2010’da Londra’da Royal Court Theatre’da prömiyeri yapılan ve çok ilgi gören Kabileler, şimdi İkinci Kat projesi olarak sahnelenmeye başladı. Öncelikle dengeli, zarif ve özenli kurgulama ile muhteşem oyunculuklar birleşerek seyrine doyum olmaz ve seyirciyi ikinci kere izlemeye davet eden tertemiz bir iş çıktığını tiyatro severlere müjdelemekte fayda var. Zaten bu sezonun belki de en güzel sürprizi!
Her ailenin sadece bireylerinin geliştirdiği özel bir dil ve bu dile uygun gelişen ritüelleri vardır. Kabileler ‘dil’ üzerinden yapı oluşturan babanın yani otorite figürünün gölgesinde var olma mücadelesi ve kendi harflerini oluşturmaya çalışan bireylerin kavgasını anlatıyor.
Daha oyunun başında baba kütüphaneden bir kitap alarak Lacan’ın ayna evresine göndermede bulunarak kendisinden başka imge göstermesine ve gösterilmesine nasıl duvar ördüğünü açıkça ilan ediyor. Elbette tüm ukala entelektüel diktatörler gibi bunun farkında değil, hatta zengin bilgi dağarcığının içinde kendini yalnız, anlaşılamamış ve yeteri kadar değerini bulamamış hissediyor.
Dolayısıyla kendini hep daha fazla duyurmaya çalıştığından bağırıp duruyor. Roman yazmaya çalışan karısını klişe olmakla suçlarken, oğlunu değersiz bir tezin peşinde avare olmakla ve opera şarkıcısı olmak isteyen kızını yapmaya çalıştığı işin anlamsızlığıyla değersizleştiriyor. Ancak evdeki tek dokunulmazın sağır çocukları Billy olması ve bu dokunulmazlığın aslında bir çeşit inkar ve acıma karışımı tortusu, oyunun başından sonuna doğru şiddeti artan bir çığlık yükseltiyor.
Üç kardeş arasındaki iletişim biçimi gürültü ve sessizlik arasında asılı kaldığından dokunulmaya hasret konular dışarıdan aralarına gelen misafirle kaçınılmaz ayıpları ortalara döküyor. Öyle ki kendilerini tanımaya başlıyorlar. Dışarıdan gelen ‘öteki’ (Sylvia) Lacan’ın ayna teorisindeki gibi bebekken kendisine tutulmayan ve yansımaları babanın doğrularına göre inşa edilen karakterlerin gerçek boy ölçüsünü tek tek çıkarıp veriyor.
Babanın simgesel düzeninden çıkamayan üç kardeşin özne/birey olma yolculukları başka bir gözün aracılığıyla (Sylvia) hayatı yeniden okumalarına olanak sağlıyor ve yüzleşme her ailede olduğu gibi ağır, sert ve gerçekçi kesitlerle seyircinin aklına ve kalbine nüfus ediyor.
Yönetmen Sami Berat Marçalı’nın metnin dünyasına hizmet eden titiz planlanmış sahne uzunlukları, ajitasyona tevessül etmeyen abartısız dili ve kararında nefes aldıran bölüm geçişleri mükemmel bir sahneleme grameri sunuyor. Oyuncular gerçekten büyülüyor.
Ayşe Lebriz Berkem yine rolünü taşıyan, yaşatan ve iz bırakan harikulade bir seyir sunuyor izleyicisine. Ne büyütüyor ne de küçültüyor ama seyircinin aklına, oynadığı çaresiz entelektüel anneyi kazıyor adeta!
Barış Gönenen ise kendisine emanet edilen karakteri dikkat çeken bir içtenlikle canlandırıyor ve ‘bu gençler varken ümit kesilmez’ dedirtiyor iyi ki!
İbrahim Halaçoğlu, Haydar Köyel, Gülce Oral, Barış Gönenen ve Tuğçe Altuğ tek tek bütünün parçası olmayı başaran oyunculuklarla nefis bir tablo oluşturuluyorlar. Özetle İkinci Kat sezona kaçırılmayacak ciddi bir katkı da bulunuyor!