismi geçen kişi ülkeden göç etmiş ve bu nedenle eylem yurtdışından gerçekleşmiştir. Gerçekleştirilmiş eylem, ister taciz (kişinin huzur ve sükûnunu bozma) ve ister iftira olarak kabul edilsin, İsveç polisinin davayı takip etmesi için hiçbir gerekçe bulunmamıştır. Aşağıda imzası bulunan kişi, mağdura bugünkü 13.08.2018 tarihli görüşmesinde, şikâyeti bir sivil dava olarak sürdürmek için gerekli gerekçelerin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi için bir avukata danışılması konusunda teşvikte bulundu." |
Şimdi de Pınar Dinç'in karşısına hukukta yersellik ilkesi devreye girmiştir. Umut Özkırımlı'nın bu paylaşımları İsveç dışında yapmış olması bir yana işlenen fiiller iftira/karalama kapsamına girmiş olsa bile kamu davası kapsamında değildir. Pınar Dinç'in Umut Özkırımlı'ya dava açabilmesi için en az 350 bin SEK parayı bularak özel bir avukat tutması gerekir. Böyle bir imkânı yoktur. Umut Özkırımlı kendisine defamation davası açınca da kamunun atadığı avukatlardan birini seçmekten başka şans bulamaz. Eşitsizliği bir kez daha yaşar. Kendini savunmak için güvenebileceği tek kişi avukattır. Avukatı yine büyük bir hatayla elindeki kararların gayet yeterli olduğunu salık vererek rahat olmasını söyler. Pınar Dinç birkaç belgeyle duruşmaya girer. Ne şikâyet dosyası, ne beyanlarını gerekçelendirecek kanıt, ne belge. Son derece zayıf bir savunma yapılır. İşin tuhaf yanı ise Umut Özkırımlı'ya idari kararı yazılı bildiren, daha sonra tekrar hatırlatan Dekan, bu kez Umut Özkırımlı'nın tanığı olarak, Pınar Dinç'in karşısındadır.
Benim anlatacaklarım buraya kadar. Konuyu bütünlüklü göstermek için titizlikle çabaladığımı bilmenizi isterim. Bu çabanın bütün politik dayanaklarını önceki yazılarımda yeterince açıkladığımı sanıyorum. Ama biliyorum ki yetmeyecek. Hayat her şeyi yavaş yavaş öğretiyor. Konuyla ilgilenen insanlar toplumsal cinsiyet çarklarıyla işleyen bu olayı zihninde tartadursun, Pınar Dinç hiçbirimizle eşit koşullarda değil. Lund Üniversitesi'nde kimse ona iftiracı, yalancı, fikir hırsızı demese de, İsveç'te hiçbir mecrada hedef gösterilmese de, meslektaşları tarafından desteklense de, orada herkes söz konusu dava sonucunun aklanma olmadığını bilse de, kadının kendi ülkesinden yankılanan kıyıcı yargılara karşı kayıtsız kalması çok zor. Uzaktan seyrettiğimiz bir konuyla, sadece yazılı belgeden yola çıkarak ne kadar yakından ilgilenmiş olsak da, yaşanan hayatın içinde olmamız mümkün değil. Her şeyi öğrendiğimizi sanıyoruz, ne var ki gerçekte nasıl yaşandığını bilmiyoruz.
Şimdi sözü hukukun olanaklarını gözden geçirmek, "defamation" konusunu derinlemesine düşünmek ve Lund Bölge Mahkeme Kararı'nı anlamak için, hukukçu Dilek Bektaşoğlu Sanlı'ya bırakıyorum.
Hukuk, şüphesiz bir kurallar bütünüdür. Üzerinde toplumsal uzlaşının varsayıldığı, yasa koyucunun düzene ve adalete yönelik bir etkinliğidir. Bir ideadan, bir akıldan, bir iradeden doğar. Yaşama gelmiş diğer şeyler gibi şekil alır, şekil verir. Bir ölçü ve denge gözetir. Sınırlar koyar. Bir dava, maddi ve usule ilşkin pek çok kural etrafında örülür. Hâkimlere, vekillere, uzmanlara, kişilere ihtiyaç duyar. Hukuk, kendiliğinden adaletle bir değildir, bir adalete tutunur, onu amaç edinir. Ve evet, yeryüzünde çoğu zaman adalet de yoktur. Yine de biz, O'nu aramaya devam ederiz.
Tam da bu arayışın bir sonucu olarak, hukuk sürekli dönüşür. Bugün yasal düzenlemelerde yer alan birçok hükmün kaynağı Roma hukukunda, Antik Yunan hukukunda, Eski Ahit'te, Hammurabi Kanunları'nda, başkaca pek çok gelenekte bulunabilir. Zaman içinde yasalar, toplumun gelişimine, ihtiyaçlarına, çatışmalarına, değişen bakış açılarına ve değer yargılarına göre biçimlenir. Menfaatler arasında denkleştirme ve uzlaştırma sağlamak hukukun fonksiyonlarından biridir.
Bu haliyle, toplumun, kişilerin, çatışmaların tam içindedir. Doğayla, eşyayla, kültürle, otoriteyle ve diğerleriyle kurduğumuz ilişki ve çekişmelerden yola çıkarak, bir yere doğru evrilir. Tarihin bir kesitinde toplumlar dönemin hukuk düzeni ile yetinmiş olsaydı, şu an nasıl bir yaşamı yaşıyor olurduk kestirmek epey güçtür. Hukukun kestiği parmak da, dil de gerçekte acımıştır. Modern insana bugün kâbus gibi görünen giyotin, Fransız Devrimi sırasında, yakılma gibi daha fazla eziyet içeren idam biçimlerini engellemek adına bulunmuş daha "insani" bir formüldür. Zamana ve mekâna bağlı olarak bakış açısı değişir, şeyler başka türlü görülebilir.
Çağdaş hukuk sistemlerinde kabul edilen pek çok özgürlük alanı ve hak, bir duruştan, bir adalet arayışından, bir talepten doğmuştur. Tam da bu nedenle şahsi olanın politik olma, dönüştürücü olma potansiyeli vardır. Uzaklardan Linda Carol Brown'u hatırlarız örneğin. 1954 yılında, siyahi bir kız çocuğu olarak Kansas'ta beyazların gittiği yaz okuluna gitmek ısrarı ve eğitimde eşit muamele arayışı kendisini Afro-Amerikan hareketinin güçlü bir temsilcisi yapmıştır. Browns v. Board of Education davasında Amerikan Yüksek Mahkemesi "eşit ama ayrı" doktrinini nihayet Anayasa'ya aykırı bulup, eşit hakların yolunu açmıştır. Ve ilginçtir, 1979 yılında Linda Carol Brown, kendi çocuğunu aynı okula gönderdiğinde, ayrımcılığın halen devam ettiğini görüp tekrar dava açmış, Mahkeme 1993 yılında yeniden lehine karar vermiştir.
Bugün dahi çağdaş hukuk sistemleri hak, özgürlük ve adalet meselelerini tümüyle çözebilmiş değildir. Sanılmamalıdır ki; bir yasa hükmü her zaman açık ve hakkaniyetlidir, uygulaması yeknesaktır, bir doktrin görüşüne, bir içtihada, muhalif bir hâkim görüşüne, kamuoyuna ihtiyaç duymaz. Yine sanılmamalıdır ki; o yasa hükmü toplum içindeki çatışmayı nihai olarak uzlaştırmıştır, ya da bir dönem uzlaştırma yetisine sahip bir yasa, zaman içinde değişen tüm koşullara cevap verebilir. Öyle bir hukuk düzeni ya da ideası yoktur.
Bu girişle işaret etmeye çalıştığım, hukukun yaşamın içinde doğup şekillendiği, bir ciddiyetinin, bir bakışının, bir tartısının olduğu, ağır aksak da olsa işlemeye, talep ettiğimiz ölçüde dönüşmeye devam ettiğidir.
Bu yazı dizisi bağlamında İsveç Lund Bölge Mahkemesi'nde görülen bir dava gündeme gelmiştir. Dava, bir "defamation" davasıdır. İsveç ceza hukukunda "defamation"; bir kişiyi suçlu veya kınanabilir bir yaşam tarzına sahip olarak gösteren veya o kişiyi başkalarının hor görmesine maruz bırakabilecek bilgiler yayan kişilerin cezalandırılmasına yönelik bir kavramdır. Bu haliyle, aşağılamaya, itibarsızlaştırmaya, hakarete yakındır. Şüphesiz günlük dilde kelimelere atfettiğimiz anlamlar ile hukukun atfettiği anlamlar farklı olabilir. Ayrıca ülkelerin hukuk düzenlemeleri birbirleriyle benzerlik taşıyabilmekle beraber, bir yasa hükmü bağlamında esaslı ya da esassız farklar da olabilir. Bu yazıda "defamation" karşılığı olarak "hakaret" sözcüğü tercih edilmektedir. Zira kavram, tanım olarak Türk Ceza Kanunu'nda Şerefe Karşı Suçlar başlığı altında yer alan hakaret suçu ile benzerlik göstermektedir. Türk Ceza Kanunu'nda yer aldığı şekliyle hakaret suçu; bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişinin cezalandırılmasına ilişkindir.
Bu suç bağlamında, Lund Bölge Mahkemesi kararını incelemeye geçmeden önce, "defamation-hakaret" suçuna daha geniş bir perspektiften bakabilmek adına şu hususlara işaret edilmesi yerinde olacaktır.
İsveç'te, özellikle metoo hareketi sonrası, taciz ve cinsel suçlara ilişkin ifşada bulunan kadınlar aleyhine "defamation-hakaret" davalarının açıldığı, bu davaların genelde kadınlar aleyhine sonuçlandığı ve bu suç etrafında güncel tartışmaların yapıldığı görülmektedir.
Diğer yandan, bu suç ne sadece İsveç'te, ne de sadece taciz davaları özelinde tartışılmaktadır. Başka ülke hukuklarında, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde genel olarak "defamation-hakaret" suçu bağlamında kapsamlı değerlendirme ve eleştiriler süregelmektedir.
İngiltere'de reform ihtiyacı, gazeteciler, ifade özgürlüğü kurumları, sivil toplum örgütleri, English PEN, siyasetçiler ve kamuoyu nezdinde o denli kendini göstermiştir ki, İngiliz hükümeti 2009-2012 reform planı ilan edip, nihayet hakaret suçuna ilişkin kurallarını "2013 Defamation Yasası"[1] ile kapsamlı olarak revize etmiştir. Avustralya'nın bazı eyaletlerinde, dijital çağın ihtiyaçları da dikkate alınarak "defamation" yasalarında 2021 itibarıyla değişiklik yapılmıştır.[2] İtalyan Anayasa Mahkemesi 2020 yılında yasal düzenlemelerinde reform ihtiyacına işaret eden bir karar vermiştir.[3] Kanada'da reform ihtiyacına ilişkin güncel raporlar yayımlanmaktadır.[4]
Bu suç bağlamındaki temel tartışmalardan biri, bir yanda ifade özgürlüğünün korunması, diğer yanda insan onur ve şerefinin korunması çerçevesindedir. Bu iki hak karşılaşıp çatıştığında, nasıl bir denge gözetilmeli, hangisine üstünlük verilmelidir?
Hoşgörü, açık fikirlilik ve çoğulculuk ilkelerinin temel alındığı demokratik toplumlarda, kural olarak ifade özgürlüğüne geniş bir alan tanınması hedeflenmekte, fazlaca koruyucu bir norm ve uygulamanın ifade özgürlüğünü bastırması, "chilling effect" ("soğutma etkisi") yaratması arzu edilmemektedir. "Chilling effect" 1950'lerde Amerika Birleşik Devletler'inde kullanılmaya başlanmış bir kavramdır. Zaman içerisinde mahkeme kararlarına hukuki bir kavram olarak girmiş, kullanımı ülke dışında da yaygınlaşmıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Ömer Faruk Gergerlioğlu aleyhine açılan davaların, insan hakları ve özgürlükler bakımından "soğutma etkisi" yaratabileceğini bildirmiştir.[5] T.C. Anayasa Mahkemesi kararlarında, ölçülülük ilkesi kapsamında, "caydırıcı etki" adı altında kavrama atıf yapılmakta, yaptırıma maruz kalma endişesi altında kişilerin ileride düşüncelerini açıklamaktan veya basın faaliyetlerini yapmaktan imtina etme riski olduğu ifade edilmektedir.[6]
Soğutma etkisi temelde, yasal bir hakkın; genelde basın ve ifade özgürlüğünün, başka bir yasa, yaptırım, mahkeme kararı veya dava tehdidi ile bastırılmasını veya hakkın kullanımına ilişkin cesaretin kırılmasını ifade eder. Bir nevi oto sansür etkisidir. Bu haliyle, yaşamın içinden çıkıp gelen "sessizleştirme harekâtı" ile epey örtüşmektedir.
Bir yanda ifade özgürlüğü, diğer yanda insan onurunun korunması bağlamında nasıl bir denge gözetileceği konusunda pek çok hukuksal kriter tartışılmaktadır. Şüphesiz bütün bunlar bu yazının kapsamını aşar. Ancak şu hususlara değinilmelidir:
Zira görünen odur ki, bazı ülke hukuk sistemlerinde, suçun oluşabilmesi için hakarete konu edilen beyanın gerçeğe aykırı olması aranmamakta, davalının beyanı gerçek, doğru dahi olsa, karşısındakinin onur ve şerefine zarar verecek şekilde itibarsızlaştırmaya yönelik beyanı nedeniyle suçlu bulunabilmektedir. Burada, "itibarsızlaştırılan" kişinin onur ve şerefi menfaatine üstünlük tanınmakta, kişiyi sosyal zararlardan korumak amaçlanmaktadır. Başka pek çok hukuk sisteminde ise isnat edilen olguya ilişkin beyan doğru ise, "defamation-hakaret" suçu oluşmamaktadır. Ya da ancak belirli şartlarda (örneğin beyanın yapılmasının bir yükümlülük arz etmesi, beyanın yapılmasının haklı bir gerekçesinin, kamusal yararın olması hallerinde) beyanın doğru olup olmadığı araştırılmakta ve doğru ise suç gerçekleşmemektedir.
Böylelikle, esaslı ve güncel iki hak bağlamında tüm hukuk düzenlerini ilgilendiren çağdaş bir tartışmadır yürütülen. Bu tartışma aynı zamanda, günlük yaşamlarımızda, evde, sokakta, işyerlerinde, kamusal alanlarda, sosyal medya mecralarında ilişkilenme biçimlerimizin göbeğinde yer alır: Sınırımız nerededir? İfade özgürlüğü ve insan onurunun korunması arasındaki denge nasıl sağlanmalıdır? Üstün gördüğümüz hak zamana ve koşullara göre değişir mi? Onurumuz neden ibarettir? Yanlışlarımızın onurumuz karşısındaki yeri neresidir? O yerde biz, diğerleri ve hukuk ne yapmalıdır? Kadınların onurlu yaşam haklarının önündeki engeller nelerdir? İsnat edilen bir olgu gerçek ve fakat olumsuz ise, bu olgu karşısında hak edilmiş, korunması gereken bir onurdan yine de söz edebilir miyiz? Ölçülü müyüz? Sözümüz her ne ise, kendini ve hukuku aşarak karşımızdakinin yaşam damarlarının kesilmesine neden olabilir mi?
Bütün bunlar ışığında, çatışmalarını kamuya açmış, tanımadığımız iki kişinin hukuki çekişmesinden beri gelerek, aleni bir mahkeme kararı ve bu kararın merkeze aldığı "defamation-hakaret" kavramı etrafında aşağıda kısa bir inceleme yapılmaktadır. Bu inceleme ile ne mahkeme kararının bir eleştirisi ne yeniden yargılama ne de bir taraf adına hakkaniyet arayışı hedeflenmektedir. Amaç, tartışmalara vesile olan Lund Bölge Mahkeme kararının hukuksal içeriğini anlayabilmek, nesnel bir kavrayışta bulunabilmek, kavram etrafında hukuksal, düşünsel değerlendirmelere bir zemin, bir davet oluşturabilmektir.
1. Davacı Umut Özkırımlı ("UÖ"), davalı Pınar Dinç'in ("PD") "gross defamation-nitelikli hakaret" suçlarını işlediği iddiasıyla, Lund Bölge Mahkemesi'nde bir dava açmıştır. Dava, B 6064-20 dosya numarası altında kayıtlıdır. Davacı'nın temel iddiası şudur: Davalı PD, Davacı UÖ'nün potansiyel işverenlerine ve diğer iş arkadaşlarına e-postalar göndererek ve Twitter ve Facebook gibi sosyal medyada paylaşımlarda bulunarak, davacı hakkında, kendisini takip ettiği, taciz ettiği ve cinsel tacizde bulunduğu ve kendisine taciz ve cinsel tacizde bulunması sebebiyle de Lund Üniversitesi'nden atıldığı hakkında bilgiler yaymıştır.
Davacının, ayrı ayrı suç oluşturduğunu iddia ettiği 11 belge mahkeme kararında sıralanmıştır.
Dava konusu edilen belgelerden ilki davalı PD'nin London School of Economics ("LSE") Profesesörü Glendinning ve Profesör Featherstone'a gönderdiği 1 Ekim 2018 tarihli e-posta yazışmasıdır. Bu yazışmada PD özetle; LSE'yle bağlantısı olan UÖ hakkında bilgilendirme yaptığını, Lund Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan UÖ'nun taciz/cinsel taciz soruşturmasından geçtiğini, bunu bildirmenin bir LSE mezunu olarak hem profesyonel sorumluluğu hem de vatandaşlık görevi olduğunu, UÖ'ye gönderilen karar mektubunda, "bir çalışma arkadaşını tehdit, bir çalışma arkadaşını taciz ve bir öğrenciyi misilleme niteliğinde bir davranışa maruz bıraktığı" ifadesinin yer aldığını belirtmektedir.
İkinci belge, davalı PD'nin AB Komisyonu'ndan bazı kişilere gönderdiği 8 Haziran 2020 tarihli e-posta yazışmasıdır. Bu yazışmada PD özetle, projenin daha önce danışmanı olan UÖ'nün Marie Curie FIRE projesinin kendi fikri olduğunu ve projenin kendisine ait olduğunu iddia ederek PD'nin akademik itibarına yönelik karalama yaptığını, PD'nin kendisini zorla danışman pozisyonundan çıkarttığını ve projenin kendi projesi olduğuna dair internette Türkçe bir paylaşımda bulunduğunu, 2018 Haziran'da UÖ hakkında (cinsel) taciz şikâyetinde bulunduğundan beri UÖ'nün çeşitli girişimlerde bulunduğunu, UÖ'nün kendisine adının başka projelerde geçmesi için baskı yaptığını fakat bunu reddettiğini... tacizlerin, 2018 Şubat'tan beri devam ettiğini, proje başlangıcından bile daha eskiye dayandığını, tüm enerji ve zamanını bu tacizlere karşı koymaya harcadığını, Marie Curie Fellow olarak yapması gerekenleri bu yüzden yapamadığını ve boşa harcadığını çünkü 2,5 yıldır kendisini tacizci/stalker'dan korumaya çalıştığını, akademik kariyerini direkt olarak hedef alan bir duruma tekrar çekildiğini ve bu yüzden Avrupa Komisyonu ve Lund Üniversitesi'nin devreye girmesi gerektiğini, son olarak da UÖ'nın adını hiçbir şekilde topluma yaymadığını belirtmektedir.
Diğer suç konusu belgeler ise, farklı tarihler içeren Facebook veTwitter paylaşımlarıdır. Bu paylaşımlarda, Davalı PD genel olarak, isim vermeden, hakaret ve tacize maruz kaldığına ve hepsinin üniversite soruşturması ve resmi dosyalarda olduğuna, iki buçuk senedir ısrarlı taciz ve takip edildiğine, bu kişinin taciz ettiği ne ilk ne de son kadın olduğuna, bu kişinin tacizden uyarı aldığına, mücadeleden vazgeçmeyeceğine dair ve benzer beyanlarda bulunuyor.
2. Mahkeme heyeti, bir hâkim ve üç jüriden ("cojudge juryman") oluşmaktadır. Mahkeme, yargılamayı müteakip, yukarıda sıralanan ayrı ayrı suç konusu edilen belgelere ilişkin kararını 13.10.2021 tarihinde vermiştir. Karar, yirmi yedi sayfadan oluşmaktadır. Kararın başlangıç kısmında mahkemenin kısa kararı, hemen ardından davacı iddiaları, mahkemenin değerlendirmeye esas aldığı olaylar, beyanlar, soruşturma raporu, tanık beyanları dahil delillerin incelenmesi, hukuki değerlendirme ve sonuçlar, zarar, tazminat hükmü ve muhalif görüş yer almaktadır.
Mahkeme, "defamation" suçu kapsamında, davalının, davacıyı suçlu veya kınanabilir bir yaşam tarzına sahip olarak gösteren veya başkalarının hor görmesine maruz bırakabilecek bilgiler yayması sebebiyle, ayrı ayrı suç konusu edilen belgelerin altısı bakımından nitelikli (ağır) hakaret, biri bakımından basit hakaret suçunu işlediğine ve dört nitelikli hakaret suçlamasından beraat ettiğine karar vermiştir. Karar, üç üyenin çoğunluk kararıyla alınmıştır.
Mahkeme başkanı, çoğunluk görüşüne kararda ayrıntısı ile belirtilen bazı hususlarda katılmayarak muhalif (aksi) görüş vermiştir. Mahkeme başkanının muhalif görüşü "defamation-hakaret" kapsamındaki tartışmayı yansıtması bakımından, kararın yeminli tercümesinden aynen aktarılmaktadır:
"Karşıt görüş Mahkeme başkanı muhalif görüşe sahiptir ve şunları beyan etmiştir. "Cezai sorumluluktan muafiyet" başlığı altındaki üçüncü madde de dahil olmak üzere o maddeye kadar olan kısımlarda çoğunluğa katılıyorum. Pınar Dinç'in bilgileri yaymasının haklı bir gerekçesi olup olmadığı konusuna dair, kısmen karşıt görüşteyim. Londra Ekonomi Okuluna gönderilen ve iddianamede 1. maddede belirtilen mesaj, 1 Ekim 2018 tarihinde Umut Özkırımlı ve Pınar Dinç'in bağlantılı olduğu bir okuldaki birkaç kişiye gönderilmiştir. Mesaj, Pınar Dinç ve iki başka kişi tarafından Umut Özkırımlı'ya karşı yapılan şikâyetler sebebiyle aynı yıl Lund Üniversitesi'nde gerçekleştirilen soruşturmanın doğru bir anlatımından başka bir şey içermemektedir. Mesajın gönderildiği tarihte Pınar Dinç ve Umut Özkırımlı arasında, Umut Özkırımlı'nın Marie Curie Projesindeki rolü sebebiyle bir anlaşmazlık çıkmıştı. Benim görüşüme göre, Pınar Dinç'in, mesajda verdiği bilgileri vermekte haklı gerekçesi bulunmaktadır. Başka şekilde diğer yaklaşım, ifade özgürlüğünün çok fazla kısıtlanması anlamına gelecektir. Bence iddianamenin bu hususla ilgili kısmı reddedilmelidir. Avrupa Komisyonu'na gönderilen ve iddianamede 2. maddede belirtilen mesaj, 8 Haziran 2020 tarihinde birkaç kişiye gönderilmiştir. Komisyon içerisinde, Marie Curie gibi çeşitli araştırma projeleri yürütülmektedir. Mesajda, Pınar Dinç'in 2018 yılında Umut Özkırımlı'ya karşı '(cinsel) taciz' iddiasıyla sunmuş olduğu şikâyetine dair bilgiler bulunmaktadır ve ayrıca Umut Özkırımlı ile kendisi arasında Marie Curie projesine dair çıkan anlaşmazlık hakkında bir rapor yer almaktadır. Pınar Dinç, Umut Özkırımlı'nın anlaşmazlıkta kendisinin akademik itibarını zedelediğini ve kendisinin Şubat 2018'de proje için burs aldığı zamandan beri kendisini taciz ettiğini belirtmektedir. Mesajda Pınar Dinç, Umut Özkırımlı'nın üç gün önce internette yazdıklarına atıfta bulunmaktadır. Her ne kadar daha önceki taciz soruşturması için parantez içerisinde cinsel kelimesinden bahsetmek çok iyi düşünülmemiş bir nokta olsa da, Pınar Dinç'in Marie Curie projesinde Umut Özkırımlı ile aralarında olan anlaşmazlığa dair görüşünü belirtmesi haklı görülmektedir. Mesajda, Pınar Dinç, Umut Özkırımlı'nın hangi yollarla itibarını zedelediğini ve kendisini taciz ettiğini açık biçimde ifade etmiştir. Benim görüşüme göre iddianamenin bu noktayla ilgili kısmı reddedilmelidir. 3 numaralı iddianame maddesindeki Facebook gönderisi, 2 Kasım 2018 tarihinde yazılmıştır. Pınar Dinç gönderisinde, Umut Özkırımlı olduğu anlaşılan bir kişinin kendisini ve başkalarını son bir yıldır sürekli olarak taciz ettiğini ve Haziran ayında bu kişinin resmi bir uyarı aldığını belirtmiş ve sonrasında, üniversitenin bu şiddet olayını durdurmak adına cinsiyet ayrımcılığı ve cinsel taciz konusunu araştırmak yerine gerekli önlemleri alması gerektiğini yazmıştır. Mesajda, Umut Özkırımlı'nın yapmış olduğu şeyin ne olduğu aşikâr değildir, ancak yine de Umut Özkırımlı'nın, Pınar Dinç'i ve diğer insanları defalarca taciz ederek görevini kötüye kullanan bir kişi olduğu izlenimini vermektedir. Pınar Dinç'in bu bilgileri ifşa etmesi haklı görülemez. Gönderinin kaç kişiye yayıldığı net değildir. Gönderi, ağır suç teşkil edecek nitelikte kabul edilemez. Pınar Dinç'in 25 Kasım 2020 tarihindeki davada iddianameyi tebliğ alana kadarki zaman diliminde gönderinin üzerinden iki yıldan fazla süre geçmesi sebebiyle ilgili fiil zaman aşımına uğramıştır. Bu sebeple Pınar Dinç bu fiil için sorumlu tutulamaz ve herhangi bir cezaya mahkûm edilemez. 4, 5 ve 7-9 iddianame maddelerindeki konuyla ilgili olarak, Pınar Dinç'in suçlu bulunma konusunda çoğunluğun görüşüne katılıyorum. Pınar Dinç, bu maddelerde hakaret suçundan hüküm giymelidir. İddianame maddesi 4'teki Facebook gönderisinin kaç kişiye yayıldığı belli değildir. Bu hakaret suçu, ağır suç olarak kabul edilemez. Twitter'da gerçekleştirilen diğer eylemlere dair, bilginin yayılma boyutu, suçların ağır suç olarak değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir. Ancak benim görüşüme göre, Pınar Dinç'in Umut Özkırımlı'yı suçladığı bu fiiller, ağır hakaret teşkil edecek nitelikte değildir. Ayrıca, Pınar Dinç'in bilgileri Türkiye'deki medyaya ve savcılara yayma niyetinde olduğunun ortaya konulmadığını da özellikle vurgulamak isterim. Bunun yerine Pınar Dinç'in, iddianamenin 4, 5 ve 7-9 maddelerindeki hakaret suçundan hüküm giymesi ve 50 gün para cezasına çarptırılması gerektiği kanaatindeyim. Sorumluluk konusunda çoğunluk benden farklı yönde karar belirtti, onun dışında çoğunluğun görüşüne katılıyorum." |
3. Mahkeme kararının dayandığı Ceza Kanunu maddesi İsveç devlet sitesinde İngilizce yer almaktadır.[10] Türkçe karşılığı şudur:
"Ceza Kanunu
Bölüm 5 – Hakaret
Kısım 1 Bir kişiyi suçlu veya kınanabilir bir yaşam tarzına sahip olarak gösteren veya başkaca bir şekilde o kişiyi başkalarının hor görmesine maruz bırakabilecek bilgiler sağlayan kişi, hakaret suçunu işler ve para cezasına çarptırılır.
Beyanda bulunmak zorunda kalmışlarsa veya koşullar göz önüne alındığında konu hakkında bilgi verilmesi bir şekilde haklı görülebilirse ve bilgilerin doğru olduğunu veya bunun için makul gerekçeleri olduğunu gösterirlerse, sorumlu tutulmazlar. [vurgu eklendi]
Kısım 2 Kısım 1'de atıfta bulunulan suç ağır şekilde işlenmiş ise, kişi ağır hakaretten suçlu bulunur ve para cezasına veya en fazla iki yıla kadar hapis cezasına çarptırılır.
Suçun ağır olup olmadığı değerlendirilirken, bilginin içeriği, yayılma yöntemi veya kapsamı veya başka bir nedenle ciddi zarara yol açıp açmadığına özellikle dikkat edilir."
Bu hüküm bağlamında, bir kişiyi suçlu veya kınanabilir göstermek veya hor görülmesine maruz kılacak bilgiler vermek hakaret suçunun temel unsurlarıdır. Davalının bu koşulların varlığı halinde, suçlamadan sorumlu tutulmaması için ikinci fıkrada sayılan hallerin oluşması gerekir. İkinci fıkrada yer alan "ve" "veya" ifadelerine dikkat edilmelidir. Bu noktada, İsveç Hukuku'nun bir nevi ikili denetim öngördüğü anlaşılmaktadır.
Bu hükme göre öncelikle,
Davalı beyanda bulunmak zorunda mıydı veya koşullar göz önüne alındığında konu hakkında bilgi vermesinin bir şekilde haklı bir gerekçesi var mıydı?
ve
bu şartlardan birinin varlığı halinde ancak davalı
Bilgilerin doğru olduğunu veya bunun için makul gerekçeleri olduğunu gösterebilirse sorumlu tutulmaz.
Bu hüküm uyarınca ilk soru, davalı bu beyanları yapmak zorunda (yükümlülüğünde) mıydı? Buradaki "zorunluluk" örneğin bir davaya tanık olarak çağrıldığında, mahkeme önünde beyanda bulunmak gibi objektif bir zorunluluk halidir. Kararda, davalının böyle bir zorunluluğu olmadığı sonucuna varılmıştır.
İkinci soru, davalının koşullar göz önüne alındığında konu hakkında bilgi vermesinin bir şekilde haklı bir gerekçesi var mıydı? Bu husus, beyan edilen bilginin önemi, kişinin toplumdaki yeri, bilginin kime, hangi amaçla verildiği, kamusal fayda gibi birtakım kriterlerin değerlendirilmesine bağlıdır. Kararda oy çoğunluğu ile, davalının bu bilgileri vermesinin haklı bir gerekçesi olmadığı kanaatine varılmıştır. Bir başka ifadeyle, kararda, ceza hükmünde aranan ilk iki şarttan hiçbirinin yerine gelmediği sonucuna ulaşılmıştır.
Bu tespite ilişkin, mahkeme kararında "Cezai sorumluluktan muafiyet" başlığı altında şu ifadeler yer almaktadır:
"Cezai sorumluluktan muafiyet Bu sebeple Bölge Mahkemesi, 1-5 ve 7-9 sayılı iddianame maddelerine ilişkin olarak Pınar Dinç'in Umut Özkırımlı'yı başkalarının gözünde itibarsızlaştırmayı amaçlayan bilgiler yaydığına karar vermiştir. O halde ele alınması gereken konu, Pınar Dinç'in kendisini ifade etmek zorunda olması sebebiyle bu sorumluluktan muaf tutulması gerekip gerekmediği ya da bilgileri verdiği zamandaki şartlar göz önünde tutulduğunda başka bir şekilde haklı bir gerekçesinin bulunup bulanamayacağıdır. Bölge Mahkemesi'nin burada incelemesi gereken şey, bir yanda başkalarının gözünde itibarsızlaşmaya karşı korunma hakkı ve diğer yandan da ifade özgürlüğü arasındaki çıkar çatışmasıdır. Hukuk tahtında ya da Pınar Dinç'in konumu sebebiyle, kendisinin bilgi sağlama yükümlülüğü bulunmamaktadır. Ayrıca 1-5 ve 7-9 iddianame maddelerindeki bilgileri sağlamak da haklı görülemez. [vurgu eklendi] Londra Ekonomi Okulu'na gönderilen mesajlara ilişkin olarak (iddianame maddesi 1), Lund Üniversitesi'nde gerçekleşen bir soruşturmanın okula bildirilmesi gereksiz olmuştur. Mesaj aynı zamanda, cinsel tacize atıfta bulunarak, üniversitenin soruşturduğunu belirttiği konuya dair yanıltıcı bir resim sunmaktadır. Avrupa Komisyonu'na gönderilen mesaj (iddianame maddesi 2) ise, Umut Özkırımlı'nın 2018 yılında Pınar Dinç'e cinsel tacizde bulunan ve ardından da uzun bir süre bu tacizi devam ettiren bir kişi olarak yanlış bir şekilde resmedilmesine neden olmaktadır. Facebook ve Twitter'daki mesajlara gelince (iddianame maddesi 3-5 ve 7-9), bunlar Umut Özkırımlı'nın Pınar Dinç'i uzun süredir takip ve taciz etmesiyle ilgilidir ve bazı durumlarda cinsel tacizin bulunduğu da ileri sürülmektedir. Mesajları aracılığıyla Pınar Dinç, taraflar yıllardır görüşmemesine rağmen, Umut Özkırımlı'nın kendisini çeşitli şekillerde zorla takip eden bir kişi olduğu şeklinde bir imaj yaratmaktadır ve 2018 baharından beri taciz ifadesiyle atıfta bulunulmak istenen şey, Umut Özkırımlı'nın Marie Curie projesine herhangi bir şekilde katkıda bulunup bulunmadığı ile ilgilidir. Umut Özkırımlı bu sayede Pınar Dinç'in 1-5 ve 7-9 iddianame maddelerindeki bilgileri yaymakta haklı olmadığını kanıtlamıştır. Yazılı olmayan herhangi bir muafiyet kuralı ya da başka bir sebeple, ilgili fiiller kabul edilebilir nitelikte değerlendirilemez." |
Diğer yandan, karara muhalefet şerhi veren Mahkeme Başkanı ise, London School of Economics ve AB Komisyonu'na gönderilen yazılar bakımından, iş, akademi, proje ilişkileri ve soruşturma raporu bağlamında Davalı'nın bilgi vermesinin haklı bir gerekçesi olduğu kanaatine varmıştır. (Bkz. Yukarıda 2). Bu kanaatine bağlı olarak, bu yazılar bakımından suçun oluşmadığı sonucuna da ulaşmıştır.
Oy çoğunluğu ile verilen mahkeme kararına göre, davalının açıklama yapmak zorunluluğu olmadığından veya koşullar gereği bilgi vermesinin haklı bir gerekçesi bulunmadığından, ikinci denetime; özellikle beyan konusu tacizin doğruluğu, varlığı yokluğu konusunda kapsamlı bir inceleme ve yargılamaya geçilmediği anlaşılmaktadır.
Nitekim, mahkeme kararında yer alan aşağıdaki ifade de bu yöndedir:
"Pınar Dinç'in açıklamalarının amacı, Umut Özkırımlı'yı itibarsızlaştırmak mıydı?Bu durumda sorulması gereken soru, Pınar Dinç'in Umut Özkırımlı'yı suçlu veya kınanması gereken davranışlar sergileyen biri gibi tanımlayıp tanımlamadığı ve bu şekilde onu itibarsızlaştırması muhtemel olan bilgiler yayıp yaymadığıdır. Bu hususun değerlendirmesinde, yayılan bilgilerin gerçek dışı olması gerekmez." [vurgu eklendi.] |
4. Yukarıdakiler ışığında, İsveç hukukunda suçun oluşması için isnat edilen olguya ilişkin beyanın mutlaka gerçeğe aykırı olmasının aranmadığı, beyan gerçek dahi olsa "defamation-hakaret" suçunun oluşabildiği anlaşılmaktadır. Nitekim, Stockholm Üniversitesi özel hukuk profesörü Jan Rosen'in haberlere yansıyan şu kısa beyanı açıklayıcıdır:
"Stockholm Üniversitesi özel hukuk profesörü Jan Rosen, İsveç hukukunda, gerçeğin dahi defamation suçunu oluşturabileceğini söylemektedir. "Doğruyu söylemek her zaman gerekçelendirilmelidir".[11][vurgu eklendi]
Bir başka kaynaktan örnek; Lund Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne 2020 baharında sunulan "#MeToo, Men's Sexual Violence against Women and the Chilling Effect of Defamation Lawsuits: A Feminist Critique of the Swedish Criminal Justice System"[12] ("Metoo Erkeklerin Kadınlara Karşı Cinsel Şiddeti ve Hakaret Davalarının Soğutma Etkisi: İsveç Ceza Adalet Sistemine Feminist bir Eleştiri) başlıklı tezde yapılan şu tespitler de benzer nitelikte ve açıklayıcıdır:
"... Mahkeme, beyanın, bir kimsenin onuruna zarar vermek niyetiyle (kötü niyetle) yapılıp yapılmadığını inceleyecektir. Ne var ki, böyle bir niyet varsa ve beyanın gerekçelendirilemediği tespit edilirse, uluslararası insan hakları hukukuna aykırı olarak, beyanın doğruluğu yargılaması yapılmayacaktır."
"... İnsan Hakları Mahkemesi, hakaret cezalarının, özellikle ceza yasalarının, ‘truth' doğruluk savunmasını, bir savunma olarak ihtiva etmesi gerektiğini, ve ‘beyanın tamamen yanlış' olduğunun kanıtlanması gerektiğini belirtmiştir. SRFoE beyanın tamamen yanlış olması gerektiğini ve karşı tarafa (kasıtlı) bir zararın amaçlanmış olmasını aramaktadır. ECtHR (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) şunu ileri sürmüştür: Bir beyan… sert olabilir veya kötü niyetli olabilir fakat doğru ise, hakaret suçu oluşmamalıdır, zira ancak gerçeğe dayanan bir itibarın korunmaya hakkı vardır.
"...İsveç hukukunda defamation davalarında önemli olan, bir kimsenin yaydığı bilginin bir başkasının itibarına zarar vermiş olup olmadığıdır. Sonuç itibarıyla, doğru bir bilgi dahi, şikâyet edenin gördüğü zarar oranında, hakaret suçunu oluşturabilir. Eğer ifade gerekçelendirilebilirse veya bilgiyi yayan kişinin bu bilgiyi vermekte makul bir gerekçesi var ise, doğruluk incelenebilir ve fakat hakaret cezasının ölçülü olup olmadığını tespit etmek için, çoğu zaman incelenmez. Bu durum, doğruluk (truth) konusuna yüksek değer veren uluslararası insan hakları hukuku standartlarından farklılık gösterir." [vurgu eklendi]
Sonuç olarak, İsveç hukukunda "defamation-hakaret" suçu kapsamında esasen, bir kimsenin yaydığı bilgilerle, bir başkasını hor görülmeye maruz bırakıp bırakmadığının incelendiği, davalı beyanda bulunmak zorunda kalmışsa veya koşullar göz önüne alındığında konu hakkında bilgi vermesi bir şekilde haklı görülebilirse (gerekçelendirilebilirse), ancak bu halde beyanın doğruluğu-gerçekliği konusunda yargılama yapıldığı ve birçok davada, bu şartlar oluşmadığından doğruluğun-gerçekliğin incelenmediği anlaşılmaktadır. Benzer şekilde, Lund Bölge Mahkeme kararı nezdinde de görünen odur ki, mahkeme, beyan konusu tacizin gerçekliği-doğruluğu, varlığı-yokluğu konusunda kapsamlı bir inceleme ve nihai bir yargıda bulunmamıştır. Nihayet mahkeme suç isnatlarından bazıları bakımından, başkaları nezdinde hor görülmesine sebep olacak bilgiler yaymış olması sebebiyle davalının nitelikli ve basit "defamation-hakaret" suçlarını işlediğine, bir kısmından ise beraat ettiğine karar vermiştir. Karar oy çoğunluğu ile alınmış, Mahkeme heyeti başkanı, kararda suç olduğu sonucuna varılan bazı isnatlar bakımından suçun oluşmadığı kanaati ile karara muhalefet şerhi koymuştur.
Lund Bölge Mahkeme kararı kesin, nihai bir karar değildir. Taraflar, üst mahkemeye temyiz başvurusunda bulunmuşlardır, yolları açık olsun.
Bugün sosyal medya mecralarının sunduğu sanal özgürlük hissi ile toplum daha görünür, daha sınırsız, daha gürültülüdür. Aynı anda hem gözlemci, hem iktidar, hem mağdur, hem gardiyandır. Bu nedenle, kendiliğimize ve büründüğümüz rollere bakabilmek, özgürlük alanlarımızı ve sınırlarımızı iyi kavrayabilmek, sözlerimizin ve eylemlerimizin kendimize ve başkalarına bir maliyeti olduğunu hatırlayabilmek bugün daha da değerlidir. İnsan ne de olsa, kendi sözüne ve eylemine dikkat kesilip, bunların sorumluluğunu alabilecek bir ve tek varlıktır.
Öz düzenleme, öz denetim, sosyal bilişsel kuram çağdaş sosyal psikologların çalışma alanına da girer. Diğer yanda, yaşamın içinde oysa, her birimiz deneyimlemeye devam ederiz; insan, sözünün ve eyleminin sorumluluğunu almadan yola koyulmak ister çoğu zaman. Oraya buraya yönelen öfkemiz ve çaresizliğimiz karşısında, ancak bir kural, bir sınır, bir yaptırım herkes için düzenleyici ve ölçülü olabilir. Tam da bu nedenle, kişilerden ziyade, hukuka, kurumlara ve kurallara yönelmiş talebimiz sağaltıcıdır. Bir haksızlık karşısında, akademinin, eğitim kurumlarının, meslek kuruluşlarının, yayınevlerinin, sosyal medya kuruluşlarının, arabulucu kurumların ve diğerlerinin şeffaf kurallar, ölçülü yaptırımlar koyması ve uygulaması epey uzlaştırıcı olabilir. Bugün sadece devlet eliyle işleyen hukuk sistemleri değil, basın kurumları, sosyal medya kuruluşları ve hatta özel şirketler kendi regülasyonları-davranış kuralları yoluyla etik, yasal, güvenlik standartlarını ve yaptırımlarını belirlemekte ve uygulayabilmektedir.
Başladığımız yere dönmek kaçınılmazdır. Yaşam, normlar, hukuk ve kurumlar, üzerine incelikle düşündüğümüz, menfaatlerimizi uzlaştırmasını talep ettiğimiz ölçüde dönüşmeye yazgılıdır.
[1]Bkz.https://www.legislation.gov.uk/ukpga/2013/26 ve https://www.gov.uk/government/news/defamation-laws-take-effect, [Son erişim tarihleri: 8.12.2021]
[2] Bkz. https://www.legislation.gov.au/Details/C2021B00157 ve https://stephens.com.au/changes-to-the-australian-uniform-defamation-laws-legal-update/ [Son erişim tarihleri: 8.12.2021]
[3] Bkz. https://ipi.media/italy-urged-to-reform-defamation-laws/ [Son erişim tarihi: 8.12.2021]
[4] Bkz. https://www.lco-cdo.org/en/our-current-projects/defamation-law-in-the-internet-age/ [Son erişim tarihi: 8.12.2021]
[5]Bkz. https://www.ohchr.org/EN/NewsEvents/Pages/DisplayNews.aspx?NewsID=26934&LangID=E&s=09 [Son erişim tarihi: 8.12.2021]
[6] Dr. Karan Ulaş, İfade Özgürlüğü - Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi 2, Avrupa Konseyi 2018, s. 156; https://www.anayasa.gov.tr/media/3545/02_ifade_ozgurlugu.pdf [Son erişim tarihi: 8.12.2021]
[7] Bkz. https://cdt.org/wp-content/uploads/pdfs/Defamation-Internet-Age.pdf s. 3 [Son erişim tarihi: 8.12.2021]
[8] Bkz. https://assembly.coe.int/nw/xml/XRef/Xref-XML2HTML-en.asp?fileid=17587&lang=en ve https://www.article19.org/data/files/pdfs/analysis/defamation-standards.pdf s. 3-4 ve https://www.osce.org/files/f/documents/5/5/99558.pdf s. 29 [Son erişim tarihleri: 8.12.2021]
[9] Prof. McGonagle Tarlach, Defamation law reform, the European Convention on Human Rights and EU law, January 2020,. https://www.justice.ie/en/JELR/McGonagle_Paper_Defamation.pdf/Files/McGonagle_Paper_Defamation.pdf 9-10 ve https://rm.coe.int/1680483b2d s.3-4 ve https://rm.coe.int/study-on-the-alignment-of-laws-and-practices-concerning-alignment-of-l/16804915c5 s 13 ve https://www.oas.org/en/iachr/expression/showarticle.asp?artID=784&lID=1 s. 2; https://ipi.media/wp-content/uploads/2015/06/FoE-MediaLaw-Defamation_ENG_WEB.pdf s. 22 [Son erişim tarihleri: 8.12.2021]
[10] Bkz. https://www.government.se/49f391/contentassets/7a2dcae0787e465e9a2431554b5eab03/the-swedish-criminal-code.pdf s. 43 [Son erişim tarihi: 8.12.2021]
[11] Bkz. https://sverigesradio.se/artikel/truth-not-a-defence-against-defamation-says-law-professor
[12] Damström Lovisa, MeToo, Men's Sexual Violence against Women and the Chilling Effect of Defamation Lawsuits: A Feminist Critique of the Swedish Criminal Justice System, Lund Üniversitesi Hukuk Fakultesi, Yüksek Lisans Tezi, Bahar dönemi 02.06.2020 s. 40 vd. https://lup.lub.lu.se/luur/download?func=downloadFile&recordOId=9025798&fileOId=9025799